Rum yönetimi, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın ‘Ada’daki gerilimi azaltalım, doğalgazda ortak komite kuralım’ önerisini bir kez daha reddetti. Karar Güney Kıbrıs’taki tüm partilerin ortak görüşü ve oybirliğiyle alındı. 

Ortak komite önerisi hatırlanacağı üzere ilk olarak 2011 yılında 3. Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu tarafından önerilmiş, sonrasında yinelenmiş ve o zamanda Rum yönetimi tarafından reddedilmişti. Ortak komite kurma önerisi bugüne kadar 3. kere Rum yönetimi tarafından reddedilmiş oldu.  

Bakınız vatan toprağı ne anlam ifade ediyorsa deniz yetki alanlarımız ve hava fır hattımız da aynı anlamı ifade etmektedir. Vatan toprağı nasıl parayla ölçülemezse denizimiz mavi vatanımızda parayla ölçülemez! Öncelikle meseleyi bu çerçevede ele almak gerektiğini görmemiz gerek. Mesele hidrokarbondan daha önce egemenlik meselesidir! 

Bakınız, eğer Doğu Akdeniz’de mesele Rum yönetimi ve Yunanistan’ın dolayısı ile AB ve ABD’nin istediği gibi olsa ne olur? KKTC’den Türkiye’ye gidecek bir gemi ya da Antalya’dan İstanbul’a gidecek bir gemi Rum yönetimi ve Yunanistan’dan her defasında hem izin almaları hem de harç ödemeleri gerekir! Mesele egemenlik meselesidir. 

Şu anda Doğu Akdeniz'de Türk tarafının üç gemisi var: Fatih, Yavuz ve Barbaros. Rum yönetiminin ortak komite önerisini reddetmesi üzerine Türkiye Oriç Reis Gemisini de bölgeye gönderme kararı aldı. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e göndermiş olduğu gemi isimleri bilindiği üzere tarihi misyona sahip isimlerdir. Fatih, İstanbul’u, Yavuz'da Ortadoğu’yu fethetmiştir. Barbaros ise bütün Akdeniz’e hâkim olmuştur. Oruç Reis ise Barbaros’un kardeşidir! Türk tarafı görüldüğü üzere gemilere verdiği tarihi ve misyona sahip akıllıca isimlerle tüm taraflara açık mesaj verecek adımlar atıyor. Türk tarafı diyor ki; “Kıbrıs Türklerinin haklarını korumak için açık denizlerde ben varım. Güney’de ben varım. Yavuz’da kıta sahanlığının içinde yine ben varım. Doğu Akdeniz’de bizi Türk tarafını yok sayarak iş yapamazsınız.

Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti en başından beri Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı meselesinin barış ve uzlaşı zemininde uluslararası hukuka uygun hakkaniyete dayalı bir şekilde çözümlenebilmesi için çaba göstermiş ve göstermeye de devam etmektedir. 

Türk tarafı bu anlamda defalarca AB, ABD ve Birleşmiş Milletlere uzlaşı ve hakkaniyete dayalı bir biçimde ortak komite kurulması gerektiğini kendilerinin de bu anlamda ellerini taşın altına koymaları gerektiğini dile getirmişti. Ne yazık ki aradan geçen süre zarfında Ne AB, ne ABD ne de BM ortak uzlaşı ve ortak komite kurulması konusunda kılarını kıpırdatmadılar. Bilakis AB ve ABD Rum yanlısı bir tavır takınmayı tercih ettiler.

Kıbrıs müzakere süreci bilindiği üzere Crans Montana Zirvesi’nde Rumların katı ve uzlaşmaz tutumlarını devam ettirmeleri üzerine çökerek sonlanmıştı! Müzakere sürecinin sonlanmasının ardından Türk tarafı Doğu Akdeniz’de o güne kadar sürdürmüş olduğu reaktif politikasında daha önce defalarca ifade ettiği üzere proaktif bir politika izlemeye başladı! 

Türkiye ve KKTC’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatlerini proaktif biçimde savunmaya başlamış olması anlaşılan bazılarını son derece rahatsız etti. 

AB, Rum yönetiminin sözde ilan ettiği uluslararası hukuka aykırı ve ihtilaflı Münhasır Ekonomik Bölgeleri AB’nin MEB’ine eklemeye çalışmaktadır. Bu yolla hem Doğu Akdeniz’de hem de Ortadoğu’da söz sahibi olabilmeye çalışmaktadır. 

AB Doğu Akdeniz’de söz sahibi değildir. AB eğer Rum tarafı lehine konuya müdahil olmaya kalkarsa o zaman hukuken kendisi işgalci olur. AB 2004’de Rumları AB’ye üye alırken öyle anlaşılıyor ki hem kara, hem deniz hem de hava fır hatları konusunda Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da söz sahibi olabilmeyi düşünerek böyle bir adım atmıştır! 

Akdeniz çanağında, Cebelitarık’tan Süveyş’e akan güzergâhta Hint Okyanusu ile Atlas Okyanusu arasındaki en kestirme yol Doğu Akdeniz’dir. Bu alanda yılda yaklaşık 220 bin seyrüsefer yaptığı bilinmektedir. 

Tesadüfe bakın ki Rum yönetimi 3. Kez ortak komite kurulmasını reddetti, Avrupa Birliği ise Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki faaliyetlerine ilişkin olarak bir takım yaptırım kararları aldığını açıkladı. Annan Planı’nı da Rumlar reddetmiş ve Mayıs 2004’de Avrupa Birliği’ne üye olarak kabul edilmişlerdi!

AB'nin Türkiye'ye ilişkin aldığı kararları değerlendiren TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, "Çok da ciddiye almaya gerek yok çünkü Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA) kesintilerini daha önce yapmışlardı. Merkez Bankasına ya da bankalara siyasetçilerin müdahale etmesini, AB her zaman eleştirir. Serbest piyasa ekonomisi' der ama şimdi bankaya talimatlar ya da tavsiyeler veriyor. Sivil havacılık görüşmeleri, Rum kesimi nedeniyle zaten durmuş vaziyette idiler. Aldıkları kararların uygulanmasının mümkün olmadığını kendileri de biliyor. Rum kesimini tatmin etmek için. Saçma sapan dayanışma anlayışıyla Rum kesiminin ve Yunanistan'ın baskısıyla, affedersiniz, kıytırıktan kararlar almak durumunda kaldılar. Bunlar basit şeyler, bizi etkileyecek şeyler değildir." ifadelerini kullandı.

Çavuşoğlu, bundan sonraki süreçle ilgili olarak "Eğer Türkiye'ye yönelik böyle kararlar alırsanız, faaliyetlerimizi artıracağız. Doğu Akdeniz'de üç gemimiz var, dördüncü gemiyi de göndereceğiz. Türkiye ile böyle yöntemlerle baş edemeyeceklerini anlasınlar. Kendi kıta sahanlığımızda ne yapacağımıza biz karar veririz.

Kıbrıs Türk Halkının hakkını garanti altına almadıkları sürece oradaki faaliyetlerimizi artırmaya devam edeceğiz. Rum kesimi de AB'yi arkasına almasın, Kıbrıs Türk tarafıyla otursun. Bizim muhatabımız Rum kesimi değildir. Burada paylaşım için Rum kesiminin muhatabı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'dir. Hakça paylaşım için masaya otursunlar. Aksi takdirde Kıbrıs Türk halkının hakkını kimseye yedirmeyiz."

Başbakan Ersin Tatar, “AB Dış İlişkiler Konseyi daima yaptığı gibi Kıbrıs Türk Halkının varlığını ve iradesini yok sayma saygısızlığını göstererek Rum yanlısı kararlarına bir yenisini eklemiştir. AB aldığı bu kararla Kıbrıs konusunun bir anlaşma ile sonuçlanmasına değil, meselenin çözümsüz kalmasını sağlayarak statükodan faydalanmayı hedefleyen Rum çabalarına katkı sağlamıştır. AB, istediği kadar Kıbrıs Türk Halkının iradesini yok sayma gafletini göstersin. İstediği kadar, hidrokarbon konusunda Türkiye’ye Rum tarafı ile muhatap olmasını dayatmaya kalkışsın. Gerçekler ortadadır; Kıbrıs’ta iki egemen halk, iki Devlet, iki ayrı demokrasi vardır. Türkiye, KKTC’yi tanımaktadır ve kesinlikle Rum tarafı ile muhatap olmayacağını her vesile ile ortaya koymuştur.” dedi. 

Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay da “Son karar AB’nin Kıbrıs Türk Halkının iradesini de, Doğu Akdeniz’deki doğal zenginlikler üzerindeki haklarını da yok saymaya çalışan yeni bir basiretsizlik örneği teşkil etmektedir. AB bu bölgedeki doğal zenginliklere dair görüşmelerin Türkiye ile Kıbrıs Rum yönetimi arasında yapılması yönündeki çağrısıyla irademize saygısızlık etmektedir. Bu kaynakların ortağı olan Kıbrıs Türkünden kelime olarak dahi bahsetmekten çekinen AB, sadece Kıbrıs sorununun çözümüne dair süreçlerde değil doğal zenginliklere dair süreçlerde de hiçbir biçimde tarafsız olamayacağını, bu nedenle bu konularda hiçbir rol üstlenemeyeceğini ve üstlenmemesi gerektiğini bir kez daha hepimize göstermiştir. ” dedi.

AB’nin yaptırım kararı ve ABD'nin silah ambargosunu Rumlara kaldırma konusu manidar! Ancak, ABD'nin ekonomik ve siyasi hamlelerini birbirine karıştırmamak gerek. Unutulmamalıdır ki ülkelerin ebedi dost ve düşmanları yoktur. Ülkelerin bilakis dönemsel çıkar ve menfaatleri vardır. ABD'nin ulusal ekonomisinde silah sanayisinin önemli yer tuttuğu unutulmamalı. ABD Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'deki enerji rezervlerini en ekonomik ve güvenli şekilde Avrupa’ya taşıyabilmek istemektedir. Bunun için en ekonomik ve güvenli yolun Türkiye üzerinden olduğu unutulmamalıdır!

Sonuç itibarı ile, Rum yönetimi, Yunanistan, AB ve ABD şu an için uzlaşmadan uzak tavır takınmayı tercih etmektedirler! Türk tarafı ise uluslararası hukuka uygun biçimde hareket etmektedir. Kısa bir süre önce yönünü şaşıran bir füze dağdaki KKTC Bayrağı’nın hemen yanı başındaki Taştent’te meskûn bir alana düştü! Türk tarafı olarak bu konuda tedbir alınması şarttır! S400 bataryalarından birini Doğu Akdeniz’e konuşlandırılacağını düşünüyorum. Son 2 yıldır yazdığım gibi Rum yönetimi ve Yunanistan AB ve ABD’yi kışkırtıp gaza getirerek sıcak bir çatışma çıkartabilme peşindedir! Bakalım önümüzdeki süreçte daha ne gibi gelişmelerle karşı karşıya kalacağız!