İnsana dair en önemli sorulardan, tartışmalardan birisi de ürettikleri ile arzuları arasındaki kaçınılmaz ilişkinin mahiyetidir. İnsan mevcudiyetinde yaratılışı itibariyle türlü meziyet ve ihtiyaçlarını bulundurur. Meziyetleri, onun üreten; ihtiyaçları ise tüketen bir varlık olması sonucunu getirmiştir. 

Ve insanlık tarihi bu ihtiyaç, arzular ve yeteneklerin bir arada oluştuğunu, göstermektedir. İhtiyaç ve arzular, yeteneklerin itici gücü icatların gerekçesi olmuşlardır. Hem bireysel ve toplumsal ihtiyaçları hem de birlikte yaşamak zarureti insanlığa kültür ve uygarlıkları ortaya çıkartmıştır. 

“ Kültür, ‘semadaki prolog’la başlamıştır. Din, sanat, ahlak ve felsefe vasıtaları olmuştur. Kültürde her şey insanın semavi menşeini ya teyit ya inkar etmek; ya şüphe ile karşılamak ya da onu hatırlamak demektir.  Tüm kültür bu muammanın damgasını taşır ve muammanın çözümlenmesi veya açıklığa kavuşturulmasına doğru devamlı seyreder. Öbür taraftan uygarlık; zoolojik, tek boyutlu yaşamın devamı, insan ile tabiat arasında madde teatisidir.” (Doğu Batı Arasında İslam s.87)

“Kültür, insan olma hüneri, uygarlık ise işlemek, üretmek, yönetmek, şeyleri daha mükemmel yapmak maharetidir. Kültür, ‘durmadan kendi kendini yaratmak’, uygarlık ise dünyayı durmadan değiştirmektir.” (age s.87) Aynı zamanda bu iki kavram, insanın ana temayülüne, çevresi ile ilişkili olma durum ve toplumsal hayatın zaruretine işaret ediyor. 

Aliya İzzetbegoviç, kültür ve uygarlık tanımını, ‘Hayat Dualizminin Refleksi’ başlığı altında yapıyor. Hem kültür hem uygarlık hayatın içinden çıkan, insanlığın tarihiyle gelişen iki mefhumdur. Aslında aralarında olağan bir zıddiyetin düşünülmesi hata olur. Bugün için uygar olan toplumların büyük kültürlerin birikimlerini yok etmek pahasına saldırılarına şahit olsak bile bu zıddiyetin olağanlığını göstermez. İslam toplumunda kültür ve uygarlık bu zıddiyeti gösterecek herhangi bir çelişki yaşamamıştır. İslam uygarlığı, insanlığın insan olmaktan doğan hasretlerine ulaşması için bir köprü vazifesi taşımıştır. 

Uygarlık rasyonalizmin zemininde inşa edilmiştir. Ve insan aklının herşeye üstün gelebileceği kanaatine sahiptir. Bu da insanın madde üzerindeki tahakkümü, madde ile ilişkisi üzerinden somutlaştırılarak temellendirilir. Sadece uygarlığın teknik ve ekonomik kazanımları esas alınarak, sadece rasyonalizmin salt akılcı anlayışı esas alınarak kurulan ekonomi-politiğin, insanlığın büyük bir kısmını refahtan hatta ihtiyaç duyduğu maddi kaynaklardan uzaklaştırdığı açıktır.

İnancı kapsayan kültür ise uygarlığın meta üzerinden gelistirdiği egoizmin karşısındadır. Çoğu yerde rasyolalizme terstir. Toplumsal adalet dedigimiz kavramın hayat bulmasında kültürün rolü hayatidir. Bu boyutuna bakılacak olunursa kültür ve uygarlık kavramını içiçe göstermek eksik olacaktır.

İnsanlığın refahını hedef alan bir sistemin sadece uygarlığın getirisinden ibaret olmayacağı yaşanan tecrübelerden çıkarılacaktır. Çünkü mutlak iyilik arayışı, ahlak anlayışı, rasyonalizme göre karşılığı olmayan mefhumlardır. Adalet, feragat, feraset, fazilet gibi kavramlar akli sebeplerle açıklanmaz. "Ahlak fenomeninin, insan hayatının bir gerçeği olduğu halde, akli yönden izah edilemeyişinde din için birinci belki de tek pratik delil bulunmaktadır. Çünkü ahlaka göre davranış ya manasızlıktır ya da Allah varolduğundan manası vardır. Üçüncü bir şık yoktur. Ya ahlakı bir peşin hükümler yığını olarak 'atmamız' ya da 'ebediyetin işareti' olarak vasıflandırabileceğimiz bir sembol denkleme sokmamız gerekiyor." s.163 İşte bu semboller bütününe 'Din' veya 'inanç' adı verilmektedir. Şimdi davranış ve tutumlar iki taraftan izlenir. Birincisi dünyalık için, menfaat üzerine gelişen rasyonel davranış, ikincisi ise rızayı ilahiyi celb ettirmek amacıyla yapılan ahlaki ya da dini davranıştır. 

Tabi ahlak üzerine daha geniş ve farklı yorumlar vardır. Ahlaki davranışın beklentisizlik ile izahı da yapılmaktadır. Ama bu hayatın temelindeki determinizm hakikatini göz ardı etmek olacaktır. İslam, yokluğu ve nedensizliği kabul etmez. Akaidin temelinde var olan illiyet bağı bunu açıklar. İnsan varlığındaki nedensellik, onun davranışlarındaki nedensellikle bir bütündür. İslam, varlığı ve hareketi, vahdaniyet ve tevhid akideleri ile açıklar. Mutlak varlığın ezeli ve ebedi oluşu da dünya hayatının anlamını ortaya koyan tek ve değişmez hakikattir.