Ne zaman kestane pişirsem, aklıma sabrın sessizliği gelir.
Başında durur bir resmin tamamlanmasını beklerim.
Önce hazin hazin pişer.
Piştikçe arada bir zıplar, arada döner.
Bazen, bir bebeğin ağzından çıkardığı “Vııv” sesini çıkartır;
Zira doludur ağzı, doludur da dil bilmez,
Ama o bir “Vıııv”ıyla bile her şeyi anlatır...
Önce çizdiğiniz yerden çatlar, sonra yine zıplar, yine döner.
Öyle çok yanmanın sabrını yükler ki kabuğunun içine;
Siz kapağı açmaya cesaret bile edemezsiniz;
Zira bir anda patlayıverecek öfkenin eşiğine gelmiştir bile...
Sonra birer birer kapağa zıplayıp patlayanlar olur
Ve kendi yerinde tek tek pişenler.
Ateşi söndürür, kısa bir süre sonra kapağı açarsınız;
Bir ikisi öylesine patlamıştır ki, hepsini kendi tozu dumanına katmıştır.
Bu resim sabrın son patlamasıdır...
Sonra bi bakarsınız ki, o patlayanlar sadece çizdiğiniz yerden patlamıştır;
Anlarsınız ki, onca zıplayıp dönmeleri, çizdiğiniz yerden patlamaları içinmişdir.
Ve pişenler öylesine pişmiştir ki, tüm sabırları içine, lezzetine almıştır. 
Siz yedikçe yersiniz...
Bilmezsiniz ki o yediğiniz kestanenin içinde de yatan,
Derin ve dingin bir sabrın öyküsü vardır...
İnsanoğlu da Kestane Gibi Hep Çizildiği Yerden Sınanır;
Ya Sabırsızdır; Çizildiği Yerden Çatlar,
Ya Sabırlıdır; Çizildiği Yerden Pişer...
Çatlarken de, Pişerken de Şunu Görür ki;
Canını Yakanın Canını Çizer, Yakar Biri...
İşte O Biri Hepimizin "Bir"i. 
Sevgilerimle