Kıbrıs Rum tarafında 22 Mayıs Pazar günü gerçekleştirilen Temsilciler Meclisi seçimleri ve özellikle Anastasiadis ile görüşmecisinin ve sözcüsünün 2016 yılı içindeki tavır ve söylemleri, Rumların Kıbrıs siyasetinde hedef ve ray değiştirdiğine işaret etmekte. Belli ki Rum Cumhurbaşkanı Anastasiadis ve yanındaki akıl hocaları ya, Helen ırkının geleneksel ve kalıtsal megalomani hastalığına kapılıp büyük hayaller peşine düşmüşler, ya da perde arkasından kendilerine Kıbrıs konusunda destek veren bir ağa babaları var.

Anastasiadis Rum tarafından Cumhurbaşkanı seçildikten sonra önce Türkiye Cumhuriyetinin araştırma gemisi olan Barbaros gemisinin kendilerinin tek taraflı ilan ettikleri sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölge sularına girmesini bahane ederek masadan kalkmış sonra da Cumhurbaşkanı Eroğlu ile karşılıklı mutabakata vardığı ve altına imzasını koyduğu 11 Şubat belgesi ile de tekrardan yerine oturmuştu. Gerçekte kapalı kapılar ardında ABD ve AB, Anastasiadis’in kolunu büküp aba altından sopa göstermeseydi, masaya oturmak gibi bir niyeti yoktu.

 Bu olayın devamı olarak, bu sefer de garantiler konusunu ve “Türkiye’nin Garantörlüğü”nü gündeme getirme çabası içine girdi. Kendince getirdi de. Gerek kendisinin gerekse de sözcüsünün bu konudaki açıklamaları, kendi kendilerine gelin güzel olmak çizgisini hayli aştı. Çok değil daha birkaç gün önce Rum Hükümet Sözcüsü Nikos Hristodulis’in söylediği “Çözümün ardından Türkiye’nin yalnızca Kıbrıs’ın Kuzeyinde garantör olmasını da kabul etmiyoruz” sözleri hem kafalarında olanı açığa net bir şekilde vuruyor, hem de megalomanilerini.

Sanki de kendilerine soracaklarmış “Türkiye’nin garantörlüğünü kabul ediyor musunuz” sorusunu da, şimdiden bunun olamayacağı mesajını vermeye çalışıyorlar akıllarınca. Üstelik savunmaları da kendilerine özgü. “Rum tarafının garantiler konusundaki tezinin, uluslararası toplum tarafından da bilindiği” iddiasında, Anastasiadis ve Hristodulis. Zannediyorlar ki hem Kıbrıslı Türkler, hem de Türkiye aptal ve hiç bir şey bilmez, kendileri ne isterse o olacak!
 Oysa bugüne değin Kıbrıs konusu onların istekleri doğrultusunda gitseydi, zaten müzakerelere de gerek kalmazdı. Kıbrıs adası Yunanistan’a bağlanmış bir Helen adası olurdu, bizlerde pılımızı pırtımızı toplayıp çoktan adayı terk etmiş olurduk.

Garantilerin devamı olarak da konuyu, son 42 yıldır adaya Barış’ı getiren ve adadaki barışın sürekliliğini sağlayan Kıbrıs Türk Barış Kuvvetlerine getirmek sevdasına düştüler. Hem de öylesine ustaca getirmeye çalışıyorlar ki, “Lütfen ve Kıbrıslı Türklere bir lütuf olarak, Türkiye’nin garantörlüğünü sadece adanın kuzey kesimi kaplayacak şekilde kabul etmiş olsalarmış dahi, adada asla 1 tane dahi olsa Türk askerinin kalmasına izinleri yokmuş ve asla da böyle bir şeyi kabul etmeyeceklermiş.” 

Bu garantörlük ve Türk askeri konusunda öylesine kendi kendilerine gelin güvey olmuşlar ki, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın, “Türkiye’nin sadece adanın kuzeyi için garantör olacağı bir sistem önerdiği ve buna karşılık olarak da Anastasiadis’in adada Türk askeri kalmaması durumunda bu öneriye sıcak bakabileceği”ni iddia ediyorlar. 

“Aç tavuk kendini buğday ambarında sanırmış” misali, Kıbrıs Rum kesimi de Avrupa Birliği üyesi olmakla kendini Türkiye’nin üzerinde ve Türkiye’den daha kuvvetli olduğunu sanmakta zahir. Avrupa Birliğinin temelini oluşturan, Schuman Deklarasyonunun sonucunda, 1951 yılında, Belçika, Federal Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda'dan oluşan 6 üye ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) kurulurken benimsenen “oy birliği” ve “Veto” kuralı, Kıbrıs Rum kesiminin 1 Mayıs 2004 tarihinde halen geçerliliğini koruduğundan, Türkiye-AB Katılım müzakerelerinde Kıbrıs Rum Kesimi, bu hiç çaba göstermeden elde ettiği bu veto hakkını kullanıp 6 başlığı veto etmekle, kendini Türkiye’den daha güçlü ve baskın zannediyor.
(Devam edecek…)