RÜ-YÂ-DÜŞ, Ta’bir, tefsir man’asınadır ki, dilimizde “düş yormak” diye ifade edebiliriz. Ta’bir, geçmek ma’na’sına olan Ubor maddesinden alınmış olup görülen düşün zâhirinden batınına, şeklinden delâlet ettiği hakikatine geçmek demek olur. Bu ma’na’ca, rü’yâda, kişinin düşünde gördüğü sûret ve misâildir ki, bu enfüsî hayal ve misâlden onun delâlet ettiği meâl ve hakikate intikâl olunur. 

Vahy’in mertebelerinden birisi, rü’yâ’i Sâdıkadır. Ümmü’L-mü’minîn Âişe-i Sıddıka radiya’llâhu anhâ’nın, Mefhar-ı Kevneyn salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizden bilâ-vâsıta, öğrenip bize haber verdiği üzere Nebiyy-i Kerim salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, hiçbir rü’yâ görmezdi ki, sabah aydınlığı gibi vâzıh ve âşikâr zuhur etmesin. (Rü’yâ ki, envâr-ı Nübüvvetin mebâdîsidir. Bunun şafak ziyasına teşbîh buyrulması en yüksek belâgati edebiyye nümûnesidir. Şafak sökmekle dilnîşin ziyasının zulmetleri yararak âfâka yayıldığı gibi, rü’yâ-yı sadıka ile doğan risâlet güneşi de cahiliyyet zulmetlerini yararak âfâk-ı âleme intişâr etmiştir,” demek oluyor.) 

Enes İbn-i Mâlik radiya’llâhu anh’den rivâyete göre, Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem: Sâlih bir kişi (veya sâliha bir kadın) tarafından görülen güzel rü’yâ, nübüvvetin kırk altı cüz’ünden bir cüz’dür” buyurmuştur.  

Resûl-i Ekrem’e rü’yâ-yı sâliha ve sâdıka sureti vahiy altı ay devam etmiştir. Ondan sonra ekseriyyetle vahiy vazifesiyle mükellef Cibrîl vasıtasıyla, veya bilâ vasıta vahy olunmuştur. 

Resûl-i Ekrem’in nübüvvet ve risâlet vazifesi yirmi üç sene devam etmiştir. Rü’yâ tarîkıyla vahiy müddeti, nübüvvetleri zamanının kırk altı cüz’ünde bir cüz’ü olur. Bu cihetle salih mü’minin gördüğü rü’yâ, sıhhat ve isâbet i’tibariyle nübüvvetin kırk altı cüz’ünde bir cüz’üne muvâfık bulunur, demektir. Yoksa nübüvveten böyle bir cüz’ü bâkidir ve o kuvvette bir ilmî hususiyyete sahip olarak devam etmektedir, sanılmamalıdır. Sonra bu zan, rü’yâ’yı vahiy ve nass derecesine yükseltir, bu da teşrîin devamını icab eder ki, çok tehlikelidir. Dînî umdelerin istikrarına münâfîdir. Bu hususun bu suretle bilinmesini hassâten hatırlatmak isteriz. 

“Hiç şüphesiz ki Allah, o rü’yâ’yı Resûlüne sâdık kıldı (yalan çıkarmadı, Ey mü’minler!) İnşâ-Allah Mescidü’L-Haram’a tam emniyet içinde başlarınızı tıraş ederek, (yâhut saçlarınızı) keserek, korkusuz gireceksiniz! Allah sizin bilmediğiniz şeyleri bildi de size Mescidü’L-Harâm ziyaretinden önce yakın bir zamanda mu’azzam bir fetih müyesser kıldı.” (Bu fetih, Hayber fethidir.) 

Bu âyet-i Kerime’de sıdkı (doğruluğu) bildirilen rü’yâ’yı, Resûl-i Ekrem Hudeybiye seferine çıkmadan önce görmüştür. Rü’yâ’sında emniyet içinde Mekke’ye girilip umre edileceğini, Ashab’ın kimi başını tıraş ettiğini, kimi saçlarını kestiğini görmüştü. Bu rü’yâ’sını Ashab’a bildirince onlar da Peygamber’in rü’yâ’sı hak ve vuku’u muhakkak olduğunu bildiklerinden sevinmişlerdi. Rü’yâ’nın bu sene tahakkuk edeceğini sanarak Hudeybiyye seferine iştirâk etmişlerdi. Halbuki Hudeybiye muâhedenâmesi imzalanıp kurban kesilerek geri dönülünce rü’yâ’nın bu sene tahakkuk edeceğini sananlar: Hani, Mekke’ye girecektik, bu rü’yâ nerede? diye bir şüphe ortaya koymuşlardı. Halbuki rü’yâ’nın mazmûnu gelecek sene tahakkuk edecekti ve etti. 

Hudeybiye Seferi, Hicretin altıncı yılındaydı. Yedinci yılında da umretü’L-Kazâ ifâ olundu. Bundan önce de Hayber fetholundu ki, âyetteki Feth-i Karîb (-yakın fetih) budur. Hudeybiye dönüşünden az bir zaman sonradır. Fetih suresi ve bu âyet Hudeybiye seferinden dönüşte yolda ve bir rivâyete göre Cuhfe’de nâzil olmuştur. (Cuhfe, Mekke’ye üç, Medine’ye sekiz konak mesâfede bulunan bir köydür.) 

Ebû Sa’id Hudrî radiya’llâhu anh’den rivâyete göre: 

Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim, demiştir: 

- Sizden biriniz sevdiği (hoşuna giden) bir rü’yâ’yı görürse bilsin ki, o, Allah tarafından (telkin) dir. Rü’yâ sahibi bu rü’yâ’sı üzerine Allah’a hamdetsin ve başkasına da söylesin (anlatsın). Buna aykırı hoşlanmadığı bir rü’yâ gördüğünde de muhakkak ki bu rü’yâ da şeytandandır. Bu halde rü’yâ sahibi rü’yâ’sının şerrinden Allah’a sığınsın ve rü’yâ’sını kimseye söylemesin, (anlatmasın) bu surette o rü’yâ sahibine zarar vermez. 

Ebû Katâde Hâris radiyalla’llâhu anh’in rivâyet ettiği bir başka hadis yukarıdaki hadisi izah eder mahiyettedir: Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Hoş ve doğru rü’yâ Allah tarafından (gelen enfüsî bir telkin ve ta’lim)dir. Hülm de şeytandan (gelen uyku hali)dir. Kişi düşünde şeytânî bir hayâle kapıldığında (uyanınca) şeytanın şerrinden Allah’a sığınsın (E’ûzü Billâhi mine’şşeytân!) ve sol tarafına (şeytanı tard ve tahkîr için üç kerre) tükürür gibi “tuh” desin! Bu surette o düş sahibine zarar vermez. (Hulm, uykuda görülen ve enfüsî-âfâkî hiçbir medlulü olmayan şeytânî hayalden ibârettir. Türkçeleşen “İhtilâm” da bundan alınmıştır. Şeytan aldatması diye ifade edilir. 

Enes İbn-i Mâlik radiya’llâhu anh’den şöyle dediği rivâyet olunmuştur: 

- Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem (süt teyzesi olan) Milhan kızı, Ümm-i Harâm’ın ziyaretine gelirdi. –Ümm-i Harâm bu hadisi rivayet eden Enes İbn-i Mâlik’in de teyzesi idi.- Ümm-i Harâm, Ubâde İbn-i Sâmit radiya’llâhu anh’in nikâhında idi. Bir gün Resûl-i Ekrem yine ziyâretine geldi. (süt teyzesi) Resûl-i Ekrem’e yemek yedirdi ve başını taradı. Sonra Resulullâh bir müddet uyudu. Sonra gülümseyerek uyandı. Ümm-i Harâm dedi ki:

- Yâ Resûla’llâh! Seni ne güldürüyor, diye sordum. 

- Rü’yâmda bana ümmetinden bir kısım mücâhid’lerin şu (gök) deniz ortasında –Pâdişahların tahtlarına kuruldukları gibi- gemilere (Kemâl-i İhtişamla) binerek Allah yolunda deniz harbine gittikleri gösterildi de ona gülüyorum, buyurdu. 

- Ümm-i Harâm der ki: 

- Yâ Resûla’llah! Beni de o (deniz) gâzîlerinden kılması için Allah’a du’â buyursanız, diye rica ettim. Resûlu’llâh da du’â buyurdu. Sonra Resûlu’llâh başını yatağa koyup bir müddet daha uyudu. Sonra yine gülümseyerek uyandı. 

- Bunun üzerine yine ben: 

- Yâ Resûla’llâh! Seni ne güldürüyor? diye sordum.  

- Resûlu’llâh: 

- (Bu def’a da) önce dediği gibi (Ümmetinden bir kısım mücâhidlerin, Pâdişahların tahtlarına kuruldukları gibi  kara nakliyelerine kurulup debdebeli bir Kuvve-i Külliye) Allah uğurunda (Kayser’in şehri Kostantıniyye’ye) gazâya gittikleri gösterildi, buyurdu. 

- Ümm-i Harâm der ki: 

- Yâ Resûla’llah! Beni o (Konstantıniyye) gâzîlerinden kılması için Allah’a du’â buyursanız, diye rica ettim. 

- Resûlu’llâh: 

- Hayır, sen önceki (deniz gâzilerinden)sin, buyurdu. 

(Enes İbn-i Mâlik der ki:) Ümm-i Harâm, Muâviye İbn-i Ebî Süfyan (ın Şam vâliliği) zamanında deniz (gazâsında gemiye) binmişti (ve Haz.Muaviye’nin kumandasındaki gazâ’ya iştirâk etmişti). Fakat (Kıbrıs Adasına) denizden çıkıldığı sırada Ümm-i Harâm, bindirildiği katırdan düşerek gazâ yolunda şehîd düşmüştür. 

Bahiskonusu deniz seferi Hazreti Osman radiya’llâhu anh’ın hilâfeti zamanında ve Hicretin yirmi sekizinci yılında vukû’bulmuştu. Kıbrıs’ın fethiyle nihâyet bulan bu sefer, Müslümanların ilk deniz gazâsı olduğu için Ashâb’ın ileri yaşta olanları da iştirâk etmişti. Haz.Peygamber’in irtihalinden sonra Humus’ta ikâmeti tercih eden, Ubâde İbn-i Sâmit Hazretleriyle kadını (eşi) Ümm-i Harâm da iştirâk etmişlerdi. Hedef Kıbrıs Adası’nın fethi idi. 

Ümm-i Harâm Kıbrıs’ta hırçın bir katıra bindirilmişti. İhtiyar kadın katırdan düşerek boynu kırılıp gazâ yolunda şehid düşmüş ve Resûl-i Ekrem’in rü’yâsı ve Ümm-i Harâm hakkındaki du’âsı tahakkuk etmiştir. 

Yukarıda meâlini verdiğimiz hadisin ikinci kısmında İslâm Ordusunun hareketi bir mu’cize olarak bildirilen “Kayser şehriyle murâd” bütün hadis şârihleri tarafından Şarkî Roma İmparatorluğunun hükûmet merkezi olan Kostantiniyye-İstanbul olduğudur. 

Bu sefer de Hicretin 52. yılında ve Yezid İbn-i Muaviye’nin kumandasında vukû bulmuştu. Kostantiniyye seferine iştirâk eden askerin, hakkındaki Peygamber’in sitayişine mebnî İbn-i Ömer, İbn-i Abbâs, İbn-i Zübeyr, Ebû Eyyûp Ensârî gibi Ashab’ın Sâdâtından pek çok güzideler de iştirâk etmişlerdi. Hattâ Ebû Eyyûp Ensarî’nin vefatı İstanbul surlarının yakınında vukû bulduğu için oraya defnolunmuştur. Rumlar Ebû Eyyûb’un kabrine hürmet edegelmişler ve kurak zamanlarda kabriyle yağmur talep ederlerdi. 

Peygamberlerin Rü’yâ-i Sâdıkaları vahiy’den bir cüz’dür. Ümmetini bağlar, Mürşid-i Kâmillerin rü’yâ ve ilhamları kendileri için ve bağlıları için delildir, kendilerini ve bağlılarını bağlar. 

Avam’ın rü’yâ’sı ve ilhamı, kesinlikle bir delil değildir, ne rü’yayı göreni ve ne de başkalarını bağlar...