Geçenlerde Bakırköy’de kahvaltı yapma amacı ile bir arkadaşım ile görüştük. Önce yemek yedik, ardından da Capacity, Kitchenette’de birer kahve içtik. Merak etmeyin “bir fincan kahvenin bin yıl hatırı vardır.” klişelerine hiç mi hiç girmeyeceğim. Çünkü ona da inanmıyorum, tanrım ne hale geldik. Neyse ki konu bu değil. Konu şu; ben yine hep olduğu gibi “böyle sıcak görmedim!” diye yakınırken, bir süre sonra sohbetimiz “sanatçı” ve “ünlü” ayrımına geldi. Çünkü yan tarafımızda bir gazete standı vardı ve derhal kapmıştım bir tane. Çiçekli, böcekli sayfalara geldi sıra. Yani üçüncü sayfanın hemen sonraları. Bir anda duygu değişimi yaşadım tabii. Sonrasında “ya hu, şunun üzerine kahve filan dök de, kimse okumasın şu paçavrayı!” dediğim sıra, “ne oldu ya?” diye bir çıkış geldi bana. “Bence hiç merak etme.” diye ekledim. Sonra “al şunu bir oku!” dedim. Sonra Fight Club! Kime sanatçı denir? Ya da ünlü olmak nedir vesaire vesaire diye lafladık. Çünkü okuduklarımız uzaydan geldiğimizi zannettiriyordu!
Dışarıdaki havanın aksine, içerideki hava çok hararetliydi. Çünkü fikirlerimiz bir güzel çarpışıyordu. Galibi olan bir tartışma olmadı. Nitekim her ikimizde irili, ufaklı tüm ayrımlara topyekûn karşıydık. Pekiyi, bu ayrımı yaratan şeyler ne idi? Olayın bam teli burası!
“Sanatçı, neden toplumun içinde iken, dışında yaşıyor?” diye sorduğumu hatırlıyorum. O da  “hayır!” dedi. Ve ekledi; “sanatçı, aslında kendini toplumdan farklı bir konumda sanıyor olsa da, böyle olmadığı gayet açık bir şekilde belli, ama ne yazık ki neden bu tür şeylere gerek duyduklarını anlamamak ile birlikte kendilerinin ulaşılamaz olduğunu zannediyorlar ve sokağa, caddeye, pazara çıkmanın gurur incitici bir şey olduğunu farz ediyorlar.” dediğini anımsıyorum. Daha birçok şey söyledi, ama bunlar benim zihnimde bir takım şeyler canlandırdı.
Evet, haklı idi. Çünkü birçok sanatçı bu yanılgıya boyun eğiyordu. Bir fanus içinde yaşıyorlar ve kendilerini dış dünyaya kapatıyorlardı. Bu da oldukça garip! Özellikle de günümüzde. Ne yazık ki toplum nezdinde günlük hayat ritüellerine katılan sanatçıları yadırgıyoruz. Medya da bu ayıbın en büyük suç ortağı. Pek televizyon kültürüm yoktur. Gerek de duymam, ama geçenlerde denk geldiğimde midem bulanma evveline kadar bir programa rast geldim. “Keşke o televizyonu alıp, aşağı fırlatsa idim.” diye düşündüğümde de  henüz bitmemiş olan aklıma taksitleri geldi. Sisteme küfür ededurdum.
Devam edelim; konuya dair örneklerin başında ise sanıyorum ki geçen yıl Athena grubunun solisti Gökhan Özoğuz’un bir televizyon programında bit pazarından ev alışverişi yaptığının duyulması ile bu durum gün ışığına çıkmıştı. Bu bizim ne kadar da çok birbirimizden ötekileştirildiğimizi anlatmaya vereceğimiz örneklerden sadece biri olacaktır. Sahi, garip değil mi? Veya bir Hugh Jackman , Keanu Reeves, Katie Holmes ya da Tom Hanks gibi olmak zor muydu? Durun, gülüp geliyorum. Çünkü bu resmen ülkemizde “kim güldüye gittim, geleceğim” gibi bir şey. Yani imkânsız! Nerede görülmüş bir sanatçı ya da aktörün minibüste olduğu, çarşı pazar gezdiği ya da bir market kasasında “of!” çekip, durduğu. Fakat paragraf başında saydığım o adıgüzeller ile bu durum Amerika Birleşik Devletleri’nde oluyor. Her gün de yeni yeni isimler buna ortak oluyor ve toplu taşıma aracı kullanıyorlar. Hatırlatayım; bu adamlar übermilyoner iken, size ne oluyor ya hu! 
Halkın içine karışmak, bir metro ya da herhangi bir toplu taşıma aracını kullanmaktan hiç bahsetmiyorum. Onu da yalnızca şu ana dek Genco Erkal’ın yaptığından haberdarım. Ve ne yazık ki metroda tanınmadı dahi! Şimdi, Genco Erkal olayı sonrası benim aklıma şu soru geldi; bu adam ünlü mü, değil mi? Evet, gurur ile söylüyorum ki; herkesin tanıdığı bir ünlü değil, fakat gerçek bir sanatçı. Bundan dolayı da bu durumun yaşanmasına şaşırmadım. 
Toplumumuzu genel hatları ile incelediğiniz vakit göreceğiniz şey; mütevazı insanları sevmiyor oluşumuzdur. Yani ne isteniyor sizce, ulaşılmaz olmak mı? Alıştırılan, ayrıştırılan şeylerin başında ilk sırada ne yazık ki bu var. Bu değişecek bir dengemi pekiyi? Korkarım ki hayır!
Artık biri gerek sanatçı, gerek ise şu ünlü tabirinin açıklamasını yapsın. Kim nedir, ne değildir bilmiyoruz. Ve her ünlü de mümkün ise kendine “sanatçı” vasfını sırtlamasın. Görüyoruz, bu gömlek bazılarına oldukça büyük geliyor. Alternatif arasınlar. Hatta ne gerek var, aramasınlar. Çünkü buldum! Birçoğunuzun da hak verebileceği gibi “ye kürküm, ye!” tabiri “birçok isme cuk” diye oturuyor.
Ve ne çok isterdik değil mi Gezi Direnişi dışındaki olaylar dışında sokağa çıkmalarını, pazara inmelerini, esnaftan alışveriş etmelerini, minibüse binmelerini, metroda sefer kaçırmalarını, metrobüs kültürünü öğrenmelerini vesaire. Ah ya hu, hiçbirinizin normal bir vatandaştan farkı yok. Anlarsınız umarım bir gün! Ve tek istediğimiz böyle bir dünya iken, sanırım yok öyle bir dünya!