Sizi tanıyabilir miyiz? Mert Şer kimdir?

Oğul, abi, torun, kuzen, arkadaş, mimar, ‘yazar’

Yazar kimliğinizi neden tırnak içinde belirtme ihtiyacı hissettiniz?

Gerekli yeterlilik belgelerini topladığınızda mimar ünvanını alabilirsiniz, ama yazarlığın bir belgesi yoktur. Bir kitap yazmak bana göre onu yazan kişiye yazar dememiz için yeterli değildir. Bugün sokakta elinizi sallasanız kendine yazarım diyen birine rastlamanız mümkün. Ama yazarlık çok başka bir şey. Yazar kişi, belli bir hayat görüşü olan ve o görüşü her gün geliştirmek için çabalayan, satmak için değil ruhunun ihtiyaçlarını gidermek için eline kalem alan, geçmişi bugünü ve yarını analiz eden, okuyan, hayata karışmış, önce kendini, ailesini, sonra mahallesini, kendi toplumunu, dünyayı özümsemiş ve insanın özü hakkında kafa patlatmış kişidir. Elimden geldiğince iç dünyamı genişletmeye, evrene farklı pencerelerden bakmaya, ‘yazarlık’ yapmaya çalışıyorum. Yazmak küçük yaştan beri hayatımın bir parçası olsa da henüz hayatta bu kadar çok usta, hayranı olduğum yazar varken kendime ‘yazar’ demek için biraz daha vaktim var diyorum.

Yazın hayatınıza nasıl başladınız? Bu maceranın hikâyesini paylaşır mısınız bizlerle?

Küçük yaştan beri her zaman günlüklerim, yazdığım şeyler olmuştur ama yazma işinin adamakıllı  hayatımın bir parçası haline gelişi üniversite için Viyana’ya gidiş günlerime dayanıyor. Arkadaşlardan, tanıdıklardan gelen sayısız soruya teker teker cevap vermekten sıkılıp, yurtdışında okumaya gidişimi, tecrübelerimi, tavsiyelerimi yazmaya başladığım bir blog sayfası açtım ve bu yazılar zamanla binlerce okunma sayısına ulaşınca, diğer yazılarımı da blog sayfamda yayınlamaya başladım. Zamanla sosyal medya hesaplarım da ilgi görmeye başladığında irili ufaklı yayın evlerinden bazı teklifler almaya başladım. Fakat yoğun okul tempom ve bir kitap yazma fikrinin ağırlığından dolayı birkaç sene bu işe kalkışmadım. Bir akşam evimde otururken yazın dünyasına hakim, sosyal medyada etkin, reklam sektöründeki sevgili Yaşar Al bana ‘sen yaparsın’ dediğinde, ciddi ciddi bunu düşündüm ve işe koyuldum.  

Bizlere “Kalp Manevraları” adlı kitabınızdan söz eder misiniz? Kitap, neyi konu ediniyor? Adının bir hikayesi var mı?

Blog sayfası açtığımda, ilk defa yazdığım şeylerin ne olduğu üzerine düşündüm. Neydi bu yazdıklarım? Şiir mi? Öykü mü? Deneme mi? Hiçbir kategoriye koyamadım ve kendi kategorimi oluşturdum. Bu yazdıklarım Kalp Manevraları’mdı. O blog sayfamdaki yazılarımın başlığıydı Kalp Manevraları, sonra kitabımın adı oldu. Kitap kabaca üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde Viyana’ya geliş hikayem ve yaşadığım bazı şeyler, ikinci bölümde hayata dair fikirlerimin birer anlatıya dönüşmüş halleri, son bölüm ise günlükler diye adlandırdığım uzun zamandır her gün yazdığım bazı kısa yazılardan oluşuyor. Kitabın neyi anlattığına cevap vermek çok zor. Bu kitap genç bir adamın görece erken yaşta çamaşır makinesiyle, mutfakla, sahte insan ilişkileriyle, yalnızlıkla, özgürlükle, yabancı bir devletle, dünyayla tanışmasını ve edindiği tecrübeleri anlatıyor diyebilirim. Ama ne anlattığı sorusunun yine de tam bir yanıtı yok. O yanıt okuyan her kişide farklı.

Üniversite eğitiminiz için uzun zamandır yurtdışında yaşadığınızı ve Türkiye’ye sık sık gelip gittiğinizi biliyoruz. Her iki toplumun gündemlerini yakından tanıdığınızı varsayarsak, Türk gençleriyle Avrupalı gençleri karşılaştırırsanız neler söylersiniz?

Söylenecek çok fazla şey var. Dediğiniz gibi her iki toplumu da yakından gözlemleme fırsatım oldu. Avrupa’da yaşadığım yıllar içinde ülkemin gençleri hiç aklımdan çıkmadı diyebilirim. Avrupa’daki gençlerin, üniversitelilerin, üniversitelerin nasıl siyasetten, gündelik karmaşalardan, sosyal sorunlardan uzak bir şekilde sadece bilime ve sanata odaklandıklarını gördükçe kendi ülkemin gençlerinin itildiği, maruz bırakıldığı kaos beni çok rahatsız etti. Bu derin fark, uzaktan çok açık saçık belli oldu. Avrupa’da insanlar mutlu, gündemleri çok ama çok farklı, sokakta kavga yok, sanat, bilim, eğlence konuşuluyor. Bizim ülkemizde ise nerdeyse savaş ve terör hali normalleşmiş durumda. Bunlar yetmezmiş gibi iç kargaşalarımız sokağı ve dolayısıyla gençleri müthiş çevrelemiş durumda. Ülkemiz uzaktan dev bir sis bulutunun içinde gibi görünüyor. Bu kadar olumsuz şartlara rağmen hala sanat, bilim, edebiyat üreten, hem de bunu kaliteli yapan çok parlak çok güçlü gençlerimiz, insanlarımız var. Bu durum bana aynı zamanda büyük bir umut veriyor. Bir gün Türk gençliği kendine dayatılan bu kısır gündemi elinin tersiyle itecek ve Cumhuriyet değerlerine sıkıca sarılıp toplumumuzu daha yüksek noktalara taşıyacak, buna inanıyorum.

Yazarlık haricinde nelerle uğraşıyorsunuz? Boş vakitleriniz nasıl değerleniyor?

Halen Viyana Teknik Üniversitesi’nde mimarlık üzerine ‘Master’ eğitimime devam ediyorum. Mimari projeler ve yazı yazmak dışında mümkün olduğunca hayata karışmaya çalışıyorum. Yeni kafeler keşfetmeyi, insanları seyretmeyi, farklı hayatlara karışmayı ve sevdiğim dostlarla vakit geçirmeyi seviyorum. Bolca okumaya, şehre gelen sergilere katılmaya, yeni ülkeler görmeye, dünyayı yakından takip etmeye ve her seferinde daha lezzetli kahve yapmaya çaba gösteriyorum.

Asıl mesleğiniz mimarlık. Peki, sizce mimarlık ile yazarlık arasında bir bağ var mıdır? 

Kesinlikle var. İyi bir mimar olmak için kesinlikle hayata karışmak, insanların psikolojilerinden, gereksinimlerinden anlamak ve empati yapmak gerekli. Bu meslek inşaattan çok daha fazlası. Mimarlıkta da yazarlıkta olduğu gibi hiç yoktan, ilk önce sizin kafanızda filizlenen düşüncelerle gelişen, hikâyesi olan bir şeyler ortaya çıkarıyorsunuz. Meslekteki felsefem çok yüksek, çok pahalı, çok büyük ya da çok güzel alanlar yaratmak değil, mottomu okula ilk başladığım zamanlarda belirlemiştim; ‘İnsanların içinde olmaktan mutlu olacakları mekanlar yaratmak…’ Yazıyla bir dünya yaratırken de bu mottom geçerli. 

Yazarken, duygularınızı edebi bir ürüne dönüştürürken izlediğiniz bir yol var mı? Nelerden esinleniyorsunuz? İlham kaynağınız nelerdir? Örnek aldığınız, etkilendiğiniz yazarlar var mıdır?

26 yıllık hayatımın bana öğrettiği en önemli şey önyargılarla, anlık hislerle hareket etmemek oldu. Bu, bana yaptığım her işte, karşılaştığım her durumda, yol ayrımında ani kararlar vermemeyi biraz temkinli olmayı, uzaktan bakmayı ve empati yapmayı öğretti. Kalp Manevraları’nı ilk bitirdiğimde bir oh çekmiştim. Aradan biraz süre geçip tekrar okuduğumda ise her şeyi çöpe atıp yeniden yazmaya başladım. Aslında ben Kalp Manevraları’nı iki kere yazdım. Bir yazıyı, ya da kitabımın bir bölümünü yazıp bitirdikten sonra asıl işim ondan sonra başlıyor. Hayatta her şeyden ilham alıyorum. Bir kahkahadan, bir filmden, bir gülüşten, bir bakıştan, denizden, bir sesten, gürültüden… Yazdığım şeyleri biraz demlenmeye bırakıp sonra tekrar okuduğumda, bazı şeylerin gereğinden fazla etkisinde kaldığımı ve dar bir çerçeveden baktığımı, tekrara düştüğümü fark ettiğim oluyor ve bir heykeltıraş gibi yeniden şekillendiriyorum. Hayranı olduğum çok yazar var elbette, isim vermek çok zor ama sanırım listenin başında eserleriyle, mücadelesiyle, hayat görüşüyle Stefan Zweig, Vladimir Nabokov ve Albert Camus var. Ama örnek aldığım kimse yok. Yazar kişi bir yazarı örnek alırsa kendini onun kalemine karışmaktan geri tutamaz. Hayranı olduğum yazarların yarattıkları dünyaları, tekniklerini yakından inceliyorum. Ama bilgisayarımın başına geçtiğimde bana etki etmeye çalışan her şeyi itip kendimle baş başa kalıyorum.

Youtube’da yazdıklarınızı konu edinen kısa filmlerden söz eder misiniz bizlere? Yazılarınızı, kısa film ile anlatmak size neler kazandırdı? Yazdığınız bir hikayeni bir gün sinemada izlemek ister misiniz?

Yıllarca yazılarımı yazarken çoğu zaman bir mimikten, zihnime kazınmış bir hatıradan veya seyrettiğim insanlardan etkilendim. Şahit olduğum bir dudak hareketinin bana sayfalarca yazı yazdırdığı oldu. Öyle bakışlar gördüm, öyle ses tonları işittim ki sayfalar dolusu yazsam dahi bunu anlatamam dediğim oldu. Bir gün aniden yaşadığım bu anları başkalarına da göstermeliyim diye düşündüm. Ve sonra kendi adımla bir Youtube kanalı açtım, bazı kalabalıkları, arkadaşlarımı çekip üzerlerine yazdığım şeyleri okumaya başladım. Tepkiler oldukça güzel. Hikâyeleri videolarla aktarmak bence insanın kalbindeki çok farklı köşelere de değebiliyor. Yazdığım bir şeyleri beyaz perdede film olarak izlemek benim en büyük hayallerimden biri. Umarım bir gün bu gerçekleşir.

Hazırlığını yaptığınız ikinci bir eser çalışmanız var mı?

Evet var. Sarsıntılı bir ilişkiye, bir erkeğin ve bir kadının gözünden bakışı aktarıyorum. Bitmek üzere, umarım okuyucuları memnun edebilirim.

“Kalp Manevraları” adlı kitabınıza okurlarınızdan gelen yorumlardan memnun musunuz? 

Fazlasıyla güzel yorum geldi. Her hafta yüzlerce mesaja teker teker cevap vermeye çalışıyorum, tepkiler ruhumu doyuruyor. Bu durum ne kadar iyi bilmiyorum ama neredeyse olumsuz bir eleştiri almadım diyebilirim. Ben çok sert eleştirilere kendimi hazırlamıştım ama ortaya çıkardığım şey, okuyan insanları tatmin etmişe benziyor. 

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Herkesten gerçek edebiyatın hakkını vermelerini istiyorum. Sosyal medyayla birlikte bir yazın çöplüğüne, salt bir ‘algı yönetimi’ne  dönüşmüş edebiyat piyasasında değerli olanı bulup çıkarabilirler umarım. Bana instagram sayfam ‘mertser’den herhangi bir konuda ulaşabileceklerini ve seve seve sohbet edebileceğimizi de söylemek isterim. Özellikle kitabımı okuyanlardan yorumlarını merakla bekliyorum. Sevgilerimle…