Rumla Uzlaşma mı?...

Abone Ol

 

Bunları geçelim diyemeyiz. Annan Planı ile gideceğimiz köyün minareleri çoktan görülmüştür. Referandumda EVET denildi diye cezalandırılmaktayız. Boş sözlerle kimse kimseyi kandırmasın! 40 yıldır can pahasına koruduğumuz ilkeler, eşit egemenlik, 21 yaşına gelmiş olan devletimiz, 1975'den bu yana yaşayıp yaşattığımız bağımsızlığımız bir çırpıda Rum'a hibe edilmektedir. 1963-64'te terörist, eli kanlı Makarios'u, ve o'nun suçlu idaresini "meşru hükümet" olarak tanımış olan ABD, İngiltere ve diğerleri, bu kez, 40 yıl Rum'a boyun eğmemiş olan Kıbrıslı Türklere "Annan Planı'na EVET dediğinize göre, Denktaş'ın savunduğu ayrı egemenlikten / bağımsızlıktan vazgeçtiğinizi kanıtladınız. Rumlarla birleşme istiyorsunuz, Türkiye'nin garantisinden, askerinden de vazgeçtiniz" diyorlar!

 

Bizden hala "uzlaşma, birleşik Kıbrıs, birleşme" sesleri yükselmektedir. Bunlara önem veren AB ve diğerleri "Bağımsızlığımıza sahip çıkalım" diyenlere  kulaklarını tıkamaya devam etmektedirler.

 

EOKA'cı Papadopulos'un görüşme şartlarını es geçenler var mı bilmiyorum. Ben burada Papadopulos'un temsilcilerinin resmi girişimlerini ele alacağım.

 

İslâm Konferansı Örgütü'ne mektup yazan Rum idaresi Kıbrıs Türklerinin Kıbrıs Cumhuriyetinde İslami bir azınlık olduğunu, bunların adını "Kıbrıs Türk Devleti'ne dönüştürmenin BM kararlarına aykırı olduğunu, böyle yapmakla Rumların çok arzuladıkları uzlaşmanın yolunu kapadıklarını savunuyor. Kıbrıs Hükümeti olarak İslam ülkelerini BM üyesi olarak doğru yola çağırıyor.

 

Bu silahsız saldırı uluslararası toplantıların her birinde amansızca devam etmektedir. Bizim "uzlaşma isteriz, Annan Planı'nı da görüşmeye hazırız" şeklindeki yalvarışlarımız, Rumların ekmeğine yağ ve bal sürmektedir.

 

BM İnsan Hakları Komisyonunda, geçtiğimiz günlerde, Rum temsilcinin savunmasına bakalım:

 

"Annan Planı'nı reddettik; uzlaşmayı değil" diyerek "Rumlar bu planı reddetmekle uzlaşmayı da reddettiler" diyen Genel Sekreter Annan'ı yalanladıktan sonra bakınız neler diyor.

 

"Statüko hala devam ediyor" sözleri, "statükoyu yıktık, yıkacağız" diyerek, bağımsızlığa sahip çıkan herkesi "statükocu" diye kötüleyenler, Rum'un statükodan neleri kastettiğine bir baksınlar. Onlara göre "statüko" şunlardır. %37 toprak hala işgal altındadır; 35000 asker hala Kıbrıstadır, her gün işgalci tarafından Rumların insan hakları ihlal edilmektedir!

 

Bize göre Kıbrıs'ta değiştirilmesi gereken statüko Rumların 1963'te kan akıtarak oluşturdukları, Anayasa'ya, andlaşmalara, İnsan Haklarına ters düşen durumdur. İki halkın vatanı olan Kıbrıs'ı, Yunan ordusu ile el ele vererek işgal etmek oyununu Türk müdahalesi nedeniyle, tamamlayamayan Rum idaresi %37 toprağı da işgalden vazgeçmiş değil. O'na göre, bertaraf edilmesi gereken "statüko" işte budur. %37 toprağın da kendilerine verilmesi, yani KKTC'nin ortadan kalkması, bağımsızlığımızın yok edilmesidir.

 

Rum tarafında "statüko kabul edilemez" diyenlerin korosuna ses vererek bizdekiler de "statüko değişecek" deyince Weston'ların, De Soto'ların "Türkler, Denktaş'ın savunduğu bağımsızlığı benimsememiştir" yargısına varmalarına şaşmamalıyız!

 

Ve Rum temsilci devam ediyor: Güvenlik Konseyi Kararları, İnsan Hakları Mahkeme Kararı "Kıbrıs'ın egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne saygıyı öngörmekte ve "ayrılıkçı tarafı" takbih etmektedir.

 

Bunun cevabını bu insanlara "birleşme istiyoruz; Annan Planı temelinde uzlaşma istiyoruz" diye mi vereceğiz? "Evet biz ayrılıkçıyız, o güzelim ortaklıktan kan dökerek ayrıldık, özür dileriz; BM kararlarının saygı duyduğu (sizinse yerle bir ettiğiniz) Kıbrıs Cumhuriyetinin varlığını kabul ediyoruz" mu diyeceğiz?

 

Unutmayalım, Papadopulos halkını kandırmak için Annan Planı'nın Kıbrıs Cumhuriyetini ortadan kaldıracağını savunmuştu. Halbuki "virgin birth" teorisi, bunun devam edeceğini gizleyen göz boyamadan ibaretti.

 

Rum liderleri 1964'te ne düşünüyorlarsa bugün de aynını düşünmektedirler. Papadopulos bu nedenle "ben Türkiye ile görüşürüm, Talat ile görüşmem" diyor! Kan akıtarak çaldıkları "Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti" ünvanından taviz vermek niyetinde olmadığını açıkça ifade ediyor.

 

Peki, bu durum karşısında AB'ne giriş yolumuz bunların önünde el ovuşturup, "uzlaşma istediğimizi gösterecek inceliklerde" bulunmak mı? yoksa, kendi ayaklarımız üzerinde durarak AB ile direk pazarlıkta ısrarda mı? AB Kıbrıs'ın tümünü stratejik nedenlerle istediğini açıklamıştır. O halde bizimle direk pazarlık talebimize ters bakmamalıdır.

 

Rum temsilci "uluslararası camia Kıbrıs'ın birleşmesini istiyor" diyor ve Kıbrıs'ın birleşebilmesi için ayrılıkçı rejime (yani KKTC'ne) direk veya dolaylı şekilde yardım yapılmaması gerekir diyor. AB nezdinde de KKTC'nin halkına vadedilen her yardımın önünü bloke edenler de bunlar. KKTC makamları AB makamlarına "söz vermiştiniz, yardımlar nerede?" dediğinde alınan cevabı da düşünürsek, "uzlaşma, bütünleşme isteriz" sözleri ile bir yere varılamayacağını daha iyi anlamış oluruz. Vaadiniz, sözünüz nerede?  sorusuna AB yetkilileri "ne yapalım? Kıbrıs bizim de üyemizdir; yasalar var. Bunları çiğneyemeyiz. Kıbrıs Hükümetinin olurunu almamız gerekiyor. Bize yardımcı olunuz. Bir miktar asker çekiniz, Maraş'ı iade ediniz" cevabı veriliyor.

 

Rum temsilci göğsünü gere gere ve yüzü kızarmadan "birleşme Kıbrıs Hükümetinin katıksız önceliğidir" diyor. Bizimkiler de "katıksız birleşme, bütünleşme" istediğine göre 42 yıllık ayrılık niye devam ediyor sorusunu soran yok! Bizimkiler, birleşmenin şartlarını, kimin kiminle, nasıl birleşeceğini açıklamıyor; fakat Rum temsilci BM İnsan Hakları Komisyonu'na yine göğsünü gererek ve utanmayarak birleşmenin şartlarını şöyle sıralıyor:

 

"Hükümeti tüm Kıbrıslıların insan haklarının korunmasından başka bir şey istemiyor!"

 

Unutmayalım! %37 işgal nedeniyle insan hakları uygulanamıyor tezini savunan Rum temsilcidir konuşan! 1963-1974'de yaptıkları unutulmuş. Her şey işgalden başlıyor. Zaten o yıllarda "tek bir Türk öldürülmedi" dememiş miydi Papadopulos?

 

Evet, Rum temsilci devam ediyor, "İnsan haklarının korunmasını tek yanlı aldıkları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kararları doğrultusunda istiyor. Yani Rum göçmenlerin tümünün geri yerlerine dönüşünde ısrar ediyor. Geri dönüş, mal-mülkün iadesi, kayıpların akıbeti uluslararası yasa ve normlara göre halledilmeli diyor.

 

"Uzlaşma, birleşme, barış" sözleri çok ulvidir. Ancak, bu deyimlerden Rum neyi kastediyor, neler istiyor bilmezsek, "uzlaşma" yerine siyasi haklarımızın teslimiyetini; "birleşme" yerine, toprağımızın teslimiyetini, "barış" yerine birkaç yılda yeniden yırtılıp atılacak bir kağıt anlaşmasını almış olacağız.

 

Bu nedenledir ki, bağımsızlığımız, eşit egemenliğimiz masaya yatırılmamalı, pazarlık konusu yapılmamalıdır diyoruz.

 

Atatürk'ün "Barış diyorsam, bağımsızlığımızı murad ediyorum" sözünü yeniden kalbimize yazalım. Rum'un kulu kölesi olmak istemiyorsak bağımsızlığımıza sahip çıkalım. Sonradan pişmanlık beş para etmeyecektir