Sanat esas itibariyle, güzel ve doğru olanı işaret eder, istikameti güzelliklere doğruluklara ilerleyiştir. İlhamını var olan, yaratılmış olan hakikatlerden alır ve sadece oralardan beslenir.
İnsan aklının kavrayıp eserine konu etmek istediği ne varsa hatta görmediği halde muhayyilesinde kendince geliştirdiği her şeyin mutlak karşılığı vardır. Bu sebepledir ki sanatkâr, yaratılmış var olan eşya ve hadiseyi görüp, kavrayıp onu insanlığa bir ayna gibi yansıtandır.
Hiç şüphe yok ki sanatkâr eserini cazip kılmak için bazen mübalağa, bazen teşbih, bazen cinas gibi sanatın bütün imkânlarını kullanır.
Gerçek sanatkâr araştırarak, tefekkür ederek sunduğu eserinin her zaman arkasında durabilecek kişidir. 
Gayelerinden biri, belki de birincisi sorumluluk şuurudur ki iyi, güzel, doğru örnek teşkil etmektir. Eserinin daima güzelliklere yönlendirici özellikler taşımasına dikkat eder. 
Ümit, neşe, huzur, emniyet gibi insanoğlunun tabii temayülleri olan, olması arzulanan ve vakıanın esasları sıralanıverir eserlerinde.
Gayesi hep güzel örnekler sunmak olan sanatkârın da hiç şüphe yok ki zaafları vardır, hata da eder, günah da işler. İçinde yaşadığı cemiyetin şartların mahsulü olarak arızalar gösterir. 
Aynı zamanda kendisiyle devamlı cebelleşen, özeleştiri yapan biri olarak yaşadığı menfiliklerden de ders çıkarır.
Devamlı arayış içinde sanat sanatkârın da kar, bazen bir tema bulabilmek için senelerini verir. Kelimelerle, renklerle, taşlarla halleşir neyi nasıl yapacağı meşguliyeti içinde geçirir günlerini.
Sanat hayatında üretmek hiçte kolay değildir. Yüzlerce binlerce rakip arasından sivrilip çıkabilmek, farklılık geliştirebilmek fevkalade zordur. Daha önce üretilmiş olanları bilecek ve onlarında fevkinde bir eser vücuda getireceksiniz.
Bu zor yolculukta elbette en baştaki hedef en iyi olmaktır. En güzel eseri ortaya koyan olmaktır. Bu nokta sanatkârın kendisiyle ilgili biricik arzusudur. Bununla beraber, içinde bulunduğu cemiyete faydalı olabilecek bir eser, bir yol haritası sunmak vardır idealinde.
Sanatkâr ne kadar hür olabilirse, ne kadar tarafsız kalabilirse o kadar objektif olabilir. 
Gerçek sanatkâr esasen sadece doğrudan yanadır. İdeolojilerden siyası, dogmalardan uzaktır.
Karakterinde aldatmak, atlatmak gayeleri olamaz. Bu esaslara uymuyorsa zaten sırıtır, belki bir süre için parlar ama çabuk söner.
Hayatın her safhasını kuşatan sanat bir ihtiyaç olarak daima kendini göstermekte olduğundan hak eden eserler maşeri vicdanda hemen yerini alır ve tahtına kurulur.
İnsanlar bir şehre gittiklerinde önce görmek istedikleri tarihi eserlerdir. O şehrin folkloru, o ülkenin musîkısi, edebiyatı sanat eserleridir. Bu sanat eserleri bir manada o milletin karakterlerinin kimliğinin göstergesidir. Tezyin sanatları da içindedir elbette.
Selçuklu zamanına ait bir kümbet, Osmanlı dönemine ait bir şadırvan, şiirler, çeşitli müzik aletleri ve daha nicesi…
Evet, sanat muazzam bir sermayedir servettir. Hatta milleti özel klan güzelliler manzumesidir.
Maalesef bizde esaslarıyla sanatın ihmal edilmesi bugün yaşadığımız bir çok olumsuzluğu getirip karşımıza dikivermiştir.
Sanatın esaslarından olan nezaket, letafet, muhabbet, tefekkür, hayret gibi güzellikler geri plana atılmış olup yerini saplantılar almıştır.
Geçmişe baktığımızda gördüğümüz, hâlâ eserleriyle içimizde var olan büyük sanatkârlara öylesine hasretiz ki yerine yenilerini koyamıyoruz. Ve ne yazık ki geçmişte kalan o değerlerin çoğunu çoğumuz anlayamaz olmuşuz.