Şair ve yazar YAVUZ BÜLENT BÂKİLER ile Mülakat 4 ‘Kelime bilgisi kısır olanın düşünce dünyası dardır.’

Abone Ol

Yavuz Bülent Bâkiler: Bu sorunuza tam cevap verebilmem için, benim kırk sayfa yazmam lâzım. Ama, özetin özeti olarak şöyle söyleyebilirim. Önce kendimden bir misal vermek istiyorum: Ben, 1955 yılında fakülteye kaydımı yaptırdığımda bir topluluk önünde, irticalen beş dakika olsun konuşmak kabiliyetine sahip değildim. Bu konuda atabildiğim tek adım, kalabalıklar karşısında, ezberlediğim şiirlerimi okumaktan ibaretti. Bu hâlimden utanıyordum. Ve kendi kendime sen ne biçim hukuk talebesisin? Deyip duruyordum. Sonra günün birinde, elime Nâmık Kemal’in bir makalesi geçti. Nâmık Kemal o yazısında diyordu ki: “Bir insanın zekâsı, bildiği kelime sayısıyla orantılıdır. Bir insan ne kadar çok kelime bilirse, önüne konulan bir kitabı rahatlıkla okuyup anlar. Anlatılanları kavrar. Kendisini rahat ifade eder. Bir insanın kelime hazinesi zayıfsa, kendisine anlatılanları kavrayamaz. Kendisini rahatlıkla ifade edemez. Millet hayatımızdaki çarpıklıklar, siyasî, iktisadî, dinî hayatımızdaki çözülmeler, farklılıklar dildeki bozukluktan kaynaklanır. Osmanlı Devleti’nin duraklaması ve gerilemesi Türkçemizi geniş bir alana yayamamaktan doğmuştur. Batı’da öyle medreselerimiz vardır ki, orada müderrislerimiz, dil ilmini Arapça okumakta, çocuklarımıza Rumca anlatmaktadırlar...”
Nâmık Kemal’in bu yazısı, bana yepyeni bir yol çizdi. Anladım ki, benim bir topluluk önünde rahat konuşamamamın tek sebebi, kelime dünyamın tam takır olmasındandır. İkide bir, ‘şey’ demem, ‘yâni’ ‘tamam mı’, ‘atıyorum’, ‘hani’, ‘eee’,’ ııı’  gibi çirkinliklere sarılmam, yeterli miktarda kelime bilmememdendir. Kelimeleri de kilo hesabıyla satan bir kuruluş yoktur. Kelimeler kitaplardadır. Oturup okumaya başladım. Çok okudum, çok okudum, daha okudum. Okudukça çok cahil bir delikanlı olduğumu anladım. Daha çok okumaya koyuldum. Okudukça, kelime hazinemin zenginleştiğini his ettim. Sonra, yeterli miktarda kelimelerle düşünmeye başlayınca kendime güven geldi. Bana, bir topluluk önünde konuşmak vazifesi verilince, bir saat, iki saat değil, bazen bir kürsü başında 3-4 saat hiç durmadan, ama bir tek defa “şey” kelimesini kullanmadan “ı” ve “e” harflerini tek başlarına uzata-uzata çekmeden çekiştirmeden konuşmak imkânına kavuştum. Sonra elim de kalem tutmasını öğrendi. Yazmaya başladım. Bugün 20 kitap üzerinde imzam var. Bu kitapların baskı sayısı bir milyonu aştı. Radyolarda ve Televizyonlarda sayısını hatırlayamayacağım nisbette programlarım oldu. Türkiye’nin 71 şehrinden, o şehirlerdeki üniversitelerden davetler aldım. Gidip o yerlerde konuştum. Malatya ve Gaziantep şehirleri bana fahri hemşehrilik beratı verdiler. Azerbaycan’da Asya ve Gence üniversiteleri, Türkiye’de 18 Mart Çanakkale Üniversitesi, beni Fahri Edebiyat Doktorası ile şereflendirdi. Çalışmalarım dolayısıyla kırktan fazla ödül aldım.
Görmediğim Avrupa ülkesi kalmadı. Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine 10 defa gidip geldim. Türk Cumhuriyetleri üzerine 101 televizyon programı hazırladım. Rusya’ya, Amerika’ya, Çin’e, İngiltere’ye, İran’a, Arap ülkelerine gidip geldim. Bazı ülkelerde resmî vazifelerle bulundum ve Allah’a hamd ederim, hiçbir ülkeden, başım önümde olduğu hâlde ayrılmadım. Daha ne olsun? Daha ne olsun? İddia ediyorum: İsteyen herkes bu noktaya ulaşabilir. Bunu ilim adamları söylüyorlar. Diyorlar ki: “Her insan, dünyaya bir deha merkeziyle birlikte gelir. O merkezin işletilmesi, insana çeşitli başarılar sağlar. O merkezin işletilmesi, geliştirilmesi okumakla, araştırmakla, kelime dünyamızı zenginleştirmekle mümkündür!” Bu iddianın doğruluğunu ben, kendi hâlimden, dünkü ve bugünkü özelliklerimden biliyorum. Ve herkese çok okumalarını tavsiye ediyorum.
Türkçenin doğru ve güzel kullanılması, toplum için de çok önemlidir. Balzac’ın millet tarifini belirtmiştim: “Millet, edebiyatı olan topluluktur. Milleti birbirine bağlayan dilin gücü ve zenginliğidir. Dilin zayıflığı, milletin çeşitli kamplara ayrılmasına yol açar. Unutmamak lâzım: Siyasî istiklâlini kaybeden milletler, eğer dillerini, kaybetmemişlerse uzun yıllar sonra olsa bile, yeniden bir araya gelerek siyasî istiklâllerini kazanmışlardır. (İsrail örneğinde olduğu gibi) Ama dillerini kaybeden milletlerin, yeniden tarih sahnesine çıktıklarına dair, bir tek örnek yoktur. Bizden önce Anadolu toprakları üzerinde yaşayan çeşitli milletler: Hititler, Urartular, Sümerler... buharlaşıp uçmadılar. Dillerini tek ettiler. Sonra hangi milletin diliyle konuşmaya başladılarsa, o milletin içinde eriyip gittiler.
Doğu Anadolu’muzda, zamanla Kürtleşen Türk Boyları vardır. Beri yanda, Nâmık Kemal’in de belirttiği gibi dildeki zayıflık dinî hayatımızda da büyük bir bölünmenin meydana gelmesine yol açmıştır. (Neden olmuştur demiyorum) Mesalâ bizim Alevilerimiz Türkmen boylarındandır. Dinleri de Müslümanlıktır. Dindeki bu bölünme hem Hz. Ali’nin hem de Hz. Hüseyin’in şehit edilmelerinden doğmuştur. Bakın şimdi Hz. Ali 660 yılında, Hz. Hüseyin 681 yılında şehid edildiler. O tarihlerde biz henüz Müslüman değildik. Bizim Müslümanlık dinini kabul edişimiz, bu iki olaydan 290 yıl sonradır. Hz. Hüseyin’in şehit edilmesini kat’iyyen doğru bulmadık. O kadar ki Kerbela faciasını hazırlayan Yezid’i daima lanetle andık. Yezid’i küfür karşılığında kullandık. 950 yılı üzerinden 1062 yıl geçti. Bu süre içerisinde bir tek Müslüman Türk, Yezid ismiyle yaşamadı. Bugün de 74 milyonluk Türkiye’de ismi Yezid olan tek kişi yoktur. Böyle olmasına rağmen Alevî Türkleri Sünnî Türklere Yezid diyerek bakmaktadırlar. Sünnî Türkler de Alevî kardeşlerine kâfir diyerek uzak durmaktadırlar. Her iki görüş te yanlıştır. Ve bu dehşetli cehalet, milletimizi iki hasım kampa ayırmış. Mehmet Âkif bu dehşetli cehaleti dosdoğru tesbit eden şairlerimizdendir:
‘Ne Kürt elifbayı sökmüş, ne Türk okur, ne Arab
Ne Çerkez’in ne Lâz’ın var bakın elinde kitap.
Hülasa milletin efradı bilgiden mahrum
Lâkin şunu unutmayın; zaman-ı ulum!’
Zaman, ilimler zamanıdır. İlim, ancak zengin bir dille yapılabilir. Edebiyat da öyle ilimden, edebiyattan mahrum toplulukların sonları karmaşadır.
Çetinoğlu: 1881-1950 yılları arasında yaşayan Kürt entelektüeli Dr. Şükrü Mehmet Sekban, ‘Bir dilin, bir milleti teşkil etmeye yeteceğini sananlar vardı.’ diyor. Kendisi de vaktiyle öyle sandığı için Kürtçe diye bir dil oluşturmak ve bu dili beynelmilel bir dil olarak kabul ettirmek için çok çalışmıştı.
Nedendir bilinmez, sonra iddiasından vazgeçti. Buradan hareketle; ‘Dil mi milleti oluşturur, yoksa millet mi kendisine bir dil oluşturur?’ Şeklindeki soruyu nasıl cevaplandırmak gerekir?
Bâkiler: Bir Alman üniversitesinin yaptığı araştırmaya göre, yeryüzünde 56 dil var. Türkçe bu dil zincirinin galiba 5. Halkasındadır. Bir iki kademe daha uzakta da olabilir. Diller sıralaması şöyle: 1- Çince. 2- Hintçe. 3- İngilizce. 4- Portekizce. 5- Türkçe... Peki Kürtçe kaçınca sırada? Onu kesinlikle bilmiyorum. Yalnız büyük devletlerin Kürtçeye çok önem verdikleri doğru. Avrupa ülelerine birkaç defa gidip geldim. Gördüm ki her Avrupa ülkesi hem PKK hareketini hem de Kürtçeyi ciddi ölçüler içinde destekliyor. Kürdün kara kaşına-kara gözüne hayran olduğu için değil Türklüğe ve İslâm’a düşman oldukları için.
Rusya da Kürtçeye ve Kürtlere çok önem veriyor. Niçin? Rusya’nın hem Doğu Anadolu hem de boğazlar üzerindeki iddiasını biliyorsunuz.
Bir Azerbaycan seyahatinde, Bakü’de, Prof. Dr. Bahtiyar Vahabzade’nin evinde, bu konuyu görüştük. Bahtiyar Bey, Bakü Devlet Üniversitesi’nin öğretim üyelerindendir. Kürtçe üzerinde de araştırması olmuştur. Benim bir sorum üzerine dedi ki: Burada, Sen Petersburg üniversitesi ilim adamları, Kürtçe üzerinde çok ciddi bir çalışma yaptılar. Gördüler ki Kürtçede 8.000 küsur kelime vardır. Bu kelimeler içinden: Farsça, Arapça, Türkçe, Rusça, Ermenice, Gürcüce, Çerkezce, İbranice... asıllı kelimeler çıktıktan sonra, geriye milliyeti, belli olmayan veya Kürtçe olan sadece 390 kelime vardır. Bak bu kelime sayısı 391 olsaydı da bütün dünya milletleri ayağa kalksaydı. Ruslar o sayıyı bir basamak aşağı indirmezlerdi. Kürtçe kırk yamalı bohça gibidir. Ve dünyada sayılar sistemi olmayan tek dil Kürtçedir. Biz 1, 2, 3, 4 diyoruz. Rus başka, Arap başka, Fransız başka sayıyor. Kürtler ise Farslar gibi sayıyorlar: Yek-dü-se-çar... diye başlıyorlar. Dr. Şükrü Mehmet Sekban, baştan Kürtçe ile ne edebiyat olur ne ilim. “Kürtçe bir ilim dili, bir edebiyat dili olmaktan çok uzaktır!” diyerek bu çalışmasından vazgeçti. Yabancı devletlerin ve bazı Kürtçülerin  Kürtçe üzerinde durmalarının tek sebebi Kürtleri ayaklandırarak Doğu Anadolu’yu Türkiye’den koparmaktır. Bütün enerji kaynaklarımız Doğu Anadolu’dadır. Doğunun ayrılması sanayimizin durması, Türkiye’nin yeniden Batı’nın açık pazarı hâline gelmesidir. Peki böyle bir ayrılmada Kürtler ve Doğu Anadolu ne olur? Bu sorunun cevabını vermek için hem Ermenistan’ın hem İsrail’in, hem Amerika’nın Doğu Anadolu ve Ortadoğu üzerindeki büyük dâvâlarını bilmek lâzım. Devletimize baş kaldıranlar, saydığım devletlerin büyük siyasetlerini bilmeyen kafasızlardır.
Çetinoğlu: ‘Ana dili’ kavramının târifini yapar mısınız?
Bâkiler: Şehirlerin hem yolları, hem de anayolları vardır. Binalarda da öyle. Bir binada birkaç veya beş-on taşıyıcı vardır; bir de ana taşıyıcı...
Ülkelerdeki diller de öyle. Bir ülkede, nüfusun çok büyük bir kısmının konuştuğu dil, ana dildir. Bir de aynı ülkede çeşitli azınlıklara mensup olan kişilerin konuştukları diller vardır. Bunlar şehirlerimizin tâli yollarına, yan yollarına benzerler. Büyük merkezlere, önemli yerlere anayoldan geçilerek varılır. Meselâ Amerika’da, yüzden fazla azınlık yaşamaktadır. Ama devletin resmî dili İngilizcedir. Büyük devletlerde, hiç kimse resmî kuruluşlara kendi dilleriyle başvurarak bir talepte bulunamazlar. Herkes İngilizce bilmek, İngilizce ile resmî kuruluşlara başvurmak mecburiyetindedir.
Türkiye’mizde ANA DİL, kayıtsız-şartsız Türkçedir.
Çetinoğlu: Ülkemizde ‘iki ayrı resmî dil’ bulunmasının sonuçlarını tahlil eder misiniz?
Bâkiler: Ülkemizde iki ayrı resmi dil, önce ülkemizi belirli bir zaman sonra ikiye böler. Sonra, başka bir takım azınlıklar veya topluluklar “bizim başımız kel mi?” diyerek ortaya çıkarlar.
Türkiye paramparça olur.
Ziya Gökalp çok doğru söylemiş:
‘Turan’ın bir ili var
Ve yalnız bir dili var
Başka dil var diyenin
Başka bir emeli var.’
Türkiye’de, devletimize, milletimize, vatanımıza, Türkçemize düşman olanların bile, namusları, şerefleri, hürriyetleri... Türk devletinin, Türk ordusunun ve Türk dilinin ayakta kalmasına bağlıdır.
Türkiye’de resmî dil ve eğitim dili, kayıtsız-şartsız Türkçe kalmalıdır. Yeni yeni resmî diller düşünmek, felâket tellâllığı yapmaktır.




















YAVUZ BÜLENT BÂKİLER
23 Nisan1936 tarihinde Sivas’ta doğdu. Ataları Azerbaycan’dan Türkiye’ye göç etmişlerdir. İlk ve ortaokulu Sivas’ta, liseyi Sivas, Gaziantep ve Malatya’da, Hukuk Fakültesi’ni 1960 yılındaAnkara’da bitirdi.

Çalışma hayatına, Metal-İş Federasyonu’nda Eğitim ve Araştırma Müdürü olarak başladı. TRT Ankara Radyosu Merkez Program Dairesi Başkanlığı’nda raportörlük, Kısa Dalga Yayınlar Müdürlüğü’nde program yapımcılığı ve Kültür Bakanlığı’nda Müsteşar Yardımcılığı,  Sivas’ta avukatlık, Başbakanlık Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığı’nda hukuk müşavirliği, Başbakanlık müşavirliği yaptı. 1992 yılında emekli oldu. 

Şair, yazar ve fikir adamı Bâkiler’in sanat hayâtı mahallî dergi ve gazetelerde yayımladığı şiirler ile başladı. Fakültede okuduğu yıllarda Kopuz Dergisi’nin yazarları arasında yer aldı. Daha sonra Orkun Dergisi’nin yayın müdürü oldu. 1964′ten sonra şiirlerini Hisar Dergisi’nde yayımladı. Çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yazdı.

Millî şiirimizin biçim ve muhteva özelliklerini şiirlerinde görmek mümkündür. Memleket meselelerini, bu memleketin insanına olan içten sevgisini, yaşayan Türkçe ile ve rahat, aydınlık bir üslûpla anlatmıştır. Bu bakımdan Ârif Nihat Asya’nın yolunu devam ettiren şâirlerden sayılabilir. Tarihçi-Yazar Yılmaz Öztuna Yavuz Bülent Bâkiler’den; ‘Türkçenin Büyük Savunucusu’, Altan Deliorman; ‘Güçlü ve Yüksek’, Emekli Vali-Şair Rıza Akdemir; ‘Türk Dilinin Işıklı Bayrağı’, Prof. Dr. Abdurrahman Güzel; ‘Türklük Âşığı’, Aydil Erol: ‘Türkçemizin Ustası’ Olcay Yazıcı; ‘Aşkın ve Anadolu’nun Şairi’, Ahmet Kabaklı; ‘Türk’e ve İslam’a, Turan ve Anadolu’ya dönük sevgi ve düşünce adamı’, Prof. Dr. Mehmet Kaplan; ‘Anadolu insanının gerçeğini derinden yaşayan…’ Yahya Akengin; ‘TRT çöllerinde bir vaha’ sözleriyle bahsediyorlar. 

Sivas’ta siyâsetle ilgilendi. Adalet Partisi’nin il başkanlığını yaptı, milletvekili adayı oldu.

Halen Türkiye Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.

YAYINLANMIŞ ESERLERİ
Şiir kitapları: Yalnızlık (1962), Duvak (1971), Seninle (1986), Harman (2000).
Antolojileri: Şiirimizde Ana, Sivas’ta Şiir.
Gezi notları:Üsküp’ten Kosova’ya, Türkistan Türkistan.
İncelemeleri: Şiirimizde Ana, Sivas’a Şiir, Âşık Veysel, Elçibey, Mehmet Akif’te Çağdaş Türkiye İdeali, Sözün Doğrusu 1-2, Sevgi Mektupları, Gidenlerin Ardından, Ârif Nihat Asya İhtişamı. Mehmet Âkif’te Çağdaş Türkiye İdeali.
Televizyon Programları: Avrupa’da Türk İzleri, Bizim Türkümüz, Sözün Doğrusu.
Ayrıca Bahtiyar Vahapzâde’nin; Feryat, İkinci Ses, Nereye Gidiyor Bu Dünya, Özümüzü Kesen Kılıç / Göktürkler isimli eserlerini Azerbaycan Türkçesinden Türkiye Türkçesine uyguladı.
 

(BİTTİ)