Gündüz başlayan yürüyüşte yumuşayan çarıklar gece donmaya, ayakları mengene gibi sıkmaya başlamaktadır. Adımatmak neredeyse imkânsız. Askerler donmamak için oldukları yerde atlıyor, zıplıyor, kendini yerden yere vuruyorlar ama nafile.
Önce ayak parmaklarından başlayan donma, yavaş yavaş tüm vücutlarına yayılıyor. Kimi yere çömelmiş, kimi oturmuş, kimi yuvarlanmış, kimi bir ağaç gövdesine dayanmış. Kimisi bileğinden kopmuş ayağı farkında değildir. Ama yanındaki arkadaşının bilekten kopan ayağına bakıp ürküntüden ve üzüntüden çığlıklar atarak ormanın içlerinde kayıp olup gitmiştir. Sabahleyin güneş Sarıkamış’ı, Allahuekber Dağları’nı Norşin’i, Bardız’ı aydınlattığında ortalık kardan heykellerle dolmuştu. Sabahın ilk ışıklarıyla kardelenler gibi mukkades mi, mukkades bir görüntü oluşmuştu.
15 bin genç, 15 bin ana kuzusu, 15 bin kardelen namus için, onur için dahası, bu ülke topraklarında bizler huzurlu ve mutlu bir hayat sürelim diye hayatlarının baharında daha baharı görmeden bu dünyada göçüp gitmişti.
4 Ocak'ta ise Sarıkamış'ın kuzey sırtlarında 20 kilometrelik geniş bir cepheyi tutan yaklaşık 7000 kişilik Osmanlı kuvvetine karşılık Ruslar 30.000 kişiyle saldırıya geçtiler. Saldırı planı Osmanlı kuvvetlerini doğudan ve batıdan kesmek, bir süvari tümeni ile de sol yanın gerisine sarkmaktı. Enver Paşa için bundan sonra çözülmesi gerekli olan sorun 3. Ordu kalıntısını geri çekmekti. Sarıkamış'taki kuvvetlerin komutasını, rütbesini Orgeneralliğe yükselttiği Hafız Hakkı Paşa'ya bırakarak cepheden ayrıldı.
Bundan sonra Osmanlı kuvvetleri çekilmelerinde büyük kayıplar vererek, 18 Ocak'ta Sarıkamış'tan önceki mevkilerine döndüler. Düşman kuvvetleri de sarsılmış ve yorulmuş bulundukları için duraklamak zorunda kaldılar. Sarıkamış Savaşı artık sona ermişti. Ama sonrasında 90 bin Mehmet tıpkı;
…………………
İbrişimin kozaları,
Battın Avşar kazaları,
Sarıkamış'ta kırıldı,
Gonca gülün tazeleri, gibi soğuktan donup şehit olmuştu. Allah onlardan razı olsun.
Kısacası: Sarıkamış -40 derece de yüreği yananların destanıdır. Binlerce vatan evladının ülkeleri uğruna kardan kefenlere sarılıp şehadete ermesidir. Hiçbirisi düşmana teslim olmadı. Sadece Allah’a teslim oldular. Mutlak dosta koştular.
Moskova’da Krasnaya Bulvarı’ndaki askeri Müzede Kurmay Başkanı Pietroviç’in karargâhına gönderdiği rapor, hıçkırıklı bir ağıt gibidir: ”Allah ü Ekber Dağları’ndaki son Türk müfrezesini teslim alamadım. Bizden çok evvel –soğuktan dolayı-Allah’larına teslim olmuşlardı. 24.12.1914”
Bizler 101 yıl sonra onların ardından yeniden ayağa kalkmalı ve de o kardelenlerin ruhuna Fatiha okurken yediğimiz her lokmanın boğazımızdan rahat geçip geçmediğini düşünmeliyiz. Bu kutsal şehitlerin hatırasına hürmeten, vatanın her karış toprağına sahip çıkmalıyız.