Evet! Cihan’ın nadir değerlerinden birisi olan, Belde-i Şahane, şayet “ulanlarla” dolmuş olmasaydı, hiç “ulan” tabiri kullanılabilir miydi!...
(ULAN NEW-YORK, ULAN LONDRA, ULAN TEL-AVİV, ULAN İZMİR vs.) değil de, niçin ille de İstanbul üzerinde durulmuş?... Bunu hiç düşündünüz mü?...
Hiç sanmıyorum. Zira, her daim devamlı olarak aşağılanan bu güzelim belde olmuş ve öyle sanıyorum ki, öyle de gidecektir!...
İki muhteşem İmparatorluklara asırlarca “Pay-i Taht” beldesi olarak mukaddes varlığını sürdürebilmiştir. Sürdürebilmiştir diyoruz zira, onu asırlardır yok etmeye çalışan köhne bir zihniyet, bu son yıllarda kötüleme kampanyasını daha da arttırmış ve muhtelif bahanelerle saldırıp durmaktadır...
Meselenin en hazin tarafı da bu saygısızca tabiri tenkit eden ve bu tabirin kaldırılmasını isteyen bir Allah’ın kulu çıkmamıştır?.. Niçin mi, niçini gayet basittir: (Bu emsalsiz Belde’nin asıl halkı birer şekilde uzaklaştırılmış ve onların yerlerini taşra halkı aldığında da Anadolu insanıyla birlikte, ne idüğü belirsiz ve de “Ulan!” tabirine tam manada layık; insanla hayvan arası bir mahlûkatlar zümresi almıştır...)
İşte bu sebeple bu güzelim Belde’ye ulan tabirini layık gören zihniyet, kendisine has bir ortam bulabilmiştir!.. Hiç gün geçmiyor ki, kardeşini doğrayan, karısını doğrayan, anasını kesen, babasını boğan, çocuğunu öldüren vicdansız analar eksik olsun!...
Dahası muhtelif ulaşım araçları; geceli gündüzlü süratle seyrederken gayet feci trafik kazaları meydana getirmesin... Hani biz; “kabahat samur kürk olsa, kimse sahiplenmez” deriz ya, işte bu sebeple trafik kazalarına da bir kulp uydurup “Trafik Canavarı” diyerek aradan sıyrılmışız. İnsan doğrayan canavar ruhlu mahluklara da (Maganda) demiş ve böylece yine kendimizi sıyırmışız!...
Bu alışkanlığımızın bizlere ne yaman zararlar vermiş ve hâlâ vermekte olduğunu bir an olsun düşünebilmiş değiliz. Niçini basit; Samur kürk meselesi... Anadolu’daki çilekeş yurttaşlarımız, asırlarca kendi hâline bırakılmış ve son seneler içinde zuhur eden bir takım siyasi sebepler yüzünden, Anadolu insanımızın Doğulu olanlarının çoğunluğunu büyük şehirlere göç etmeye mecbur bırakmışız. Doğru düzgün ne eğitim ve ne de öğrenim görmüş olan bu talihsiz insanlarımızı büyük şehirlere göç ettikleri zaman, gittikleri yerlerde nasıl bir hayatın kendilerini beklediğini bilmeyen vatandaşlarımızın aralarında aşırı eğitimsiz olanları, yarı çıplak genç hanımları görünce, adeta feleklerini şaşırmış ve kalanı zaten hepimiz de biliyoruz. Tekrar etmeme lüzum görmemekteyim.
Şimdi soruyorum ve hepimizde elimizi vicdanımıza koyarak doğru dürüst cevap verelim: (EĞİTİMSİZ DOĞULU VATANDAŞIMIZIN İÇLERİNDE BULUNAN BİR TAKIM DENSİZLERİN İCRAATLARINDAN SORUMLU OLAN İSTANBUL ŞEHRİ MİDİR? SÖZDE MEDENİYET İCABI YARI ÇIPLAK DOLAŞAN GENÇ KADINLARIN BU HALLERİNDEN SORUMLU OLAN BELDE-İ ŞAHANE MİDİR, YOKSA İLLEDE BATILI GİBİ MEDENİ OLACAĞIZI TUTTURMUŞ OLAN KÖHNE ZİHNİYET MİDİR?...)
Aşırı dekoltelik mevzuunda Gazi Hazretlerine, demokrasi’den dem vurmak sadece demagoji yapmaktan ileri gitmez. Zira, Gazi Hazretleri kılık kıyafet konusunda günümüzdeki pejmurdeliği, aşırı dekolte dolaşmayı vs. ne istemiş ve ne de tasvip eden bir imajda bulunmuşlardı. Böyle bir iddiada bulunanlar var ise ya art niyetli veya doğrudan yalancıdır!
Günümüzdeki Müslüman kesimin; yırtık kot, tıraşı gelmiş yüzler, kulakta halka, kızların burun deliklerinde halka, dil üzerinde boncuk gibi nesnelerle dolaşmayı normal saymaları; hangi medeniyetin etkisinden kaynaklanmaktadır?
TV’lerdeki dizi filmlerin hemen hepsinde; vahşeti istemeden cazip gösteren senoryalar bir diğerini izlemekte; hemen her dizi’de silâhlı eylemler bir diğerini takip etmekte. Hastahâne koridorları, hasta odaları, “Yoğun bakım” sahneleri bir diğerini izlemekte, “Arka Sokaklar” adlı polisiye yapım, zabıta olaylarından ziyade; memur evlerindeki geçimsizlikler, hastalık çeşitleri, yoğun bakım vak’aları vs. yer almakta ve mezkûr dizi’nin çoğu sahneleri böylesi melankolik ortam içinde geçmekte, reklamlar ise, tuzu biberi olmaktadır...
Günümüzdeki hayat şartları gayet zor olmasıyla birlikte böylesi dizilerin, melankolik sahneler geçmesinin, seyirciyi daha ziyade umutsuzluğa düşürmemekte midir!..
Hemen her dizi başlamadan: “7 yaş üstünde olanlar seyredebilir; Şiddet, korku sahneleri mevcuttur” gibi uyarıların aslında göstermelik olduğunu anlamamak için insanın zır cahil olması lazımdır!..
Haber saatlerinde de aynı vahşet, aynı dehşet devam edip gitmektedir. Sanki haber saati değil de magazin saati imişcesine haberler geçilmektedir...
Haberler saatinde; en azından memleket ahvali hakkında bilgi edinmek istediğimizde sizlere sunulan: “Kılıçdaroğlu ve Bahçeli sert çıktılar!”, “Başbakan Tayyip Erdoğan gerekli cevapları verdi” ile haberler saati noktalanmaktadır.
Peki Muhalefet, İktidara ne tavsiyede bulunmuş ve ne karşılık görmüş vs. bu hususta hiçbir bilgi sunulmamaktadır. Daha doğrusu sunulamamaktadır. Zira, siyasi parti başkanları arası çekişmenin hemen hepsinden daha önemli olduğu düşüncesiyle hareket eden sunucular, buna fırsat bulamamaktadırlar.
Bir nevi skeç türü olan Diziler’in hemen hepsinde; “ağlamalı, zırlamalı” sahneler; hapishâne, yoğun bakım, mezarlık gibi melankolik görünümler içinde geçen saatler, bizim TV seyircilerimize hemen hiçbir şey vermektedir!...
Gelelim “Yarışma Programlarına”. Hemen hepsinde de muhakkak türbanlı genç kızlar olmakta ve gayet normal şekilde yarışmalara iştirak etmektedirler.
Bilhassa mübarek Ramazan Ay’ında böylesi sahneler pek çirkin görünmektedir. Zira, bu tür kızlarımız aynı zamanda yarışmalara iştirak etmektedirler ki, bunlar bilgi yarışması değil, sonu şansa dayanan talih yarışmaları olduğundan, inançlı kimselerin böylesi yarışmalara iştirak etmeleri hiç uygun düşmemektedir!... Hele hele aşırı dekolte olan ve de türbanlı orta yaşlı hanımların da mezkur yarışmalarda boy göstermeleri, pek zevksiz görüntüler meydana getirmektedir!...
Bu nevi kız veya hanımların niyetli olmaları tabiidir. O hâlde iftarı açmalarından sonra, ibadetle meşgul olmaları lazım değil midir!... Böylesi hallerin gösterilmesi, mukaddes ay’ın asıl manasını yozlaştırmış olmuyor mu!...
Bizler, Şark Hıristiyanlarıyız; bir kulağımızda Çan sesi varsa, diğer kulağımızda Ezan sesi vardır. Yanî, İslâm Dini bizim meçhulümüz değildir.
Demem odur ki, hemen hiçbir günahı olmayan ve de tüm Cihan Devletlerince mukaddes sayılan bir şehirin adını “Ulan” tabiriyle eş değer görmek; haksızlığın dik alasıdır!...
Bendeniz doğma büyüme İstanbulluyum ve İstanbullu olmakla da iftihar etmekteyim. Benim şehrime, kimse Ulan tabiriyle hitap edemez. Bu hafifliği her kim veya kimler yaptı ise, tüm İstanbullular adına aynen iade ediyorum!

GAZZE KATLİAMI VE TÜM CİHANIN SESLİ SÜKUTU!..


İlk Hava Kuvvetleri ve bilahare Kara Kuvvetleriyle saldırıya geçen İsrail günlerdir protestolar ve hakaretlerle karşı karşıya kalmış olmasına rağmen, Gazze’ye karşı olan saldırısını devam ettirmektedir. Bu niçin böyledir? Böyledir çünkü, olsun Hıristiyan ve olsun İslâm dünyaları bu dehşetengiz facia karşısında sesli sükutu tercih etmektedirler. Yanî sadece kınamak, mınamak gibi bağırtılarla, meseleyi geçiştirmeye çalışmaktadırlar...
İstanbul başta olmak üzere bir çok şehrimizde İsrail’e karşı mitingler tertiplenip, sokak gösterileriyle halk galyana getirilmeye çalışılıyor... En enteresanı da Ana Muhalefet Partisi CHP’nin Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun; Birleşmiş Milletler Teşkilâtını, müdahaleye davet etmişler. Bu doğru bir harekettir. Ancak, boşa çaba olmaktan ileri gitmez. Zira, 1948’lerde Siyonistlerle gizli anlaşmalar yapılmış olması ve bu anlaşmalara; Hıristiyanı da, İslâmı da olumlu bakarak, yeni bir İsrail Devleti kurulması kararı almışlar ve böylece Filistin’de korkunç bir katliam yapan Siyonistler günümüzdeki İsrail Devletini kurmuşlardı. Bu yazdıklarım, Dünya Kızıl Haç raporlarına açıkça geçilmiştir.
Dahası, o tarihlerde, İsrail Devleti’nin varlığını ilk kabul eden Devletlerin önde geleni de yine biz olmuştuk!... Şimdi kalkmış muhtelif usüllerde İsrail’i kınayıp durmaktayız!..
Sayın Başbakanımız Tayyip Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen: “Dünya İslam Bilginleri Barış, İtidal ve Sağduyu İnsiyatifi” toplantısına katıldığında İslâm Dünyasına sitem edercesine şu konuşmayı yapmışlardır. Özetle geçiyorum:
(-: Batı’yı suçlamak işin en kolay tarafı. Dünya susarken, Batı susarken, maalesef İslâm Dünyası da susuyor. Soruyorum neredesin sen ey İslâm Dünyası? Senin canın yanmıyor mu ya? Senin yüreğin parçalanmıyor mu ya?)
Ve sözlerine devamla:
(-: 10 gündür İsrail Gazze’ye bomba yağdırıyor. 48 yılından bu yana özellikle de mübarek Ramazan aylarında biz bu sistematik soykırım girişimine şahit oluyoruz. Dünya ölenler Filistinli olduğu için hiç ses çıkarmıyor. Dünya susarken, Batı susarken, maalesef İslâm dünyası da susuyor, seyrediyor.
Sizler İslâm bilginleri olarak bir defa bütün siyasilere hakkı haykırması gerekenlersiniz. Siyasiler karşısında ben bir İslâm bilgininin el pençe divan durmasını asla kabullenemem... Alim, Hakkın yanında olur.
Tarihimizde bunun çok çirkin örnekleri var. “Dolara” mahkûm olmuş bir kişiden Alim olmaz. “Riyale” mahkûm olmuş kişiden Âlim olmaz!)
Sayın Başbakanımız: (Ölenler Filistinli olduğu için dünya ses çıkartmıyor..) buyurmuşlar. Bu yanlış bir görüştür. Çünkü, Dünyayı susturan, bizzati insanlığın işlediği büyük bir hatanın meydana getirdiği kördüğümün neticesidir.
İsrail günümüzdeki icraatlarının planını asırlarca evvel çizmiş ve muhtelif gizli kuruluşların desteği ile bu gücüne kavuşmuştur. Ve o gizli kuruluşlar ki, bir şekilde Cihan devletleri’nin en mahrem noktalarına kadar sızabilmiş ve onlar için “Devlet sırrı diye bir mevhum” kalmamıştır. Bu yazdıklarımın bir sır veya zırvalık olmadığını asırlardır açıkca meydana koyan gayet ciddi ve itibarlı bilginlerin eserleri, bir nebze olsun ciddiye alınmamış ve böylece günümüzdeki labirentin merkezine düşülmüştür!...
Sayın Başbakanımız, Gazze katliamı bahsinde; “Yeni bir Haçlı ittifakıyla karşı karşıyayız” buyurmuşlar!... Haçlı ittifakı, İslâm İttifakı diye bir dayanışma yoktur. Hıristiyanlık ve İslâmiyet her daim Siyonizme karşı olmuştur! Şayet Haçlı ittifakı var olmuş olsaydı; Adolf Hitler, dünya sahnesinde şamar oğlanı durumuna düşmezdi. Hangi Haçlı ittifakıdır ki, II. Cihan Harbi’nden mağlup çıkan Almanlar; “Yahudi Soykırımını kabul etmelerinden itibaren; İsrail’e her yıl “500 milyon dolar” tazminat ödüyorlar. Yahudi iddiasına göre soykırımına uğrayan nüfus hesabına göre, Almanya bugüne kadar İsrail’e 50 milyar dolar ödemiş. Bu ödeme 2030 yılına kadar devam edecek ve toplam 100 milyar dolara ulaşacak.
“Haçlı ittifakı” görüşüne verilecek en olumlu cevabı: “HABER TÜRK”ün köşe yazarlarından Sayın Yavuz Semerci’nin: “İSRAİL’İN ZULMÜ ARAPLARI SEVİNDİRİYOR MU?” başlıklı makalesinde görmekteyiz. Cüzi bir bölümünü sütunuma alıyor ve siz değerli okuyucularıma sunuyorum. Buyurun hep birlikte okuyalım:
(-: Filistin’i kurtarmaya bir Arap zenginin 6 yıllık spekülatif kârı bile yeter. Filistin’e yılda birkaç milyar dolar yardım yapsalar, bölge barışa kavuşur.)
Şimdi soruyorum; bu iddianın cevabı ne olabilir?... Sadece susmak değil mi!.
Görülüyor ki, bizler ne derece kaçarsak kaçalım, hakikatlerin belgeleri bizleri yaya bırakmaya yetmektedir!... Mezkûr makalenin bütününü sunamadığım için üzgünüm. Lâkin, şayet kısmetse önümüzdeki makalemde bütününü sizlere sunacağım. Zira sadece okumak değil, saklanması icap eden bir değerli makaledir!...
Filistin’in bu derece yalnız kalmasının asıl sebebi: 1930’lu ve 1940’lı yılların Filistin Müftüsü’nün, Aldolf Hitler’i “İslâm dostu olarak” kabul etmesi ve Filistin’in, mihver devletler safında yer almış olmasıyla alâkalıdır... Ama meselenin bu yönü her daim es geçilir... “Haçlı-Sâlip” fikri çatışmaları ise her daim el altında bulundurulur... Çünkü günümüzdeki gibi kritik dönemlerde, Siyonizmi unutturacak en müessir silâhtır!..
Bütün insanlık böylesi karmaşık fikri çatışmalarla asırlarca uyutulmuş ve “Hilal-Salip” çatışması esnasında Siyonist Yıldızı her daim kârlı çıkmıştır. Bir gerçeği umum insanlık artık görmeli, basiretsizlikten kurtulmalıdır: Dünya üzerinde “Din kardeşliği veya soydaş birliği” asla olmamış ve de olabilmesine de imkân yoktur. Zira, menfaat birliği her ikisinden de baskın çıkmaktadır.
Sırası geldikçe bütün bu meselelere temas edilecektir. Zira, artık zamanı gelmiş ve de geçmektedir!.. Olsun soydaşlık ve olsun din kardeşliği alânları tamamen siyasî alânlarda sadece silah olarak kullanılmaktadır. Dünya üzerinde muhtelif menfaatlerin birleştirilmesi akımı, diğer her iki mukattesatı tamamen geri plâna itmiştir.
Saygıdeğer okuyucularım, yeni bir makalemde buluşabilmek umudu ile cümlenize hayırlı yarınlar diliyorum efendim, Saygılarımla.