Doğu Akdeniz sıcaklığını her gün arttırıyor. Yunanistan'ın tahrik çalışmalarına karşın Türkiye'nin tutumu çok önemli. Biliyoruz ki; Yunanistan'ın Doğu Akdeniz pistindeki tek kişilik monolog oyununun arkasında Avrupa Birliği (AB) ülkeleri bunların arasında da özellikle Fransa yer alıyor. Sıcaklığı arttıran en büyük etken ise Türkiye’yi davetkâr askeri müdahaleye zorlayan hamleler diyebiliriz. Şimdi, bu durumda Türkiye’nin sağlam bir strateji ile altını çize çize söylediğimiz masa da çözüme ulaştıracak diplomatik çözümlerle ilerlemesi gerekiyor.

Konu askeri üstünlük değil !


Diplomasi yollarını tartışmak yerine Türk-Yunan askeri gücünü karşılaştıran konular içine giriyoruz. Bunları tartışırken elde edeceğimiz kazanımları gözden kaçırıyoruz. Türkiye, hali hazırda olası bir çatışmaya hazır bir haldedir. 510 bin askeri orduya sahip NATO’nun en büyük ikinci ordusu ve savaş gemileri ile birlikte Yunanistan’ı geride bırakacak bir konumda. Bu konuda bilgiler edineceğimiz kaynaklar elimizin altında ve merak edenler bakabilir. Ancak şuan konuşulması gereken konu bu değil! Elbette zamanı gelecek..

"Si vis pacem para bellum” ( Barış istiyorsan savaşa hazır ol!) mantığında ilerlemek krizi fırsata çevirme açısından bizi zora sokabilir. Yunanistan ve arkasındaki ülkelerin bu yönlü hareket etmesi Türkiye'yi askeri müdahaleye zorlaması uluslararası hukuka aykırı davranışları hatta milli duygularımızla oynamasının sebebi zaten bizi bu atağı başlatan olmamızı istemelerindendir. Emin olun bu durumda askeri gücünüz istediğiniz kadar yeterli olsun veya olmasın sıcak gündemde savaşı başlatan, savaşı kaybeden olarak tarihe geçecektir.

Şu an Akdeniz’de yaşanan durumlar caydırıcılık (deterrent policy) kavramı üzerinde şekilleniyor. Bu politika aynı zamanda devlet başkanlarının ve görevlilerinin konu üzerindeki yapmış oldukları söylemlerine de yansıdı. Özellikle Türk Deniz Kuvvetleri'nin bölgedeki caydırıcılığını pekiştirecek adımları attığını görüyoruz. Meis Adası’na asker çıkaracak kadar ileriye giden Yunanistan’a karşı bölgede yapmış olduğumuz adımlarla ulusal çıkarlarına sahip olma mücadelemiz azımsanamaz. Bu durum bizim uluslararası alandaki saygınlığımızın askeri güç ile birlikte doğurduğu caydırıcılık ile doğru orantılıdır.

Aslında gün geçtikçe su yüzüne çıkan sorunlar bize Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilimlerin sadece doğalgaz ile ilgili olmadığını gösteriyor. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Sevr dayatmasıyla başlayan ve 1960 ve 70’lerde tam olarak çözüme ulaşmayan dış politika konularının özellikle 'Kıbrıs' meselesinin bugüne yansımasından bahsediyoruz. Tarih, üstüne düşmediğimiz veya dönemin eksik kalan diplomasi konularını şimdi önümüze tekrar seriyor.

Krizi fırsata çevirmek mümkün.


Yunanistan ile savaşın çıkmayacağı varsayımıyla yapmış olduğu bu girişimlerin bedeli olarak ; silahsız statüde bulunması gereken adalar konusunda adaları geri verme yolunda mecburi bir diplomasi yoluna girilmelidir. Ege'de yaşanan ada sorunlarını BM ve uluslararası platformlara taşıyarak müzakere zorunlu hale getirilmeli ve uluslararası hukukun geçerliliğinin ne derece keskin olduğu hatırlatılmalıdır.

'De Facto' devlet olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Türkiye ile bağımsız ve egemen olan iki devlet pozisyonuna getirilerek 'De Jure' tanıma ile Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak adı değiştirilmelidir.

Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin de Doğu Akdeniz’de yükselen tansiyona aldırış etmeden özellikle Güney Kıbrıs’a 33 yıllık ambargosunu kaldırması ve bunun doğru bir hamle olduğunu düşündüklerini söylemesi Kıbrıs konusunda vakit kaybının iyi sonuçlar vermeyeceğinin sinyalidir.

Özetle; gelecekteki siyasi ve dış politika kitaplarında tarihin yani bu günün analizinde Türkiye‘nin uyguladığı etkin diplomasi konusu yer alacak. Günün şartlarında doğru strateji uygulayan Türkiye olarak var olmak için hali hazırdaki diplomasiye farklı olarak Doğu Akdeniz’deki diğer başat problemlerin çözümünün de eklenmesi gerekiyor. Ayrıca uluslararası ilişkiler kavramının daha fazla önemsenmeye başladığı günümüzde bu alanda uzman kişilerin görüşlerine eskisinden daha fazla kulak vermeliyiz. Uluslararası ilişkileri teorileriyle birlikte ülkenin geleceğini şekillendiren bu bilime, senelerini veren gerek akademide gerek sahada olsun, akademisyenlerimiz, askerlerimiz, devletin önemli kurumlarında görevini icra eden yetkililerimiz, büyüklerimiz, üstadlarımız var. Türkiye’nin önemli dış politika konularının tartışıldığı televizyon programlarına alanında uzman kişilere yer vermemiz gerekiyor. Artık bu konuya daha da önem verildiğini görüyor ve seviniyorum. Dahili ve harici bedbahtları azımsanamayacak kadar çok olan Türkiye’nin diplomasi alanındaki üstün başarısı çok daha iyi yerlere getireceğinden eminim.


Mutlu günler dilerim.