Soru özel olarak “ Merkel, faka mı bastı?” şeklinde de olabilir. Ukrayna krizi üzerine Anglo Amerikan cephesinin dayattığı Rusya yaptırımlarına, Almanya daha fazla direnemedi. Çünkü fokurdayan Ukrayna AB’nin komşusuydu. Bununla beraber Almanya, yaptırımların önemli bir kısmının öbür kanadını oluşturmaktaydı.
Rusya’nın adım adım içine girdiği ekonomik kriz, arkasından siyasi krizi getirir mi? Bu kriz iç siyaset yanında bölgesel ve uluslararası dengeleri altüst eder mi? Bütün bu süreçte Türkiye’nin yeri ne olur? Bu soruları çoğaltmak mümkün. Ancak bir gerçeği unutmamak lazım: Modern uluslararası sistemde Rusya daima var olmuştur. Bunun adı ister Çarlık, ister Sovyetler Birliği, isterse Rusya Federasyonu olsun. Bu gerçeğin altında sistemin mi Rusya’ya ihtiyacı olduğu yoksa jeopolitik gerçeklerin mi Rusya’yı ayakta tuttuğu ayrı konudur. Fakat sözkonusu dönemin aynı zamanda Anglo-Sakson veya Anglo-Amerikan dönemi olduğunu da unutmamak lazım.
Almanya’nın düşürüldüğü Anglo-Amerikan tezgâha gelince. Öncelikle modern çağların başında, Hindistan ile Rusya arasındaki Müslüman yurtlar kontrol altına alınmıştır. Afganistan kavgaları dışında Kafkasya ve Orta Asya’da bağımsız bir Türk devletini öncelikle İngiltere istememektedir. Türkistan hanlıklarının işgalinden sonra Doğu Türkistan’daki Kaşgar devletine karşı Çarlık yönetimi önce sessiz kaldı. İngilizler bu devletin bir an önce ortadan kalkması gerektiğini, aksi takdirde hanlıkları elde tutmanın imkansız olacağı konusunda Rusya’yı ikna etti. Rusya’nın erzak yardımı ve İngilizlerin kredi desteği sayesinde Çin yönetimi Kaşgar Hanlığı’nı ortadan kaldırdı. Savaş esnasında İngilizlerin diplomatik ve ajan faaliyetleri ile Çin’in gâlibiyeti garanti edildi. 
Benzer stratejiler Çarlık dönemi kapanırken beyazlar ve kızıllar iç savaşı sürecinde de görüldü. Çanakkale destanının arkasında İngilizlerin boğazları geçerek beyazlara destek planları da bulunmaktadır. Batı karşıtı Bolşevikler iktidarı ele geçirdiği halde 14 ilke sahibi Wilson, Çarlık coğrafyasında Müslümanlara bağımsızlık hakkı tanımamış, aynı topraklar üzerinde Sosyalist Rusya’nın kurulması gerektiğini söylemiştir. 
Soğuk Savaş yılları bir bakıma Avrupa’nın bölünmesi dönemidir. Anglo-Amerikan emperyalizm güçlü bir Kara Avrupasını hiçbir zaman istememiştir. Ortada tarafsız bir devlet ile Avrupa’nın doğusu Sosyalist sisteme bırakılmıştır. İngiliz-Amerikan siyaseti Avrasya’da Türkistan ve Kafkasya’yı da içine alan dev bir Rusya’yı zorunlu görürken bu gücün Avrupa ile özellikle de Almanya ile güç birliği yapmaması gerektiğini de belirler. İngiliz Mackinder’in Kara Hakimiyeti Teorisi’nde bu istekler ayrıntılı olarak tespit edilmiştir. Soğuk Savaş döneminin sembolü Berlin Duvarı aynı zamanda Almanya’nın bağrından ikiye bölünmesi hadisesidir.
İngiltere’nin AB’nin ne içinde ne dışında politikalarında da bu ince hesaplar bulunmaktadır. Aslında Kara Avrupası projesi olan AB’ye İngiltere üye olduğu halde başta parasal birlik olmak üzere temel konularda muhalefeti hep var olmuştur. Bu yönüyle bu üyelik bir bakıma Anglo-Amerikan’ın AB’yi içeriden kontrolü projesidir.
Sovyet sonrası Rusya’nın 1990’lar boyunca yaşadığı kritik süreç federasyonu dağılma eşiğine getirmiştir. Ancak Rusya Federasyonu olarak BM Sözleşmesi’ndeki ismini ve pozisyonunu kaybettiği halde BM Güvenlik Konseyi daimi üyeliğine kabul edilmiştir. Aynı dönemde G7’nin Rusya ilavesiyle G8 haline gelmesi büyük Rusya’yı ayakta tutma stratejisi çerçevesinde bir örnektir.
Ukrayna krizinde petrol fiyatlarıyla cezalandırılmak istenen Putin yönetimindeki Rusya, kesinlikle Yeltsinli Rusya’dan daha zayıf durumda değildir. Petrol fiyatlarının 45 dolara kadar inerek bu dönemin uzadığı oranda Rus ekonomisi dolayısıyla askeri ve siyasi etkinliği darbe yiyecektir. Bununla beraber Rusya’nın mesela Kırım’ı ilhakından geri adım atacağını beklemek saflık olur. Amerikanlaşma yolundaki Rus gençliği bu süreçte belki de “titreyip kendine dönme” fırsatı bulacaktır. Moskova’da Cafe girişindeki paspasa Amerikan bayrağı resmi konulması ve gençlerin heyecanla bu bayrağa ayakkabılarını silerek geçmesi magazin haber ötesi gerçekliğe sahiptir.
Yaptırımlarla Rusya sarsılırken hangi ülkelerin ezileceği endişesi yayılmaktadır. Belirtmek gerekir ki finansal krizi atlatma aşamasını henüz geçmemiş olan Avrupa’da bu süreçte bir devletin hatta bir şirketin iflasının dahi domino etkisi tahmin edilenin üzerinde olabilmektedir. Putin’in ziyaretinde verilen sözler bir anda Türkiye’yi kriz fırsatçısı haline getirdi. Ancak Rusya’nın Türkiye’den daha fazla mal alması beklenirken önceki bağlantıların karşılıklarının ödememeye başlaması, reel sektörde paniğe yol açmıştır.
Almanya’nın Rusya ile ekonomik ilişkileri daha ileri seviyededir. Yatırımların ve ticaretin durma noktasına gelmesi Rusya’dan çok Almanya’yı sarsacaktır. Çünkü ekonomideki devletçi vasfını önemli ölçüde koruyan Rusya, yeni şartlara adapte olabilme yoluna girmiştir. Almanya’nın ise henüz böyle bir şansı bulunmamaktadır.
Ukrayna’nın AB ve NATO üyeliklerinin gündeme gelmesi ile Rusya’nın buna karşı çıkışı Almanya’yı kırk katır ve kırk satır tercihiyle karşı karşıya bırakmıştır: Yaptırımları kabul ederek klasik Anglo-Amerikan emperyalizmi karşısında diz çökme veya Ukrayna krizinin genişlemesini bekleme. Bu dönem değerlendirilirken şu soru sorulacaktır: Merkel, yaptırımları kabul ederek faka mı bastı? Rusya, bu dönemi de atlatacak. Ancak sarsıntıları en fazla Almanya’yı ezecek gibi. Almanya’yı ezmek ise Anglo-Amerikan stratejilerin başında gelmektedir. Büyük savaşın yolda olduğunu söyleyenler de az değil. Belki de başlamıştır.