İnsanların yaşamlarında öyle anlar vardır ki; beklemedikleri, akıllarından bile geçirmedikleri olaylarla karşılaşırlar. Yaşamları bir anda değişir, yıldızları parlar…  Böyle olunca buna kendileri bile şaşar… Bütün mesele; yıldızlarının parladığın bilip bilmemeleridir. Şanslarının değerlendirmesini bilmeyenlere;  bazen yaşam ders bile verir…

Ünlü yazar Stefan Zweig’in “İnsanlığın   yıldızının parladığı anlar” isimli kitabında bazı ünlü kişilerin yıldızlarının parladığı anların hem kendilerinin hem de toplumun nasıl değişebildiğini örneklerle anlatır. Örneğin İstanbul’un fethinden önce Bizansın açık unuttuğu kapı veya Vasco Nomez de Balboa’nın Büyük Okyanus’u keşfetmesi gibi… Sözlükler şansı insanlara iyi veya kötü durumlar hazırlayan güç, talih gibi sözcüklerle açıklar. Bu konuda pek çok atasözü de vardır; “şansına güvenmek”, “yakaladığım bu şansı iyi kullanmak istiyorum”,  “şans ondan yana olmak”, “şans dilemek”, “şans getirmek”,  “şans tanımak veya istemek”,  “şansa kalmak”, “şansı yaver gitmek”  bunların başında gelir…

Yunan Mitolojisinde sürekli yün ören Moiralar vardır. Onların her doğan kişinin yazgılarının ördüğüne inanılmıştır. Bizde de alın yazısı denilmez mi?

Şans, kader, yazgı ne derseniz deyin; bu konuya girmemin nedeni; Bir kurye sipariş götürdüğü otelde piyano görmüş ve oradakilerden çalmak için izin istemiş… Genç çocuk piyanoya oturunca Motzart’ın Türk Marşını çok güzel çalmış… Şansa bakın ki;  orada olanlardan biri onu görüntülemiş ve sosyal medyaya vermiş… Böylece 19 yaşındaki kurye Muharrem Can’dan toplumun kültürel kesimi bir anda ondan söz etmeye başlamış. Sosyal medya tanımı ile fonemen olmuş…

Kendisiyle yapılan röportajlarda nota bilmediğini, müziğe meraklı olduğunu, kendi başına piyanoyu öğrendiğin, ancak piyanosunun olmadığını, annesinin aldığı  org ile bir müziğe başladığın söylemiş…

Toplum bir anda bu yetenekli gence elini uzatmış, Gülben Ergen kendisine piyano almış, ünlü piyanistimiz onu sahneye çıkararak bir parça saldırmış ve kendisine ders vermiş.

Toplumda tartışılan eğretim sistemimize rağmen yetenekli, üstün zekâlı çocukların zaman zaman ortaya çıktığını görüyoruz. Sosyal medyada matematik başta olmak üzere bazı çocukların dış ülkelerdeki yarışmalarda başarı olduklarını sosyal medyadan öğreniyoruz.  Birkaç gün öncesi 10 yaşındaki Yağız Kaan Erdoğan babasının aldığı takımla satranca başlamış, 75 madalya, 40 kupa kazanmış.  Dünyanın en genç uluslararası satranç ustası unvanını kazanmış…

Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk 1929 yılında 1416 sayılı yasa ile yurt dışına yetenekli öğrencileri göndermişti. Yanılmıyorsam birer kıvılcım olarak giden bu gençler dönüşlerinde büyük işler başarmışlardı. Yanılmıyorsam Cemal Reşid Rey, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar Ahmet Adnan saygın, İdil Biret, Suna Kan bunların başında geliyordu.

Şimdi merak ediyorum bu yasa unutuldu mu, yoksa uygulanmıyor mu?

Gerçekten üstün zekalı, ileriye çok şey vaat eden gençlere yazık oluyor.