Sahipsiz Ermeni ve Rum mallarının düşündürdükleri!...

Abone Ol

“Bu niçin böyle olmuştur?” diye uzun uzadıya düşünmemize hiç de lüzum yoktur. Zira, bu meselede ipler ne gerçek Türklerin ve ne de gerçek Ermenilerin ellerinde olmamıştır ve böylesi bir dünyada da olabilmesine imkân yoktur denebilir!...
Zira; Hz.Allah inancının yerini materyale terk ettiği bir garip çağda yaşamaktayız. Dolayısıyla böylesi nahoş vak’aların ve nahoş davranışların sözü dahi edilemez...
Geçtiğimiz yıl, Yazar Nevzat Onaran Bey tarafından yazılıp, (Ekim 2013) neşredilmiş bulunan iki muazzam ciltten müteşekkil, taktirlere şayan bir “araştırma eseri” almış ve okumuştum. Ancak, (OSMANLI’DA ERMENİ VE RUM MALLARININ TÜRKLEŞTİRİLMESİ “1914-1919”) adlı birinci cilt ve (CUMHURİYET’TE ERMENİ VE RUM MALLARI’NIN TÜRKLEŞTİRİLMESİ) adlı ikinci cilt, gerçekten ibretle okunacak ve ilelebet saklanacak birer tarihi belge özelliklerine haizdirler.  
Nevzat Onaran Bey’in iki citten müteşekkil eserini okuduktan sonra, defalarca makale konusu yapmayı arzuladığım hâlde; “Boş ver yaraları deşmekte hemen hiçbir fayda yoktur” ve olsa, olsa her iki tarafta husumetten gayrı hiçbir işe yaramaz. Böylesi eserlerin meraklıları tarafından okunup, şahsi kitaplıklarında saklamaları en uygun olanıdır, diyerek, nâçiz kitaplığıma yerleştirmiştim.
Evet öyle düşünmüştüm lâkin, Tarihçi “Murad Bardakçı” Bey’in, (Nisan 2014) tarihinde yazılıp, neşredilen (İTTİHATÇI’NIN SANDIĞI) adlı eserin alınca, benim pek büyük bir hata işleyerek, Sayın Nevzat Onaran Bey’in pek değerli eserlerini en azından, kıymetli okuyucularıma tavsiye etmemiş olduğumu, esefle düşündüm ve şu kanaate vardım; “siyaset meydanında hak hukuk yoktur ve bunun aksini düşünen her daim aldatılmaya mahkûmdur!..” Dolayısıyla, bilhassa o uğursuz “Ermeni Tehciri” trajedisini mümkün mertebe kalp kırmadan her iki tarafa da; ister lehlerinde ve ister alehlerinde olsun, belge mahiyeti arz eden doküman ve gerekli bilgi arz etmek, başlıca idealim oldu. İdealim diyorum zira, bu konuyu görev edindim. Zira, öyle bir zamana gelindi ki, karşımıza her çıkan, bizlere: (VUR ABALIYA!) deyip geçebilmektedir...
Tarihçi veya Tarih Araştırmacısı olmak ve de hemen her konuda hayli bilgiye sahip bulunmak vs. kişinin hemen her mevzuda otorite olduğunu ispatlamaz! Böyle bir düşünce mezkûr kişiyi bilgi ummanında boğar, yok eder...
Dahası; bir ülkede “Irken ve Dinen azınlıkta olan” bir kavimin, çoğunlukta olan kalem erbabları tarafından her fırsatta hırpalanması, o ülkenin sahiplerine hiçbir zaman üstünlük bahşetmez! Çünkü, adına adalet denen paha biçilmez nesne, böylesi haksızlıklar karşısında kattiyen susmaz ve haksız olanın karşısına çelikten bir zırh gibi dikilir!...
Meselâ; Sayın Bardakçı’nın eserinde: (Ermeniler tarafından şehit edilen Cemâl Paşa ve Yaverleri’nin ailelerine, Ermenilerden metruk emvâl-i gayrimenkule mütesâviyen taksim edilerek temlik ve efrâd-ı aileden her birinin hissesine isabet eden miktar için meccânen tapu senedi itâ olunur.
İşbu suretle verilecek emvâl-i gayrimenkule on sene müddetle satılamaz.) Sahife: 36-37.
Ermeni suikast komiteleri
Tarafından şehit edilen ricâl:
Talât Paşa.
Cemâl Paşa.
Cemâl Azmi Bey.
Bahaeddin Şakir Bey.
Cemâl Paşa’nın Yâveri Süreyya Bey.
Cemâl Paşa’nın Yâveri Nusret Bey.
Said Halim Paşa.
Muş Mutasarrıfı Servet Bey.
Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey.
Boğazlayan Kaymakamı Kemâl Bey.
Muhakkemesinin hin-i cereyanında firar ve intihar eden Doktor Reşid Bey.
Erzincanlı Hafız Abdullah Bey.
Talâd Paşa; Ermeni “Hınçak Fırkası” mensubu, “Soğomon Tehliryan” tarafından öldürülmüştür. “Ermeniler tarafından” öldürülmüştür, tabiri yanlıştır.
Dahası, “Tehcir Kanununu çıkartan ve uygulatan” bizzat Talât Paşa’dır ve bunun böyle olduğunu da hemen herkes bilir.
Sıra Merhum, Cemâl Paşa’nın katledilişine gelince. Merhumu, Tiflis’de alçakça şehid edenler, Ermeniler değil, “Rus Bolşevikleri” olmuştur. Bu konu defalarca basında işlenmiştir. Benim dahi bu hususta makalelerim vardır. Ünlü yazarlarımızdan “Şevket Süreyya Aydemir” merhumun da bu konuda notları vardır. Kaldı ki, Ermeniler’in öldürmeyi düşündükleri belki de son şahıs desek yeridir. Zira, benim çocukluk ve ilk gençlik yıllarımdan hatırlarım hemen bir çok Ermeni evinde: (Atatürk, Mareşal Fevzi Çakmak ve Cemâl Paşa’nın) posterleri bulunurdu.
Şimdi gelelim sürgün günlerine ve Ermeni mallarının şehid edilen Türk büyükleri’nin ailelerine hibe edilmesi konusuna.
O İttihatçı sandığından çıkan belgelere ve de “Sahipsiz Ermeni ve Rum malları” tabirine.
Adamı yerinden yurdundan ettiğin yetmezmiş gibi, bir de malını, mülkünü dilediğin kimselere peşkeş çek?!...
Efendim onlar Ermenilerin şehit ettikleri kimselerin ailelerine hibe edilmiştir. Bundan daha tabii ne olabilir ki?.. Bu kimin veya kimlerin fikir yapısıdır? Onu da söyleyelim; İttihatçı sandığından çıkan belgelerin sahiplerinin fikir yapısıdır!...
Ancak, hemen hiç sayılan ve kattiyen insan yerine konmayan Ermeni Kavimi, böylesine aşağılanmakta ve de malı, mülkü zebilullah dağıtılmaktadır!...
Bu gayrimeşru icraatı haklı gösterebilmek için de, Atatürk ve İnönü adları ve imzaları ön plânda gösterilmektedir ve de birden bire arz-ı endam eden bu sandık, İttihatçılar’ın büyük günahlarını en azından örtbas edebilmek için, resmi belgelerle okuyucuya ulaşılmaya çalışılmaktadır...
Belgeler sahte olmayabilir ve merhum Atatürk ile İnönü’nün imzalarını taşıyabilir. Ancak nihayet bir İttihatçı belgesidir, dolayısıyla; ne şartlar altında böyle bir karar alınmış ve Türkiyemizin her iki Cumhurbaşkanı mezkûr istek belgelerini imzalamışlardır?... Evet! Bu hususun A’dan Z’ye iyiden iyiye incelenmesi ve ona göre değerlendirilerek Türk Milletinin bilgisine arz edilmelidir.
Bu yapılmış mıdır? Bildiğim kadarı ile hayır! Yapılmamıştır. Zira mezkûr kitap arşivimde olduğundan, inceden inceye tetkik edebilme imkânım olmuştur. İstisnalar kaideyi bozmasın; ben zaten İttihatçıların çoğunluğuna asla ve asla inanmam. Bana sabahı müjdeleseler; akşamdır diye yorganı üstüme çeker uyumaya çalışırım...
Dolayısıyla, “sandık” meselesi bendenizi hayli düşündürmektedir!...
Bendenizi en ziyade düşündüren faktör ise şudur: Biz, Ermeniler ile Türkler arasındaki yakın temas ve müşterek yaşantının tarihçesi takriben bin yılı aşkındır ve böylesine candan bir yaşantı, (1800’lerde) yerini aniden düşmanlığa bırakması, hiç akıl alır iş değildir?...
Gazi Hazretlerine gelince, ne Türk Ermenileri ve ne de Zat-ı Hazretleri, hiç bir surette yekdiğerine en ufak bir düşmanlık duymuş değillerdir. Yanî, Atatürk için Osmanlı-Türk Ermenileri, her daim “Sadık teba” sayılmış ve onları Türk Milletinin Hıristiyan kolu olarak değerlendirmişlerdir. Bunun aynen böyle olduğunu ispatlayacak nice belge vardır.
Bu mesele artık kabak tadı vermeye başladı!... Hemen her fırsatta bilhassa Osmanlı-Türk Ermenilerini söz konusu edercesine bir takım taktikler uygulayıp; Türk-Ermeni düşmanlığını her daim taze tutmaya çalışan bazı tezgâhçı emperyalist uşakları var ki bunların hemen hepsi aynı ağızdan konuşurlar. Çünkü efendileri öyle ister...
Düşünüyorum da Sayın Bardakçı acaba bu kumpasçıların farkında değiller mi?... Sahipsiz Ermeni mülk ve diğer malları deniyor!... Acaba ne olmuş da bu mülkler sahipsiz kalmış?... Saf, saf bu suali sordum ya, hemen cevabı hazırdır: (Türk büyüklerini alçakça katleden Ermeni Komitacılarının mülk ve mallarıdır.)
Öyle midir, o hâlde; Osmanlı Millet Meclisi’nde: İttihatçıları ateşli hitaplarla koruyan Mebus Vartges Efendi, kadın ve çocukların asli haklarını savunan Mebus Krikor Zohrab Efendi’nin haklarını kimler arayacak? Onların ailelerine kim yardım elini uzatacaktı?... Hiç bu hususta herhangi bir olumlu ses duyulmuş mudur?...
Biz söyleyelim; seslenen olmuşsa da göz ardı edilmiştir... Günümüzde ise, zaten çoktan komitacı ilan edilmişler ve yeni nesiller bilmeden onları menfi açıdan değerlendirmektedirler!.. Niçin bu böyledir? Böyledir çünkü, yeni nesillere menfi yönden aktarılmıştır!...
Merhum, Ohlannes Vartges Serengülyan Efendi ve Merhum Krikor Zohrab; bizzat Talât Paşa’nın emri ile sürgüne gönderilmiş ve sürgün yolunda İttihatçı fedailerinden, Teşkilât-ı Mahsusa mensubu “Çerkez Ahmet” çetesi tarafından katledilmişlerdir.
Sonradan idam edilmiş olan bu sadist katil, onları nasıl öldürdüğünü iftiharla anlatmıştır. Buyurun okuyun:
(--: Ben bu vatana hizmet ettim. Gidin görün Van ve çevresini Kâbe toprağına çevirdim. Bugün orada tek bir Ermeniye tesadüf edemezsiniz. Vatan’a bu kadar hizmet ettim, sonra o Talât gibi hergeleler İstanbul’da buzlu bira içsinler, beni de böyle muhafaza altında getirsinler, yok bu haysiyetime dokunuyor! Zohrab’a ne mi yaptım, duymadınız mı? Hepsini geberttim.
Halep’ten çıkmışlardı. Yolda rast geldik. Derhal arabalarını kuşattım. Sonra Zohrab’ı yakaladım, ayağımın altına aldım kafasını ezdim.)
Görülüyor ki, bizlerin de “sandıkları” var, hem de muhtelif kaynaklardan, sadece İttihatçı kaynağı değil! Ancak, biz yapıcı yönde hizmet vermeye çalışmayı tercih ettiğimiz için, böylesi kaynaklara pek iltifat etmemekteyiz. Dahası, hangi taraftan olursa olsun; böylesi kaynakların içinde, av peşinde koşan bir takım kumpasçıların savsataları da olabilir!...
15 Kasım 1916 tarihinde “Diyarbekir Divanı Harbi”ne sevk edilen ve yolda Çerkez Ahmet’in çetesi tarafından öldürülen İstanbul Mebusu Krikor Zohrab ve Erzurum Mebusu Ohannes Vartges, Osmanlı Meclis-i Mebusan’da ikinci üçüncü dönem mebuslarıdır. Ayrıca, ikinci ve üçüncü dönemde Van Mebusu Vahan Papazyan, Muş’ta, Vramyan Onnuk Van’da 1916 yılı sonunda öldürülmüşlerdir.
Mondros Mütarekesi’nin gündemde olduğu bir dönemde Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver, yanında Sadrazam Talât, Bahriye Nazırı Cemâl ve İaşe Nazırı Kara Kemal bulunduğu bir sırada “Hüsamettin Ertürk”ü yalısına çağırdı ve şöyle konuştu:
(-: Hüsamettin, şimdiye kadar vekâleten bakmakta olduğum Teşkilât-ı Mahsusa’ya bundan sonra riyaset edeceksin, emrini yazdırdı. Senden ve senin hizmetlerinden memnunuz!... Biz, yakında memleketi terk ediyoruz... Teşkilât-ı Mahsusa’yı resmen lağvedeceksiniz, fakat hakikatte bu Teşkilât asla ortadan kalkmayacaktır... Size çok itimadım var Teşkilât-ı Mahsusa’nın bundan sonraki ismi “Umum Âlemi İslâm İhtilâl Teşkilâtı” olacaktır... Bu Teşkilât’ın heyet-i Merkeziye’si Berlin’de toplanacaktır. Bu heyetin isimlerini size veriyorum. Bunlar: Talât Paşa, Doktor Bahaeddin Şakir ve Nâzım Beyler’dir. Allah yardımcımız olsun.)
Sayın Bardakçı, görülüyor ki, sandıklar pek çoktur ve muhtelif görüş ve inançlara göre sandıklar çoğu zaman yek diğerini yok edebilme mücadeleleri sergilemiştir.. Hele: Sandık, sandık üstüne diye naara atan Tulumbacı sandıkları başta gelir!...
Sayın Murad Bardakçı Bey! İster tarihçi, ister tarih araştırmacısı ve ister gazeteci olun! Bizim için hemen hiçbir şey değiştirmez. Çünkü, bizim esas üzerinde durduğumuz, sizin Ermenileri bir hiç olarak görme tutumunuz ve bu sebeple gayet mahirane şekilde bizlere hakaret edip durmaktasınız. Dahası sadece hakaret değil gayet mahirane bizlere karşı “düşmanlık aşılamaya” çalışmaktasınız. Bu niçin böyle olmaktadır ve niçin bizlere karşı bu derece acımasızsınız? Orasını bilemem. Bildiğim tek şey ise şudur: Bundan böyle bizler de en medeni şekilde kalemimizle mukabelede bulunacağız. Bizler ülkemiz Türkiye’de şamar oğlanı gibi yer daim küçümsenmekten bıtık, usandık! Bizler de şerefli insanlarız ve şerefli bir kavimiz!
Saygıdeğer okuyucularım, hepinize mutlu yarınlar diler ve yeni yazımda buluşabilmek dileğimle sevgilerimi sunarım efendim.