Eski eyaletimiz, bugünkü komşumuz Cihan Tarihi’nin derinliğinden günümüze bir yıldız gibi kayan Mısır. Asırlar evvel İsrailoğullarıyla bir türlü halledemediği hesabını, günümüzde de bir türlü halledemediği için, zor durumda kalmış ve nihayet ülke içinde patlak veren, “Devlete Baş Kaldırma Hareketi” ile malûm zıtlaşmayı, kendi ülkesi içinde “kardeş kanı” dökmek gibi trajik bir konumda devam ettirip gitmektedir... Bizdeki medya ve TV’lere bakılacak olursa; Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in diktası yüzünden Mısır’da kardeş kanı akıtılmaktadır ve nihayet halk gerçekleri görmüş ve ayaklanmıştır!... Gerçek nedir? Hüsnü Mübarek’in diktası mı? O hâlde 30 yıldır bu halkın aklı nerdeydi?... Bu derece basiretsizlik olur mu?!... Olur, sayın okuyucular olur. Emir büyük yerden gelirse olur ve basiretsizliğiyle nikâhlı bir halk aniden silkinip kendine dönerse, bu değişimde muhakkak ki, bir yerlerin direktifi ile organize edilmiş olunmasından asla şüphe edilemez!... Başka şekilde olmasına zaten imkân yoktur. Çünkü, gerçek halk ihtilal hareketi tarih boyunca pek nadir görülmüştür. Dahası onlar dahi, lider veya liderleri olan hareketlerdir ve de o lider veya liderlerin de efendileri vardır. Meselâ, geçenlerde köşe yazarlarından bir duayen (27 Mayıs Hareketi) için Halk Hareketi idi. Sloganı ise: (Ordu-Millet El Ele) idi, diye yazmıştı. Hayır başlangıçta öyle değildi ve Halk Partililer ihtilâl hareketini sahiplenmişler ve böylece rakipsiz şekilde iktidar olabilmenin imkanlarını zorlamışlardı. Halkımıza gelince, 27 Mayıs Askeri Hareketi’nin önemini çok sonraları anlamış ve olumlu değerlendirmelerde bulunmuştur. Meselâ; Tramvay veya otobüslerde tesadüf edilen subaylara yer verilmesi olaylarının ihtilâl hareketiyle uzak, yakın bir alâkası yoktur. Zira, 60’lı yıllarda milletimizdeki “Asker ruhu, askerce duygular” henüz canlılığını muhafaza etmekteydi. Tezahürün başlıca sebebi bundan kaynaklanmaktaydı. Daha sonraki yıllarda ise; “Kitap, gazete ve TV” marifetiyle sistemli şekilde halk ile ordu arasına gayet mahirane şekilde tezgâhlanmış ve gözle görülemez bir set çekmişlerdi. Günümüzde zuhur eden bazı siyasî sürtüşmelerde ordumuzun adını da kullanabilme cesaretinin gösterilmesinde bu durumun büyük bir payı vardır. Bu satırları niçin yazdım? Şunun için yazdım: Bu uğursuz görünmez güç, Mısır’da ayrı, Türkiye’de ayrı taktikler uygulamaktadır!.. Meselâ: Şayet “27 Mayıs 1960 Askeri Hareketi”ne bazı gizli eller karışmış olmayıp da harekâtın başında bulunanlar ikiye bölünmemiş olsaydı, belki de ordu asıl maksadına erişmiş olacaktı ve bu maksat şu hususu ön görmekteydi: (Bir an evvel milleti ikiye ayıran ortamı ortadan kaldırabilmek.) Ne var ki, o tarihlerdeki İstanbul Üniversitesi Dekanı hiç de öyle düşünmemekteydi. Ben bu mevzuu burada noktalamak istiyorum ve zaten merak edenler o tarihlerdeki olayları kaleme almış bulunan yazar ve yetkili kişilerin kalemlerinden okuyabilirler. Daha sonraları yapılan ve üst üste gelen Askeri Hareketlerde de bazı engeller zuhur etmemesi için Ordu elinden geleni yapmıştır. Ordu’nun içinde yaşamadan, Ordu’nun bu gibi harekâtlarında görev almamış olanlar, bence öyle yüksek perdeden ahkâm kesmemelidir!... Demem odur ki, kendi ülkemizin onca meselesi varken, “Orta-Doğu Hâkimiyeti” mezvuunda büyük hesaplar peşinde koşmamız: “ABD, İsrail” başta olmak üzere bazı emperyalist devletleri karşımıza almamız demektir. Biz ise açık, açık niyetimizi belirterek, rakiplerimizi uyarmaktayız!... Bir ayrı düşündürücü husus da: “Mısır’daki ‘İsyan Hareketi’ dolayısıyla ABD Başkanı Obama, Sayın Başbakanımızı aramışlar ve Mısır’ın ‘Geleceği Üzerinde’ görüşmede bulunmuşlar.” Bu durum, bizlerin lehine mi, aleyhine mi orasını zaman gösterecektir!... Düşünün hemen bir çok devletin istikbali hakkında tarih boyunca her daim kuvvetli olan devletler karar vermiş; ya varlığını sürdürmesine veya yok olmasına hep kuvvetli olan karar vermiştir!.. Biz Mısır’a, Mısır bize sıcak bakmaz. “Orta-Doğu” liderliği ise Mısır’ın başlıca idealidir. Arap âlemine gelince. Osmanlı’dan günümüze o köprünün altından nice sular akıp gitti!.. Arap âlemi hangi tarafı tutar bilinmez!.. Arap Dünyası’nın güçlenmesi, hem de Türkiye gibi güçlü bir İslâm Devleti’nin liderliğinde güçlenmesi, en azından İsrail’i rahatsız eder ve bu faktörü bilmek için kahin olmaya lüzum yoktur!... Dolayısıyla, Sayın Başbakan’ın, ABD Başkanı ile görüşmesi vs. dikkate alındığı zaman bütün bu hususların, ülkemizin millî menfaatleri açısından elzemdir inancındayım. Günümüzdeki tabiri ile medyamız, yânî yazılı ve görüntülü basın ise mezkûr meseleye daha ziyade magazin açısından eğilmekte ve bazı açıkça ve bazı da dolaylı şekilde ya İsrail’i veya ABD’yi destekler mahiyette yorumlarda bulunmaktadır. Biz, Mısır Devlet Başkanını tutalım veya Mısır’ın millî menfaatleri neyi ön görüyorsa, onu ele alalım demiyorum. Benim demem şudur: (Her ne yapmayı istiyorsak, sessizce yapalım. Bilhassa hayati tasarılarımızı, işporta malı gibi sergilememiz şart mı?...) Sayın Obama, Sayın Başbakanımızla Mısır mevzuunda kaç sefer görüşürse görüşsün, bunun kamuya alenen açıklanması hiç de doğru değildir. Yânî: (Obama böylesine hayati bir konuya bizimle görüşmeye mecbur kalıyor ve bu durum bizim önemsenen bir devlet olduğumuzun resmidir) gibi çocukça düşüncelerle milletimizi avutmaya kalkışmayalım. Zira Sayın Obama bizimle bu konuda sık sık görüşmek ihtiyacı duyuyorsa, bu sadece: (Biz şu görüşteyiz. Siz de aynı paralelde hareket edin) gibi bir ikazla alâkalı olma ihtimalı yüksektir. Çünkü, hemen hepimizin bildiği gibi: (ABD hiçbir zaman, hiçbir mevzuda kimseye akıl danışmaz!..) GELELİM ŞU SOSYETE PROBLEMİNE!... Hemen her şarkı söyleyen, her sahneye çıkan, adına defile denen sözde moda dünyasının yazlık-kışlık kıyafetlerinin son modellerinin teşhiri gayesiyle körpecik kızları yarı çıplak defileye çıkaranlara sormak lâzım: Onlar podyuma çıktıklarında en çok neyi teşhir etmektedirler?... “Pop-Model” sıfatı ile bizlere sunulanların içinde uyuşturucudan vs. baskınlarla yakalanıp, yargılananlar ve bazı gazetelerin böylesi talihsizlerin ücretsiz avukatlığını yapmaları vs. diğer taraftan “Sanatçı sıfatlarıyla” bizlere takdim edilenlerin kaçının sanatçı oldukları bir yana, adeta ülkemizin “Sosyetesi” içinde ağırlıkları oluşu. TV dizilerinde körpecik kızlarımızın sözde aktrist sıfatıyla akla gelmedik rollere itilmeleri vs. Ayrıca “Sosyete nedir ne değildir?” mevzuuna da temas etmeyi inşallah önümüzdeki makaleme bırakıyorum. Biliyorum benim yazdıklarım basit meselelerdir ama, en büyük yangınlar böylesi basit kıvılcımlardan çıkmaz mı?... Değerli okuyucularım! İnşallah yeni bir yazımda buluşabilmek dileğimle, cümlenize hayırlı tatiller diliyorum efendim. Not: (Bu makale, 6 Şubat 2011 Pazar tarihinde yazılmıştır.)