ŞAİRLER SÖZSEL RESSAMLARDIR 

YAZAR-ŞAİR-SESLENDİRME SANATÇISI  

NİDAİ ALACA  

BAŞARILARIYLA ZİRVEDE 

 

Röportaj: Aslı M. Sarı 

Bu hafta röportaj konuğum Şair Nidai Alaca. Şair diyorum ama yine birbirinden müthiş meziyetlerle hayatımın ortasına hop diye düşen, yaptığı bütün işlerin sonuna kadar hakkını veren değerli bir isim. Hem seslendirme sanatçısı hem radyocu hem yazar… Buram buram edebiyat kokan bozulmamış nadir insanlardan. Kardeşim gibidir kendisi. Saygısı, samimiyeti ve kişiliğiyle çevresinde takdir toplayan güzel insan… Bu güzel yolculukta ne güzel insanlarla hep beraber tanıştık değil mi? Kimiyle dost, kimiyle can kimiyle de kan bağından öte olduk. Birbirinden başarılı insanları bizzat yürekten tanıdığım hayat yolculuğumda iyilik heybeme koyduğum gibi birçoğunuzun hayatına da bu değerli insanlar dokunup yıkıldığınız anda ayağa kalkma sebebiniz oldu. Takip edip kalem kalem not alıp tanışan, başarılarından nasiplenen siz değerli yüreklere de bin teşekkürlerimle. 

Nidai Alaca. 33 yaşında dördüncü üniversitesini okuyor. İki çizik atıp, anlamsız, anlaşılmaz satırlarla adını şair koyanlara o kadar çok rastladık ki… Çok küçük yaşlarda yazmaya başlamasına rağmen bence ben daha şair değilim diyor. O yolda biriyim sadece diyor. Yazmaya çalışıyorum, söylemeye çalışıyorum, okumaya çalışıyorum, insanlara ulaştırmaya çalışıyorum. Bu gelen dürtü doğuştan olan bir dürtüdür. Kısmetse bizler de Ömer Hayyam, Can Yücel gibi… Ya da diğer büyüklerimiz gibi yazmalarımla, okumalarımla sizlerle inşallah kalıcı olabilmek adına ileriki yaşlarda şair olabilmiş vasıfla beraber karşınızda olacağım diyor. Nidai Bey, eski devlet memuru (Güneydoğu'da görev yaparken yüzünden vuruldu). Hikâyeyi biraz da sizden dinlemek isteriz Nidai Bey dedim: 

Aslı Hanım, yaklaşık 2008 ‘de kamuda çalışmaya başladım. Enerji bakanlığına bağlı Eti Maden İşletmeleri İstanbul Alım Satım Müdürlüğü’nün Ambarlı bölgesindeki Lojistik biriminde, dış hizmet alımında 6 yıl görev yaptım. Daha sonra başka sınavlara girerek, açıktan atama ile beraber Gümrük Bakanlığına 657 sayılı Devlet Memurlar Kanununa tabi olarak, bilgisayar işletmeni olarak göreve başladım. Görev yerim Şırnak, Silopi, Habur bölgesiydi. İpek Yolu Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürlüğüydü. Orada 8 ay görev yaptım. Bu görev süresi çok sıkıntılı bir süreçti. Zaten bölgedeki maalesef yaşanan olumsuz olaylar bize de sirayet ediyordu. İşe giderken çok defa saldırıya uğradık. En sonunda da bir tanesinde, maalesef ki yüzümden yaralandım.  Arkadaşlarla beraber sabah servisle işe giderken yaşadığımız menfur hadisede yüzümden vuruldum. Allaha şükür bir saniye arayla şakağımdan değil de, burnumun üzerinden, sol gözümün altından yaralandım. En azından o şekilde atlatmış oldum. Sonrasında çok direndim kalmak için ama yaşadığımız psikolojik problemler, ne olacak ne bitecek kaygısı maalesef görevi bırakmaya itti bizleri. Ne yapalım kısmet böyleymiş. Şimdi inşallah edebiyat alanında yazdıklarımızla beraber karşınızda olacağız ifadelerini kullanan Sevgili Nidai Alaca ile röportajımız sizlerle. 

 

Merhaba; öncelikle sizi tanımak isteriz. Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz kimdir Nidai Alaca? 

‘’Ben Nidai Alaca. 33 yaşındayım, dördüncü üniversitemi okuyorum. Aslında üçüncü ve dördüncü üniversitelerimi aynı anda okuyorum şu anda. Yazı hayatıma çok çok erken yaşlarda başladım ve şimdi karşınızdayım. 

Sayın Nida Bey, şiir ve edebiyat tutkunuz nasıl başladı? 

Bir çift mavi göz başlattı belki de

‘’Bir çift mavi göz başlattı belki de… Herkesin bir hikâyesi vardır. İlk yazdığım şiir, hatırladığım çok çok ufak yaşlarda, yani 7-8 yaşlarımdan beri bir şeyler yazıyordum kendimce. Okumayı çok erken yaşta öğrendim ben. Sonrasında, hatırladığım orta birinci (altıncı) sınıfta iken Atatürk hakkında şiir yarışması yapılmıştı. Şiir yazmamı istediler çünkü şiir yazdığımı hocalarım biliyordu ve yarışmaya katılmamı istediler. Çocukluk tabi unutmuşum. Son gün kala hocam yarışmayı hatırlatınca, bir gecede 10 kıta şiir yazmıştım Atatürk’e. Öyle başladı ve hayatımda hatırladığım nadir şiirlerden biri, iki kıtası onlardır. Daha sonra sağ olsun hocalarımız yine ortaokul yıllarında bize kitap okuttular. Bu okuttukları kitapların bizlerde bırakmış olduğu güzel etkiler, güzel keyifli zamanlar sayesinde bizler bol bol okumaya başladık. Okudukça yazmaya başladık. Aslında çok erken okumalardı bunlar, yani tek tüktü. O zamanlar biraz da çocuksu şiirlerdi. Tabi daha sonra güzel güzel, uzun uzun şiirler yazmaya başladım. Yani benim için unutamayacağım şiirlerimden ilki Ata’ma yazmış olduğum şiirdir. 

Bahsedecek olursam; 

‘Gözleri masmaviydi… 

O bir güneş yâriydi… 

Seni kimler aldı? 

Şu fani dünyada 

Hep seni bekledik 

Geleceksin diye 

Ama ne yazık ki gelmedin 

Şu fani dünyada’      

 Diye… Böyle bir orta birinci sınıf şiiriydi. Güzel bir heyecandı. Hala daha heyecanlanıyorum.  

Eski devlet memurusunuz(Güneydoğu'da görev yaparken yüzünüzden vuruldunuz). Hikâyeyi biraz da sizden dinlemek isteriz? 

İŞE GİDERKEN ÇOK DEFA SALDIRIYA UĞRADIK 

Yaklaşık 2008 ‘de kamuda çalışmaya başladım. Enerji bakanlığına bağlı Eti Maden İşletmeleri İstanbul Alım Satım Müdürlüğü’nün Ambarlı bölgesindeki Lojistik biriminde, dış hizmet alımında 6 yıl görev yaptım. Daha sonra başka sınavlara girerek, açıktan atama ile beraber Gümrük Bakanlığına 657 sayılı Devlet Memurlar Kanununa tabi olarak, bilgisayar işletmeni olarak göreve başladım. Görev yerim Şırnak, Silopi, Habur bölgesiydi. İpek Yolu Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürlüğüydü. Orada 8 ay görev yaptım. Bu görev süresi çok sıkıntılı bir süreçti. Zaten bölgedeki maalesef yaşanan olumsuz olaylar bize de sirayet ediyordu. İşe giderken çok defa saldırıya uğradık. En sonunda da bir tanesinde, maalesef ki yüzümden yaralandım.  Arkadaşlarla beraber sabah servisle işe giderken yaşadığımız menfur hadisede yüzümden vuruldum. Allaha şükür bir saniye arayla şakağımdan değil de, burnumun üzerinden, sol gözümün altından yaralandım. En azından o şekilde atlatmış oldum. Sonrasında çok direndim kalmak için ama yaşadığımız psikolojik problemler, ne olacak ne bitecek kaygısı maalesef görevi bırakmaya itti bizleri. Ne yapalım kısmet böyleymiş. Şimdi inşallah edebiyat alanında yazdıklarımızla beraber karşınızda olacağız. 

 Başka türlerde de yazıyor musunuz? (Makale, öykü, deneme vb.) 

Evet, başka türlerde de denemelerim var, sosyolojik olarak, öykü anlamında olarak yani şunu söyleyebilirim çok farklı okumalarım olduğu için her alanda farklı farklı eserler üretmeye çalışıyorum. Ama ben de ağır basan genellikle şiir, sözlü anlatım tarzında oluyor veya anlık şiirler yazmak. Zevk alıyorum, mutlu oluyorum. Diğer sosyolojik olaylarla da ilgili yazmayı seviyorum aslında ama daha küçük çapta yazılar yazıyorum çünkü kendini ifade etmek ve topluma anlatmak bazen zor olabiliyor. Bu yüzden şu anlık şiirlerimle karşınızdayım. 

Sizce sonradan şair olunabilir mi yoksa doğuştan gelen bir yetenek midir şiir yazmak? 

Aslında ben dediğim gibi çok küçük yaşlarda yazmama rağmen bence ben daha şair değilim. O yolda biriyim sadece. Yazmaya çalışıyorum, söylemeye çalışıyorum, okumaya çalışıyorum, insanlara ulaştırmaya çalışıyorum. Bu gelen dürtü doğuştan olan bir dürtüdür. Kısmetse bizler de Ömer Hayyam, Can Yücel gibi… Ya da diğer büyüklerimiz gibi yazmalarımla, okumalarımla sizlerle inşallah kalıcı olabilmek adına ileriki yaşlarda şair olabilmiş vasıfla beraber karşınızda olacağım. 

Sosyal sorumluluk hususunda takdir ettiğim insanlardan birisiniz. İlgili çalışmalarınızdan biraz bahsedebilir misiniz? 

Tabi. Asıl önemli olan şey aslında yaptığımız işte günümüzde sosyal medya çok önemli. Ben de aşağı yukarı 1.5-2 yıldan beri sosyal medyada varım. Kendi sayfamda, ‘’@siiradamileysaati ‘’ nde başka mecralarda da yazmaya çalışıyorum, www.edebialem.com gibi. Yine buna benzer birkaç sayfa da daha yazmaya çalışıyorum. Şuna gelecek olursam sosyal sorumluluk hepimizin yapması gereken, hepimizin topluma karşı sorumlu olması gereken aslında insan hassasiyetine dayanan bir şey. Hani bizlerin yapması gereken, en azından bizlere emanet edilen sözlerin ve bu sözcükleri en azından insanlara ulaştırıp güzel güzel sonuçlara ulaşabilirsek ve bunların sonucunda elde ettiğimiz kitaplarımızdan gelirlerle otistik çocuklara, kanserli arkadaşlarımıza, dostlarımıza , insanlarımıza, okuyamamış kız çocuklarımıza, kadınlarımıza eğer ki belirli bir gelir vakfedebilirsek ne mutlu bize.. Şu an itibarıyla bu gibi konularda farkındalık yaratmış olan dernek ve vakıfları sayfamdan çokça desteklemeye çalışıyorum. Kadına şiddet konusunda, hayvanlara uygulanan şiddet konusunda.. Yani toplum olarak biraz daha yorulmuş, biraz daha zihnimiz zorlanmış gibiyiz, tahammülsüzüz. Birbirimizi sevmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Ben de elimden geldiğince en azından karınca misali safım belli olsun dercesine bir şeyler yapmaya çalışıyorum. İnşallah bu yaptıklarım yarın öbür gün daha da büyüyecek, gönül halkalarımız insanlara, okuyucularıma, dinleyicilerime anlattıkça daha da güzelleşecek. İnanıyorum ki en azından bu işi hakkıyla yapan dernekler, kurumlar kadar bir nebze de olsa bizler de fayda sağlayabiliriz ve hiç olmazsa bir insanın tebessüm etmesine fayda sağlayabiliriz. 

Şiire ve şiir yazmaya merakınız nasıl ve ne zaman başladı? İlk şiirinizi ne zaman yazdınız? 

Şiire merakım okuma yazmayla başladı diyebilirim. Benim için konuşmak gibi, sözsel ifade etmek gibi ya da eğlenmek gibi, oyun oynamak gibi, resim yapmak gibi... Aslında şairler sözsel ressamlardır. Yani anı, görüntüyü, anıyı, kokuyu, bir duyguyu kelimelerle ifade etmek için, yap boz oynar gibi kelimeleri yerlerine yerleştirirler. Dediğim gibi hatırladığım ilk şiirimi Ata’mıza yazmıştım. Ondan da aldığım haz, duygu hala da ilk günkü gibidir. 

Şiirde alışık olduğunuz bir tarz var mı mesela âşık tarzı, serbest ölçüde şiir ya da kafiye olmazsa olmaz gibi. Ya da hiç yazmam dediğiniz bir şiir tarzı var mı? 

Şiirde belli başlı bir tarzım yok. Konuşmak gibi şiir benim için. İfade etmek.. anı, sözleri. Yeri geldi lirik, yeri geldi pastoral, yeri geldi epik, didaktik.. Her duyguyu, her sözü anlatmak için şiir yazmayı seviyorum. Onun için de yazmam dediğim bir şiir tarzı yok. Çünkü her yeni günde daha da güzel şeyler öğreniyoruz ve daha da güzelleşiyor. 

Bir çok mecrada sizin şiirlerinizden, seslendirmelerinizden feyz alan insanlar kitap çıkarıyor buna bizzat şahit oldum. Bu sevgi seli ile kucaklanmak ciddi bir meziyettir bilirim. İnsanların bu kadar sizi sarıp sarmalamalarının sebeplerini bir de sizden dinlemek isteriz? 

Bu yolculuğa çıktığımda, sayfayı açtığımda adım adım insanlara ulaşırken hep anlattığım şey şuydu: Bu sözler bize ait değil, bu sözler bir hediye ve bu sözlerin geliriyle biz yapacaklarımıza en azından zemin hazırlıyoruz. Güzel gelen hediyeyi, armağanı değerlendiriyoruz ve insanlara vesile olmuş oluyoruz. Dediğiniz gibi çokça arkadaşım, çokça okuyucum canlı yayınlarıma gelip hep kitap çıkarmak istediğini söyleyip, hatta özelden yazıp, cesaretlenip, niyetlenip kitap çıkarttılar. Elimden geldiğince destek oluyorum. Güzel bir şey oluyor. İnsanlara dokunabiliyoruz ki temelde en büyük amacımız buydu ve buna ulaşmış oluyoruz. Bizler bir nebze de olsa meşale olup, mum ışığı gibi, alev olup etrafımıza biraz aydınlık verebiliyorsak ne mutlu bize. 

Şiirde gerçekçilik mi? İdeal dünyamı yoksa hüzün mü? 

 

KENDİMİZİ İFADE EDEBİLDİĞİMİZ HER AN ŞİİRİN ZAMANIDIR 

Şiirde hepsi. Şiiri bir kıstasa bağlayıp da şu bu diyemeyiz. Çünkü şiir dediğimiz olgu bizlerin tamamen yaşamış olduğu duyguların bütünüdür. Daha önce de dediğim gibi sözsel ressamlıktır. Tamamen bütün olguları ifade etmektir. Bu yüzden bence şiirde hepsi…Kendimizi ifade edebildiğimiz her an şiirin zamanıdır. 

Şiirlerinizde yaşanmışlıktan mı yola çıkarsınız yoksa diğer şiirlerin size verdiği bir ilhamdan mı? Hangisi doğru şairlik örneğidir? 

Yine hepsi diyeceğim. Çünkü ben bir ağaca baktığımda da yazabiliyorum, mutlu bir tabloya da yazabiliyorum. Ya da huzur bulduğum her an yazabiliyorum zaten. Ya da hüzünlendiğim her an. Benim için kompozisyon anlamında bana örnek verecek her şeyi yazabiliyorum. Yaptığım bu şey her an her dakika sözsel bir ressam gibi duyguyu karalayabilmek.  

4. Üniversite oluyorsunuz sanırım. Bu işin sonu nereye gider? 

Özel olarak bundan sonra eğilmiş olduğum konular sosyoloji istiyorum ve daha sonrasında felsefe, psikoloji alanlarında. Birkaç da yüksek lisans da eklersek araya 50 yaşına gelmeden güzel olacak. Eğitim yaşam boyudur. Hayat boyu öğrenmedir. Aslında bizdeki üniversitelerin birini bitirdikten sonra iş bitmiyor. Kendimizi geliştirmemiz lazım. Yani hayatta öğrenmek okulla alakalı değil. Okul da olmazsa olmazlarımızdan değil. Fakat bizlerin mümkün mertebe sosyal olmak, öğretmek, öğrendiğimizi tatbik etmek adına birden çok üniversite okumamızda fayda var. Bence güzel. Benim hoşuma gidiyor okumak.  

Şiirlerinizde ne tür konuları ele alıyorsunuz? Biraz bahsedebilir misiniz? 

Şiirlerimde okumuş olduğum, görmüş olduğum tüm duyguları ele alıyorum. Yani benim için ufacık bir çocuğun gözünün yaşlı orada oturup annesinden oyuncak istemesi de bir şiir konusu. Ya da görmüş olduğum bir fotoğraftaki bir an da bir şiir konusu. Hayatın her alanından yazmaya çalışıyorum. Hissediyorum, hissettikçe üretiyorum, ürettikçe mutlu oluyorum. Bence hayatla bağları olan şairler diyeyim, kendimi tenzih ediyorum. Çünkü zamanı var daha, hayatla bağlantısı olan şairler daha kalıcı, daha üretken olup daha güzel konulara değinebiliyorlar. 

Yazın yolculuğunuzda gelecek ile ilgili kariyer hedefi planlarınızdan bahseder misiniz? 

Amacım aslında güzel bir radyo programı yapmak, insanlara bir saat içerisinde dokunabilmek, haftada bir gün bir saatlik ‘’@siiradamileysaati’ olarak bir radyo programı yapmak. Anlık şiirler yazıp,  sosyolojik olayları konuşup, haftada en azından bir gün insanların kendine vakit ayırdığı, kendini dinlediği, öğrendiği, en azından kendine bir şeyler kattığı, dopdolu bir saat geçirdiği, şiir dinletisi dolu bir program yapmak amacım. Onla paralel olarak, kısmetse kitaplarımı çıkarmak ‘Mavinin Nidası’, ‘Gözbebeğim’, ‘Yeşilin Nidası’, ‘Nisanın Nidası’. Kitaplarımın, gelirleriyle beraber bahsettiğim gibi, hiç olmazsa bir kısmıyla okuyamamış kız çocuklarına, otistik olan çocuklarımıza, kanser hastası arkadaşlarımıza ve dışarıda yanında olmamızı isteyen birçok mecradaki kardeşlerimize destek olabilmek. Sonuç itibarıyla ben şuna inanıyorum. Hayat iyilikle, paylaştıkça güzelleşiyor ve çoğalıyor. Dışarıda bir sürü insan sadece birilerinin hatırlatmasıyla beraber çok güzel şeyler yapmaya hazırlar. En azından biz de bu yolda,  o insanlara iyi şeyler hatırlatmak için çabalayacağız. Niyet hayır, akıbette de hayır olacak. Buna inanıyorum ben. 

Yazdığınız şiirin bitmiş olduğunu nasıl anlıyorsunuz? Bitmesi bir yana, sosyal mecralarda yayınlama kararını verirken, kendi kendinizle hesaplaşırken göz önünde bulundurduğunuz kıstaslar nelerdir? 

Ben normalde çok hızlı konuşan birisiyim. Kız arkadaşım  da bana söyler çoğu zaman, yavaş yavaş, yavaş diye…Ve ben şiir yazmaya başladığımda çok hızlı düşünüp, çok hızlı kaleme almaya çalışıyorum. O sırada böyle çok hızlı geçebiliyor. Durduğum anda şiir bitmiş oluyor. Çok uzun yazmamaya çalışıyorum. Çünkü uzun olduğunda sosyal medyada okunma oranı biraz azalabiliyor. Daha kısa sözcükle, daha güzel kendimi ifade etmeye çalışıyorum. En azından insanlar bana 10 saniyesini ayırdığında benden güzel duygu geçişleri alsınlar. Hüzün de aslında bir duygu aracıdır, mutluluk aracıdır. İnsan hüzünlenirken de mutlu olabilir. En azından kendi kendine anlamı hissedebilir. Benim düşüncem böyle. Hiç olmazsa onlara 10 saniyede bir şeyler aktarabilmeyi başarabiliyorsam sözcüklerimle, o noktada şiirimin bittiğini düşünüyorum. Bence ne olursa olsun sosyal bir iş yapıyoruz. Bu mecrada insanlar her size vakit ayırdığında bir şeyler öğrenebilmeli, onlara bir şeyler katabilmelisiniz. Bu da sizin kalıcılığınız olacaktır. 

Türkiye’deki edebiyat dergileri hakkında da konuşmak isterim zira şiirsiz dergi, dergisiz de şiir olmuyor. Sizce yeteri kadar besliyor mu okuyucuları piyasadaki envai çeşit dergiler Nida Bey?  

 Edebiyat, sanat, şiir, roman, öyküde çok kaliteli yazarlarımız var. O yolda yürüyen çok genç kalemlerimiz var. Fakat öykü dediğimiz, roman dediğimiz şiir dediğimiz ya da edebiyatla ilgili bütün yazınsal değerlerimiz özgün olmalı, serbest olmalı ve kendiliğinden içinden ne geliyorsa onu ifade edebilmeli. Bunu yaptıkları takdirde zaten kalıcı olup, çokça kaliteli olabiliyorlar. Ve sosyal konuları işleyebilmeliler. Bir uğraşın çok olması, onun çok kaliteli olacağı anlamına gelmiyor. Tabi ki eleştiri anlamında bence bir şeyler çok değil de, yerinde olmalı ve sosyal olabilmeli. Toplumdaki genel konuları dile getirebilmeli ve her kesime hitap edebilmeli. En güzel değerlendirmeyi zaten okuyucu ve dinleyici yapıyor. 

Bu profesyonel gidişatın ne zaman yazılı bir basımı olacak Nida Bey? 

‘MAVİNİN NİDASI’ KISMETSE 2021 DOĞUMLU OLACAK 

Kısmetse belli bir süreçten geçiyoruz.  En geç yılbaşında ilk kitabımı çıkartacağım. Güzel olacak inşallah her şey. Ondan sonrasında peş peşe diğer kitapları çıkartacağız. ‘Mavinin Nidası’ kısmetse 2021 doğumlu olacak. Hayırlısı olsun diyelim. Şimdiden kitabımı okumaya beklerim sizleri de. 

Ne tür okuyucu kitlesine hitap ediyorsunuz? 

Bence kendini ifade etmek isteyen, duygu ve düşüncelerinde ‘tam da bu’ diyebilen ve ruhunu dinlendirmek isteyen tüm okuyucularıma hitap ettiğimi düşünüyorum. Ben sesli olarak dinletiler de yapıyorum. Şiirlerimi anlık yazarken sesli de kaydediyorum. Belli bir kitleye hitap etmektense uzun soluklu çağların şairi olmak istiyorum kısmet ise. İnşallah bu yolda da başarılı oluruz. 

Pandemi günlerini nasıl geçirdiğinizi de merak ederiz? 

Pandemi günlerinde sağ olsun kız arkadaşımın telkinleriyle beraber güzel bir eğitim süreci geçirdim. 4 sertifika aldım. İster sosyal medya eğitimi ile ilgili, ister mesleğimle ilgili. Aynı zamanda okumalarıma devam ettim, sosyal yayınlar yaptım. Daha sonrasında bol bol yazdım, tasarımlar yaptım, sayfama yükledim ve insanlara pozitif yönde bakmaları için telkinlerde bulundum. Bir yandan da üniversitemin dersleri için ders çalıştım. Elimden geldiğince kendime ve vakit ayıramadığım şeylere vakit ayırdım. Güzel bir süreç yaşadım. İnşallah da tez zamanda bu sürecin, hastalığın ülkemizden, dünyadan temizlenmesi, arındırılması için de bol bol dua ediyorum. Umarım her şey çok güzel olacak. 

Son olarak gündemde ısrarla kalmaya devam eden bir türlü bitmek bilmeyen çocuk istismarları, kadın cinayetleri ve hayvana şiddet hususunda neler söylemek istersiniz? 

Toplumca bir buhran yaşıyoruz. Bu buhranın sonucu olarak da şiddet içimizden koparcasına patlamalar yaşayarak hayatımıza dahil oluyor. Maalesef ki kadına şiddet, hayvanlara şiddet, çocuklara şiddet, istismar, bunlar bir insanın insan olabilmesi için gerçekten yapmaması gereken ve insanlık vasfına yakışmayan konular. Bunları konuşurken bile üzülüyorum, utanıyorum, ifade etmeye korkuyorum, çekiniyorum. Çünkü o kadar hassas konular ki. Bizlerin böyle güzel bir toplum olarak,  aslında bunları hiç konuşmuyor olması gerekiyor. Çünkü bizlerin şiarı ‘’insanı yaşat ki devlet yaşasın’’ şiarıydı. Bizler Mevlana, Hacı Bektaşi kültüründen gelen insanlarız. Hoşgörü kültürümüz var, Yunus Emre’ miz var. Ne oldu bize son dakikada da böyle birbirimize tahammül edemez hale geldik? Bunların düşünülmesi gerekiyor biraz. Ve şunu unutmamak gerekiyor: Hayat bir nefes kadar kısa ve bir nefes kadar yine uzun. İkinci bir nefes alma hakkımız varsa bugünün yarını da var. Bizler destek bekleyen insanlara destek olabilirsek eğer yarın öbürsü gün sıra bize geldiğinde, bizlere de bir omuz veren çıkar. Bu yüzden mümkün mertebe paylaşalım, bölüşelim, tok kalalım, yüreklerimiz ferahlansın. Öbür türlü ‘ben’ dersek bitmez. Gerçekten bitmez. Huzur bulmak istiyorsak dostlarımıza, arkadaşlarımıza, kardeşlerimize, eşimize, ailemize, kendimize vakit ayırmamız gerekiyor. Sözler bahane yüreklerimiz yeter ki paylaşmaya açık olsun, merhametli olsun. 

Saygılarımla… Hoşçakalın… Maviyle kalın… 

Siz değerli Aslı hanıma, bizlere vermiş olduğunuz fırsat ve desteklerden dolayı ben ve yine destek vermiş olduğunuz dostlarım adına şükranlarımı sunarım. Var olsun sizin gibi güzel yürekler… 

Saygılarımla. 

Yolunuz Açık, yürek sesiniz daim, kaleminiz kavi olsun Sayın Nida Bey.