“Öksüz olanın günahı sadece yalnızlığıdır.

Ancak Hz.Allah’ın mukaddes eli onu korur!”

<Levon P. DAĞAĞYAN>

 

Bendeniz, “5 yaşında” kemale ermiştim diyebilirim. Hatırlıyorum da; mahalle arkadaşlarım çocukluğun zevkini doya, doya tadarken, ben o eşsiz zevki hiçbir zaman tam olarak tadamamışımdır. Zira, aklım fikrim, her daim Ermeni kaviminin bir takım menfi ithamlarla, suçlanıp; (“Türk Milletini sırtından hançerledi, içimizdeki düşman, “Ermeni gâvuru!”) gibi son derece çirkin suçlamalarla, her daim bir nevi dışlanmamız küçük Levon’u son derece üzmekteydi!...

Bu durumda benim yegâne tesellim, merhume Teyzem bayan Araksi’nin olumlu telkinleri ve bir nebze olsun beni yalnız bırakmadan tam bir sabırla, olumlu yetişebilmemi sağlamaya çalışmasıydı.

Daha sonra, (8. Yaşlarında) mektep tatilleri (Kuyumcu yanına çırak verildim) ve bu dönemimde Kapalı-Çarşı’nın hemen yanı başında bulunan İstanbul’un yegâne “Sahaflar Çarşısı” ile tanışmam hayatımın en önemli hatıralarından birisi olmuştur. Zira, orada “Kitap Dünyası” ile tanışabilmem mümkün olmuş ve böylece kendimi teselli edebilecek büyük bir kurtarıcı bulmuş olmaktaydı. Ve tabii ki bu kurtarıcı benim açımdan en az hayatım kadar değer verdiğim kitaplardı.

İlk ilgilendiğim resimli çocuk mecmualarından: “1001 Roman, Ateş Çocuk, Yavri Türk ve Çocuk Haftası” idi. Tabii ki bunları zaman içinde peşi, peşine keşfetmiş ve adeta anama bağlanır gibi bağlanmıştım. Daha sonra: “Sefiller, Pardayanlar, Dante’nin dünyaca meşhur divanı “İlahi Komedii” yer almış ve böylece küçük beynimle felsefe dünyasına dalabilme hevesine(!) kapılmıştım.

Çok şükür ki, merhum Teyzem, hiç hissetirmeden okuduklarımı denetlemekteydi. Seçtiğim kitapların kültür seviyesine uygun bir nevi dersler vermekte ve “Yabancı tesirinden” uzak tutmaya çalışmaktaydı. Bu meyanda: yıllar sonra takriben (35 yaşlarımda) çocukluğumdan beri her daim tercih ettiğim Sahaf Nurettin Eren Efendi Hazretleri’nin müridi olma şerefine eriştim. Nurettin Efendi Hazretleri aynı zamanda “Bâyezid Camii’nin” İmamı idi ve onun vaazlarını dinleyebilmek için uzak semtlerden dahi inananlar gelirdi; kıvırcık kızıl saçlı yakışıklı bir din adamı idi. Teni beyazdı ve alnının açık oluşu ona ayrı bir özellik vermekte ve alnı adeta parlamaktaydı. Mahdunu Muhittin Eren, günümüzde muazzam bir yayınevi’nin sahibi ve işletmecisidir. (EREN YAYINLARI)

Bugünümün naçiz kültürünü: Teyzem Bayan Araksi ve Nurettin Eren Hoca’ya medyunum. Her ikisine de Hz.Allah gani, gani rahmet eylesin: (Amin!).

Vatani görevimi ifa ettiğim (1954-1957) yaşa kadar. Türk arkadaşlarımı severdim ama, onlar benim için bir yabancı idi. Aslında onlar için de ben yabancı idim. Nedeni ise, “Biz Ermeniler, Türk Milletini sırtından hançerlemişiz” neviinde söylentilerdi...

Doğup büyüdüğüm “Yeni Kapu” semti nefis bir mesire idi ama, semt olarak küçüktü. Dolayısıyla, benim emsalim (1933) doğumlu olanlar, başka semtlere doğru açılarak kendilerine yeni, yeni arkadaşlar bulmaya başladılar. Ben ilk “Küçük-Vlânga” semtine gittim ve (Aşot Merdinyan ile Arman Hosepyan) mezkûr semtte kaynaştığım ilk arkadaşlarım oldular ki, şu an her ikisi de “Kanada’da” ikamet etmektedir ve zaman zaman telefonlaşarak yek diğerimize olan hasreti bir nebze de olsa gidermeye çalışırız.

Bilâhare: Kum-Kapu, Kadırga ve Nişanca semtlerinde yeni yeni arkadaşlar edindim. Onların da tek tek adlarını yazmam ve izaat vermeye mecbur kalmam, makalemin asıl mevzuundan uzaklaştırabileceği için sarfınazar ettim.

Bu satırlarda şayet dikkat edildiyse, sadece Ermenilerin çoğunluk teşkil ettikleri semtleri tercih etmiş olduğum anlaşılır. Bunun asıl sebebi, Türk arkadaşlarımızın bizleri her nevi belâya karşı korumalarına rağmen, bizleri yabancı olarak değerlendirmeleri olmuştur.

Bizlerin, kendimizi onların yanında eziklik içinde görmemiz, araya mesafe koymamıza başlıca sebep olmuştur!.. Bu durum, benim vatani görevimi ifa için bilhassa tercihim olduğu için Bahriye’ye yazılmamdan sonra son bulmuş ve tam bir vatandaş olarak, asıl haklarımı alabilmek için mücadeleye girmem, beni bugünlere getirmiştir!...

Merhum Gazi Hazretleri’nin dönemleri hariç, diğer bütün dönemler bizlere kendimizi her an yabancı görmemize sebep olabilecek nice ırki saçmalıklarla dolu, dolu olmuştur...

Merhum Gazi Hazretleri: “Her kötülüğün gerilerde kaldığı, günümüz Türk Milletinin azınlık ve çoğunluk statüsüne göre değil ‘Millî Bütünlük’ inancıyla hareket etmelidir.” buyurmuşlar ve bu görüşle merhum Berç Keresteciyan’ı Afyon-Karahisar’dan mebus seçtirerek “TCBMM”sine kabul ettirerek, tam on yıl devlet bütçesini tanzimle görevlendirmiş ve çok olumlu neticeler alındığında: Bundan böyle senin adın “BERÇ TÜRKER” olsun buyurarak rütbelerin en yücesini lütfetmişlerdir.

Şimdi günümüz değerli idarecilerine soruyorum: “Bu zat hakkında olan bilgi mektep kitaplarında yer almış mıdır?” Hayır! Ve lâkin, Ermeni ihaneti vs. hemen, hemen bütün mekteplerde mevcuttur!...

Peki bu doğru mudur?... Tabii ki değildir ve sırf Ermeni Kavimini bir bütün olarak suçlayabilmek için, meydana getirilmiş bir akımdır!...

Akım diyorum, zira olay siyasî yönleri olan bir tezgâhın ürünüdür! Merhum Alpaslan Türkeş, bu uğursuz meseleyi temelinden kaldırabilmek maksadıyla, Ermenistan Devlet Başkanı Levon Der Bedrosyan’la Paris-Fransa’da özel bir görüşme yaptı ve her iki taraf olumlu yönde anlaşarak, meseleyi temelden halledebilmek gayesiyle ülkelerine döndüler. Ne var ki, Levon Der Bedrosyan Ermenistan Cumhurbaşkanlığı görevini terk etmeye mecbur bırakıldı. Merhum Alpaslan Türkeş ise ülkesine döndüğünden birkaç gün sonra vefat etmiş ve böylece olumlu tasarı suya düşmüş, Merhum Turgut Özal ile Süleyman Demirel ise, Azeraycan lehinde hareket ederek, mezkûr tasarının değerini bilememişlerdi. Şayet merhum Türkeş’in olumlu tasarısı yürürlükten kalkmasaydı, günümüz Ermenistan’ı çoktan Türkiye saflarında yer alacak ve böylece “Azeri-Ermeni” problemi de ortadan kalkacaktı. Hem de ebediyen. Ancak, merhum Özal ve Sayın Demirel Azerbaycan nasıl bir statü takip etmek istiyorsa, o yolu tercih ettiler ve de böylece Azeri-Ermeni meselesi tamamen problem halini aldı ve böylece günümüze kadar gelindi.

Türkiye’de devamlı “Ermeni aleyhtarlığı” işlene, işlene Sayın Başbakanımızın da inançla sarıldığı bir düşünce geliştikçe gelişti... Ermeni adı küfürle eş değer taşımaya başladı ve de (Affedersiniz Ermeni, çirkin bir benzeyiş Ermeni adı) Türkiye geneline yerleşti...

Ülkemiz içinde bulunan Azeri asıllı kimseler, üniversitelerimizde öğretim üyeliği ile Ermeni aleyhtarlığı aşılamaya başlamış, daha değişik alanlarda da “Ermeni düşmanlığı” bir şekilde işlenerek ki, hâlâ aynı işlem devam edip gitmektedir... Ülkemiz vatandaşları arasında doğrudan Ermeni düşmanlığı ön plana alınarak, Ermeni insanını adeta bir canavar şekline sokularak, Türk insanına öyle tanıtıldı...

Günümüz Türkiyesi bu durumdadır. Ermeni adı küfürle eşittir... Ve her şeye rağmen biz Türkiye Ermenilerinden vatan sevgisi ve Türklük düşüncesinin ön planda tutmaları istenmektedir!...

Hal böyle iken, Azerilerin Türk ile eş değerde olduğu: “İki Devlet, Bir Millet” sloganı ile hareket eden her iki taraf, doğrudan “Ermenileri” başlıca düşman görmektedir...

10 Ağustos 2014 Pazar sabahı “HÜRRİYET GAZETESİ”nin orta sahifesinde fotoğraflarla süslü koca bir haberin büyük puntolu başlığı şöyle yazmaktadır:

(ERİVAN’I YERLE BİR EDERİZ) ve devam ediyor: (Azerbaycan Savunma Bakanlığı, Ermenistan’ın “Mingeçevir Barajına saldırırız” iddiası üzerine, “Erivan’ı füzelerle yerle bir ederiz” açıklamasında bulundu. Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Putin’le bir araya gelen Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, “Karabağ problemi gerçekten çok uzadı” dedi. Putin de “Karabağ’ı detaylı değerlendireceğiz. Tanrı’ya şükür Azerbaycan ile Rusya arasında çok iyi ilişkilerimiz var” dedi.

Ermenistan-Azerbaycan cephe hattında son günlerde çıkan çatışmalarda yaralanan Azerbaycan askerlerinden ağır yaralı olan 3 er, tedavi için Türkiye’ye gönderilmiş Türkiye’den Bakü’ye gelen ambulans uçak, üç ağır yaralı askeri Ankara’ya getirdi.

Azerbaycan Milletvekili Melahat Hasanova: Askerlerin Türkiye’ye getirilmesi, Türkiye-Azerbaycan birlik ve kardeşliğin bir sembolü. Bu olay büyük anlam taşıyor, dedi.

Askerleri Esenboğa Havalimanı’nda Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler karşılamış, yaralılara, acil şifalar dileklerini ilettikten sonra: “Azerbaycan-Türkiye iki devlet tek millettir. Her zaman Azerbaycan’ın yanında yer alacağız” dedi.

Dağlı Karabağ sorunuyla ilgili olarak son günlerde yaşanan çatışmalarda 14 Azeri askeri şehit olmuş, 50 Ermeni askeri hayatını kaybetmişti. Azeri şehit, Ermeni ise sadece hayatından olmuş muş!...

Basın’a göre, (Azerbaycan’ın elinde “İsrail yapımı 130 km. menzilli”) xtra füzeler varmış. Ermenistan’ın durumuna gelince; Rusya’nın Ermenistan’da Türkiye sınırına yakın, askeri üssünde; (nükleer başlık taşıyabilen taktik İskender Füzeleri mevcutmuş.)

Görülüyor ki, Azerbaycan Savunma Bakanlığı, “Erivan’ı-Yerevan yerle bir ederiz” derken meselenin bu yönünü hiç mi hiç düşünmemiş veya politik bir manevra yaparak, halkının moralini yüksek tutabilmek için böylesi bir fantaziye ihtiyaç duymuş olabilir!..

Bunların hemen hepsine de bir diyeceğimiz yoktur. Ancak, böylesi kışkırtıcı haberlerin Türkiye’de değil de Azerbaycan’da geçmesi daha doğru olmaz mıydı?...

Hazret, Azerbaycan’da değil, Türkiye’de Bab-ı âli medyasının tirajı yüksek bir gazetesinde neşrettirmesi, hiç de şok olmamıştır!...

Neşrettirmesi diyorum, zira hiçbir Türk Gazetecisi, kendiliğinden kalkarak böylesi bir haberi gazetesinin orta sahifesini kaplar şekilde neşrettirmez!..

Bir türlü anlamak istemiyorum: “Türkiye Ermenileri artık istenmiyor mu?” şayet böyle ise, korkunç bir hata işleniyor denebilir!...

Zira, Ermeni Türk Milletinin sanat ve sanatkar koludur. Bu görüşümüzün yanlış olduğunu kimse iddia edemez! Zira gerçeğin bizzati kendisidir!..

Azerilerin ki, hepsinin dediğimiz alçak şahıs, öyle sakat bir düşünceye itibar ettiklerine pek inanmıyorum!... Erivan’ı yerle-yeksan etmeyi, sadece düşünmüyor, aynı zamanda açıkca belirtiyor?!..

Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, nasıl olmuşsa olmuş, Türkiye İdarecileri tarafından benimsenmiş, Aliyev’in hemen her istediğine, lehinde olarak evet denmiş ve böylece günümüze kadar gelinmiştir!...

Türkiye’nin Azerbaycan ile yakın münasebetlere girdiği, daha doğrusu Aliyev ile yakınlık kurulmasından sonra, tutumu değişmiş ırki ve dini farklılıklar onun başlıca meşgalesi olmuş, ülke içinde huzur kalmamıştır. Bu gerçeği görmemek için bir insanın kör olması lazımdır!..

“Yaradılanı, Yaradan’dan ötürü sevmeyi” kendine şiar edinmiş bulunan bir insanın, “Irki, dini ayırım bir yana, mezhep farklılıklarını” dahi dikkate almaya başlamasıyla, Türkiye vatandaşları adeta ikiye bölünmüş ve bilhassa; Ermeni düşmanlığı hemen her tarafı kaplamıştı...

Benim bu makalem neşredildiğinde, Cumhur Başkanlığı seçimi çoktan sonuçlanmış ve de Sayın Tayyip Erdoğan, seçimi kazanmış ve de Cumhur Başkanlığı sayın makamına yükselerek, Çan-Kaya Köşkü’nün yeni sahibi olarak hazırlıklarını tamamlamaya koyulmuş olacaktır. Kendilerine ve aziz milletimize hayırlı ve uğurlu olsun ve de mantıksız sürtüşmeler son bulsun!...

Sayın yeni, Cumhurbaşkanımız! Tayyip Erdoğan, gerçi zat-ı âlilerinizin sayısız memleket meseleleri vardır. Ancak, çok değil bir beş dakikanızı da bu fakire ayırma lütfunda bulunursanız, emin olun, memnun kalacak ve bizlerin de aynı dertlerden muzdarip olduğumuzu görerek, ilgi duyacaksınız. Bizden söylemesi!..

Saygıdeğer okuyucularım! Sizleri, birkaç makalemle aynı konuyu işlemiş olmamla belki bıktırmış olacam? Lâkin, emin olun, bu yazdıklarım, arşivlenmesi icap eden tarihi vesikalardan alınma bir çok gerçek vak’anın özetlerinden ibaret tarihi açıdan değerli yazılardır.

Hürmet ve saygılarımla, yeni yazımda buluşabilmek umudu ile cümlenize sıhhatli ve mutluluk dolu yarınlar diliyorum efendim. Saygı ve sevgilerimle.