“Benim kokum Türkiye, profesyonel hayatımı pişiren İtalya ve şimdi yaşadığım yer ise ABD”

Türkiye, İtalya ve şimdi ABD! Onlarca uluslararası ödülün sahibi dünyaca ünlü Türk tasarımcı

Endüstriyel tasarım denilince dünyanın da çok yakından tanıdığı bir isim var: Türk tasarımcı Defne Koz Susani. Türk tasarımcı uluslararası firmalara elektronik eşya, mobilya, şehir mobilyaları, aydınlatma sistemleri, aksesuar, mutfak objeleri alanlarında projeler yapıyor. Aynı zamanda Koz+Susani Design firmasıyla; iç mekan tasarım projelerinde, tasarım yönetmenliği, stratejik danışmanlık alanlarında da faaliyet gösteren başarılı bir Türk kadını. İtalyan Dili ve Edebiyatı okumasına rağmen yaratıcılık ve sanatla küçük yaşlardan itibaren iç içe büyüyen Defne Koz Susani 15 yıl İtalya’da yaşamış. Son 15 yıldır da ABD’de yaşayan Defne Hanım tasarım alanında pek çok ödüle sahip.

Defne Hanım için ödüller kadar "Oğlum Doğu'ya askere giderken sizin ürününüzü yanına almadan gitmek istemiyor" diye yazan e-mail almak da çok önemli. Başkalarının hayatına bir şekilde girmek ve bunun da kabulleniliyor olmasının kendisini mutlu ettiğini söylüyor.

Defne Koz Susani’yle tasarıma ilk başlamasından, şu anda yaptığı işlere, ödüllerinden İtalya’daki ve ABD’deki yaşamına dair bir çok konuyu konuştuk.

Röportaj: Anıl Sural

Fotoğraf: Rona Doğan

Önce Vatan Gazetesi Washington DC

Defne Hanım 16 yıldır ABD’de yaşıyorsunuz. Daha önce 15 yıl İtalya ve Türkiye’de yaşadınız. 3 dili de konuşmak, yaşamak nasıl büyük bir zenginlik?

Bir dil bilmek o dile ait kültürü daha iyi anlamak demek, yoksa herkes üç aşağı beş yukarı bir ortak dilde buluşarak, anlaşıp konuşabiliyor.  Benim kokum Türkiye, profesyonel hayatımı pişiren İtalya ve şimdi yaşadığım/çalıştığım üçüncü farklı bir ülkeden dolayı hayatımda üç lisanın, üç şehrin/üç kıtanın baskın olduğu bu üçgen, uzun zamandır yaşamımın yapısını oluşturuyor. Kıtalar, ülkeler, sınırlar artık daha ziyade belli belirsiz bulutlar olmakla birlikte farklı ülkelerde, bambaşka altyapıları olan firmalar ile, birbirinden farklı konular üzerinde çalışmak elbette çok şey öğretiyor insana. Hele bir de lisanlarına -özellikle de profesyonel hayatınızdaki lisana- hakimseniz… Sonuçta odaklandığım Chicago, Milano ve İstanbul’daki farklı hayatlar, insanlar, vizyonlar, mekanlar, fabrikalar, üretim yerleri, düşünce yapıları, bakış açıları, çalışma ortamları beni zengin kılıyor, besliyor.  Yaptığım işle ilgisi olsun olmasın, edinmekte olduğum bu kültürlerarası birikim -kimi zaman farkında olmadan, bilinçaltımdan fışkırarak projelerime yansıyor. Bu da insanı, ya da ürettiğini ister istemez daha global yapıyor. Kültürler arasında büyük farklılıklar elbette bulunmakta, dolayısı ile de tasarıma bakış açıları arasında da çok değişik değerlendirmeler var. Ancak bunu sınırlar içersine alarak değerlendirmektense ülkelerarası sınırların ruhen de kalkması gerektiğine inanan biri olarak- tasarımın pek çok insanı, hem duygusal, hem de ekonomik olarak bir araya getirebilecek bir güç olduğunu görmek hoşuma gidiyor. Ve biz tasarımcılar bu gücün bir parçası olduğuna göre, ne mutlu bize!

Avrupa’da elektrikli araç şarj istasyonlarını tasarladınız. Bu projeden bahsedebilir misiniz?  ABD’de olacak mı? 

Şu aralar üzerine çalıştığımız en kapsamlı projemizde, Avrupa'nın en büyük enerji üreticisi olan İtalyan Enel grubu ile gerçekleştiriyoruz. Onlar için elektrikli arabaların şarj istasyonlarını ve sistemini tasarlıyoruz. Bu bizim için çok keyifli bir proje, çünkü her şeyden önce sıfırdan bir tasarım yapılmasını gerektiren bir üründen bahsediyoruz. İngiltere, Almanya ve Amerika'da benzerleri var ancak burada söz konusu olan tek bir ürün tipolojisi değil. Sokak, ev, otopark, çoklu ünite, otoyol ünitesi gibi bağlantılı ürünler dizisinin yanı sıra şimdiye kadar hiç kullanılmayan yerlerde de bu ürünlerin tiplojisini yaratmak söz konusu. Bu ünitelerden önümüzdeki aylardan itibaren İtalya'nın farklı noktalarına, 20.000 adet yerleştirilecek. Bu yanıyla bakıldığında, kentin peyzajını etkileyecek bir ürün üzerine çalışmak da ayrıca önemli. İtalya'dan başlayarak Avrupa'ya yayılması planlanan, bu kadar yüksek teknoloji bir işin, özgün dokusu ve belirgin bir tarihsel, kültürel kimliği olan kentlerde yer alacak olması bizim açımızdan üzerine özellikle düşünülmesi gereken bir unsur. Milano’da yeni modern binaların yanı sıra, Roma'da tarihi binalar önünde kullanılacak olan ünitelerin finisyonlarının birbirinden farklı olması gerektiğini düşündük ama bunu gerçekleştirirken de yüksek bir seri üretim olduğundan  ürünü çok değiştirmeden, bir şekilde çevreye uyumlu hale getirme gerekliliği söz konusu. Bu projenin bizim için bu kadar önemli olmasının bir diğer sebebi de, geleceği farklılaştırabileceğimizi bize düşündürtüyor olması. Yapılan araştırmalar, elektrikli araçların kullanımında beklenenden düşük bir oran çıkmasının, çoğu insanın elektrikli araçla yolda kalma endişesi olduğunu ortaya koyuyor, çünkü henüz şehirlerde yeteri kadar şarj edebilme olasılığı yok. Bu da talepte azlığa sebep oluyor. Aracınızı erişilebilir bir şekilde şarj etme imkanı şehirlerde sağlanabilirse, talebin artacağı öngörülüyor. Dolayısıyla bu proje ile biz de, bir şekilde çevreciliğe katkıda bulunmuş oluyoruz. 

Türkiye ile iş yapıyor musunuz?

Evet, Türkiye’de değer verdiğim pek çok firma ile çeşitli projeler üzerinde çalışıyoruz. Türkiye’de dünyanın çeşitli yerlerinde göremeyeceğiniz kadar harika endüstriler var ve buna bir de Türk insanının heyecanını ve know-how ını eklediğinizde onlarla çalışmak büyük bir keyif oluyor.

İtalya’dan sonra ABD’de yaşamak nasıl? Siz hangi şehir ve ülkeyi daha çok seviyorsunuz?

Yarattığımız hayat ne kadar cazip olursa olsun, emek vererek oluşturduğumuz bu ‘koza’ aslında sadece coğrafi olarak değil, fikirsel olarak da  lokal kalabilmeye çok müsait.  Hayatın diğer ‘koza’larını anlayabilmek, kendimizi kısırlaştırmamak, vizyonumuzu geniş tutabilmek için dünyalarımızdan çıkarak kendimizi keşfetmeye hazır tutmalıyız. Sanırım bu yüzdendir ki hem tasarım pratiğimizde -tek bir tip kategori üzerinde uzmanlaşmanın yanlış olduğunu düşünerek- bunun aksini uyguladım, hem de çeşitli kültürlere bakış açım farklılaştı ve bu yaşamımı daha akışkan bir hale getirdi. Ve bir ülkeden diğerine daha sonra bir diğerine göç ettim. İtalya her ne kadar Rönesans geçirmiş olsa da bir Akdeniz ülkesi olduğu için Türkiye’den sonra en uzun yaşadığım yer olan İtalya’da yaşarken kendimi İtalyanlara çok yakın hissetmiştim; ne de olsa yaşam tarzlarımız birbirine çok yakın. İtalya bütünüyle müthiş güzel bir ülke. Türkiye ve İtalya’dan sonra Amerika’da yaşamak ilk başta beni bir hayli sarstı diyebilirim. Belki de yapmamam gereken bir şeyi yaptığım için; o da günlük yaşamda yaşadığım deneyimleri diğer ülkelerdeki deneyimlerimle karşılaştırmak idi. Bunu yapmamaya başladığım andan itibaren Amerika’daki yaşamım daha farklı oldu. Amerika ile Avrupa ve Türkiye arasında gelenekler ve gündelik yaşam arasında büyük farklılıklar var elbette ve kendimi Amerikalı olarak tanımlayamam ama değişikliklerle karşılaşmanın da beni geliştirdiğini düşünüyorum. İsim dolayısı ile sürekli okyanus ötesine seyahat ettiğim için, aslında üç kitada birden yaşıyorum desem pek de  garip olmaz...  Chicago, kolay yaşanabilen, canlı bir mimari ve tasarım kültürüne sahip, mükemmel bir şehir. Önümüzdeki günlerde üçüncü  Chicago Mimarlık Biennalı devam ediyor. Bienal, küresel mimarideki yenilikleri, yaklaşımları hem görsel, hem dinleti olarak takip edebilmek için büyük bir fırsat. Bu fırsat, aynı zamanda ilk Sullivan gökdelenlerinden Mies van der Rohe ve Frank Lloyd Wright’a uzanan şehrin tarihini yeniden keşfetmek adına da geçerli. Tasarım ortamı da, dijital ve fiziksel ürünler üzerinde çalışan start-up dalgası sayesinde gittikçe büyüyor. Biz sık sık Chicago’nun İstanbul ve Silikon Vadisi arasında bir yerde olduğunu söyleyerek şakalaşıyoruz, ama bu bir anlamda doğru. Buradaki ofisimizde Avrupa’daki projelerimiz üzerinde rahatlıkla çalışabiliyoruz ve Amerika’nın iki yakasına, hem San Francisco’nun yüksek teknolojideki çevresine, hem de New York, North Carolina’nın bulunduğu Batı yakasındaki mobilya firmalarına rahatlıkla erişebiliyoruz.

İtalyan dili ve edebiyatından tasarımcılığa nasıl uzandınız?

Yaratıcılık ve sanatla çocukluk yaşlarından beri iç içe büyüdüm diyebilirim; eminim bunda ailemin etkisi büyük olmuştur. Anne-babamın sanata, sanat tarihine düşkünlükleri, mimarı ve endüstriyel tasarıma olan mesleki merakları, benim elimden kağıt kalemi eksik etmememe, görmeyi öğrenmeme belki de sebepti, ve kimbilir belki de bu bilinçaltı giriş, zaman içersinde benim çizime olan tutkumu yaratıcılığa daha sonra da tasarıma doğru yöneltti. Ortaokul döneminde iken abimin defterinin kenarına çizdiği motorsiklet çizimleriyle onun gelecekte ne olmak istediğini sorduğumda hayatımda ilk defa product design diye bir mesleğin olduğunu öğrenmiş, daha sonra da buna olan ilgim pekişmişti.  Lise 1’de kararımı vermiştim; tasarımdı geleceğim!  Tasarımın beşiğinin İtalya olduğunu, -belki de anne babamın mesleki ilgi ve aşklarından- çocukken anlamış olsam da, asıl Rönesans geçirmiş bir kültürün doğurduğu çeşitli dallardan biri olan tasarımın hayatımızdaki etkisini büyüdükçe daha da çok kavradım. Ama tasarımın gerçek öneminin kafama kazınması, mimarlık ve tasarım alanlarını içeren en baba yayın olan Domuş mecmuasında yayınlanan bir makarna tasarımının haberiyle oldu diyebilirim. Birilerinin, (ki o biri de çok önemli bir araba tasarımcısı olan G.Giugaro) o dönemde, yediğimiz yemeği tasarlaması (şimdi normal geliyor olabilir ancak ben seneler öncesinden bahsediyorum) ve bunun endüstriyel bir makarna üreticisi tarafından sipariş ediliyor olması kafamda İtalyan kültürüne beslediğim aşk/saygı/ilgi/hayranlığı bir ışık altında bütünleştirirken kalbimin bu mesleğe kucak açmasına ilk gerçek adımı attırmıştı. Daha sonra öğrendiğim kadarı ile bu pastasciutta (hamur işi) istenilen başarıyı elde edememiş olsa bile, belki de benim hayatımı değiştirdi. Tasarım okumadan evvel, Mürşide İçmeli ile grafik, Hayatı Misman ile gravür çalıştım. İtalyan Dili ve Edebiyatını okudum, fakültesinden mezun oldum, çünkü tasarımın sadece iyi çizmek olmadığını başka ilintili disiplinler hakkında da bilgi sahibi olabilirsem beni -konumda- daha derine iteceğine inanıyordum. Hepsinin bendeki etkisi çok büyüktür. Bu geniş öğreti, bana tasarımda farklıyı görebilme yetimi geliştirmemde eminim çok etkili oldu.

Tasarımcı olmak isteyen gençlere mesajınız nedir?

Tasarımcı olmanın heyecan verici ve faydalı olduğunu kesinlikle düşünüyorum. Ve bunu daha da heyecanlı hale getiren şey, gelecekte tasarım yapmanın farklılaşacağı gerçeği, mesleğin nasıl evrileceğini hayal edebiliyorum. Gelecek tasarım ve tasarımcılar ile çok pozitif olabilir ancak endüstri tasarımı (ya da herhangi bir diğer yaratıcı meslek) ile ilgilenmek isteyenlere deneyimlerimden faydalanarak hatırlatmak istediğim bir iki not var; o da eğer araştırmacı, meraklı, ilgili değillerse; genel kültürleri ve de konu ile ilgili kültürleri, birikimleri yoksa; malzeme bilgisine, uygulama tekniklerine ait bilgisi, deneyimi yoksa ya da o deneyimi oluşturmaktan uzak kalıyorsa; düşünceyi yaratıcılığa çeviremiyorsa; kendinden, deneyimlerinden, yaşamından etkilenemeyip başkalarını örnek alarak kopyalama yapıyorsa; yarattıklarında bir kişiliği yakalayamıyorsa, o zaman başka mesleklere doğru kaymalarını tavsiye edebilirim.

  

  

Yaptığınız işi sevmek çok önemli...

Ben Defne Koz olarak hayata anlamlı farklılıklar katarak, günlük yaşama yeni değerler getirerek gelecekteki alternatifleri, olanakları, vizyonları gösterebilen ve geleceğin nasıl şekillenebileceğini diğer kişilerden daha yaratıcı bir şekilde hayal edebilenlerdenim.  Ben ‘tasarım’ ile, farklı düşünebilmeyi, ufkumu açabilmeyi, kendimi ifade edebilmeyi, yaşamın vizyoner olmakla ne kadar güzel olabileceğini, yaratıcılığın hayatı ne kadar değiştirebileceğini, yaratıcılıkla hayatin daha çok renklendiğini, zenginleştiğini ve hayatı daha değerli kılabildiğini, kendimden bir ‘parça’ ile dünyaya yayılabileceğimi, üretken olabilmeyi ve bu üretkenlikle tatminkar olabilmeyi öğrendim.   Mesleğimi, mesleğimin derinliğini İtalya’da öğrendim. Öğrendiklerimi çok güzel bir donemde, büyük tasarımcılarla çalışarak, onlarla ayni havayı soluyarak pekiştirdim. Bunu önce 15 sene boyunca yaşadığım ve ofisimi kurduğum İtalya’da uyguladım, 2010’dan itibaren ise ofisimi Chicago’ya taşıyarak ortağım -ve esim- Marco Susani ile genişleterek, farklı tasarım alanlarında global servis veren Koz Susani Design’da devam ettiriyorum.  Bu mesleğe başladığımda hayallerim geçmişte büyüktü, hala da öyle. Hiçbir zaman materyalistik olmadı bu hayaller; şu ya da bu firma için ürünlerin tasarlanması değildi önemli olan. Benim için değerli olan ve benim heyecanımı her zaman kamçılayan şey, bir bireyin yaratıcı ve aynı zamanda üretken olması. Ben de kendi becerilerim dahilinde küçük ya da büyük, bilinen ya da bilinmeyen ancak doğru bulduğum firmalarla birlikte çalışarak başkalarının hayatlarına ‘dolaylı‘ olarak girip farklılık, yenilik getirmeye, malzemesiyle, dokunuşuyla, işleviyle bir ‘kalite’ katmaya çalışıyorum. Bunu yaparken de yaptığım işten büyük keyif alıyorum. Bu hayalimi devam ettirebilmek benim en büyük hedefim! Üretmeyi seviyorum. Başka turlu de nasıl yaşanabileceğini anlayamıyorumJ İnsanları seviyorum. Farklı kültürlerle çalışmayı seviyorum. İş ilişkisi ile başlayan, sonra dostluğa dönüşen ilişkileri seviyorum. Tasarımlarım kullanıcının eline geçince mest oluyorum.  Velhasıl, yaptığım isi seviyorum!

Firmanızdan da bahsedebilir misiniz? Ne tarz tasarımlar yapıyorsunuz?

Koz+Susani Design, el yapımı ürünlerden hi-tech ürünlere, stratejik tasarımdan ürün tasarımına, marka tasarımından interaction tasarıma çeşitli tasarım alanlarında uluslararası müşteriler ile çalışarak tasarım danışmanlığı hizmeti veren kökümüzde de Türk ve İtalyan tasarım kültürünün yattığı ABD merkezli global bir firma.  Bu yüzden de müşterilerimiz bir hayli geniş bir spektruma ve ülkelere yayılmış vaziyette. Genelde birbirinden çok farklı konulardaki projelerde çalışıyoruz. Bir uçta yüksek teknolojili işler, diğer uçta daha yalın projeler olabiliyor.  Hangi ürün gamında olursa olsun, -endüstriyel ürün tasarım gruplarında ya da geleceğin yaşam tarzına yönelik futuristik tasarım projelerinde ya da markalaşma tasarımlarında-, projeye yaklaşımımız  aslında aynı: önemli olan kişilerin bu ürünleri kullanımları...  Ürün ne olursa olsun önce alışkanlıkları inceliyoruz, ardından ise bu alışkanlıkları, insanlardan tamamen koparmadan kullanım alanlarına yenilikler getirmeye çalışarak tasarlıyoruz. Kısaca bir ürünü tasarlarken onun bulacağı çevreyi ve insan ile olan ilişkisini düşünerek projelendirmek ve bir şekilde o ürün ile kullanıcıya farklı bir hissi hissettirmek benim için önemli. İster menteşe olsun, ister bardak ya da elektrikli arabaların şarj istasyonu ya da aydınlatma elemanları, ya da maden suyu şişesi…  Diğer önem verdiğimiz şey, kullanıcıda duyuları harekete geçirmek: bu, üzerinde oturduğunuz koltuğun rahatlığıyla, tuttuğunuz bardağın kulpuyla, bir dokuyla, ışıkla veya başka pek çok şekilde olabilir.  Amacımız bir ürünü -bir evvelki kullanım şeklinden çok uzaklaştırmadan- hep yenilikçi olmaya devam eden bir tavır ve anlatım diliyle tasarlamak; alışılagelmiş gibi görünmekle birlikte kullanıcıya yeniliği, farklılığı hissettirmek ve heyecan verdirmek...  Bir 'trend'in sonucunda ortaya çıkan bir iş olmadığı için ürünlerimizin, projelerimizin kalıcı bir çizgisi oluyor.  Bildiğimiz anlamda ürün tasarımı yapmak, bir yandan da gelecek senaryoları yaratarak bu geleceğin içinde var olmak veya bu gelecek kurgusunun içinde bir şekilde yer alabilmeyi düşünmek çok güzel. bunları yaparken de teknoloji bizim kullanmamız gereken harika bir araç ve kullanıcıyı, hayat standartlarını, yenilikçi olabilme ve estetik değerleri artık çok etkiliyor. Burada önemli olan tasarımcının ve yaratıcı beyinlerin sahip olduğu sorgulayıcı düşünce sistematiğinin geleceği şekillendirecek olması. Geleceğin teknolojilerinin hayatımızı nasıl etkileyeceğini anlamak gerekiyor. Yeni malzemeleri, yeni teknolojileri takip eden ve vizyoner bir bakış açısına sahip olması gereken biz tasarımcılar bunu yapmazsak, hep aynı döngü içerisinde yaşama durumunda kalabiliriz.  Şu ara üzerinde çalıştığımız projelere gelecek olursak: endüstriyel ürün tasarım gruplarında:  Elektrikli araç tasarımları ve elektrikli araçların şehirlerde yer alacak şarj sistemlerinin tasarımları, yer /duvar kaplamalarından, armatüre vitrifiyeye, masaüstü aksesuardan hotelier koleksiyonlarına, ev ve ofis mobilyalarına, akustik ürünlere, otel ve hastanelerdeki bekleme odalarına, aydınlatma elemanlarına gibi farklı gamalarda yer alan projeler bulunmakta. Bir de teknolojik gelişmelerle birlikte tüketimin nasıl farklılaşacağı ve günlük hayatın ne yönde dönüşmeye devam edeceğini gösteren, parametrik mobilya tasarımı üzerine farklı bir proje üzerinde çalışıyoruz. Enteresan bir proje çünkü yüksek teknolojiyi, alışık olduğumuz mobilya üretim sürecinin içine dahil ediyor ve bunu kullanıcının önüne ürün olarak koyuyor.  Markalaşma projelerinde ise çeşitli firmaların kendi markalarının oluşmalarına kimi zaman sıfırdan başlayarak kimi zaman ise var olan markalarının güncelleyerek, felsefesinden, isimlerine, logolarına, , (brand identity), kataloglarına, ürün tasarımlarına, ambalaj tasarımlarına varan 360 dereceyi kpasayan tasarım danışmanlığını veriyoruz. Mutfak eşyalarında yeni markalar yaratırken, bugün tüm dünyada dağıtılan ve en önemli firmalar arasında yer alan çeşitli markalara tasarım yapıyoruz.  Ayrıca çeşitli firmalara gelecek için farklı vizyonlar çeşitli olası senaryolar hazırlıyoruz; gıda sektöründe, ulaşım, ofis, tıbbi ve diğer sektörlerde…Bu senaryolar üzerine kafa yormayı seviyoruz.  Bir de Chicago'da "start-up"larla geliştirdiğimiz projeler var. Bunlardan bir tanesi yakın gelecekte yiyeceklerin içindeki maddelerin ne kadar değişeceği ve en yakın değerlere sahip şekilde alternatiflerinin nasıl üretilebileceği üzerine bir iş.  Hangi proje üzerinde çalışırsak çalışalım, amacımız insanı ve duygusal nitelikleri her zaman ön planda tutan, ileriyi gören ve yeniliği kucaklayan kalitesi yüksek tasarımlar yapmak.

Bu zamana kadar aldığınız ödüllerden bahsedebilir misiniz?  Ödüllerin tasarımcı için ve kişisel üretkenliği anlamında nasıl bir katkısı var?

Uluslararası platformlarda düzenlenen yarışmalardan aldığımız gerçekten de değerli pek çok ödülümüz var; bunların arasında Gold Winner of German Design Award, Innovation Design Award German Design Council, Gold Award by Neocon, IF Design Awards (2), Red Dot Design Awards (6), Core77 Transportation Award, IDA Bronze Awards, ADI Index Compasso d'Oro (3), Good Design Awards (2), ID  Design Magazine Award, EDIDA_Elle Decoration International Design Awards (5), Elle Déco Awards, Designer of the Year (2), DesignTurkey (3), Women to Watch Award by AdAge gibi oduller yer almakta… İnsan nasıl ki aynaya baktığında kendisini görmesine rağmen, biri ona farklı bir dille gördüğü şeyin güzelliğini söylediğinde, bu insanın hoşuna gidiyorsa, ödüllerin de öyle bir etkisi var. Yaptığın iyi, güzel bir şeyi başkalarıyla paylaştığında ve onlar da bunu beğendiğinde bundan mutlu oluyorsun. Bu mutluluk insanın üretimİni etkilediği için önemli bence.  Yoksa ödül alsa da almasa da ben tasarımlarımı zaten inanarak yapıyorum. Hiç bir ürünüme gerçekten aşık olarak yapmasam imzamı atmam. Ürünün kullanıcılar tarafından beğenilmesi çok önemli. "Oğlum Doğu'ya askere giderken sizin ürününüzü yanına almadan gitmek istemiyor" diye yazan bir email en az ödüller kadar önemli diyebilirim. Mesele başkalarının hayatına bir şekilde girmek ve bunun da kabulleniliyor olması. Bunun yanında kurumsal bir yapının içinde birilerinin senin tasarladığın ürün üzerine tartışması, bir sonuca varması ve bunun sonucunda o tasarımın bir ödül alması tabii ki çok hoş bir şey. Sonuç itibariyle ödül almak çok güzel, ancak ben hiç bir tasarımımı ödül almak için yapmıyorum. Ödül almak bir taraftan da müşterilerimiz olan markaları, o ürünlerin üreticilerini çok teşvik eden bir şey. Ödüller markalar için sinerji ve enerji yaratıyor. 

Son söz sizin lütfen buyurun...

Son söz gelecek ile ilgili olsun.. Bildiğimiz anlamda ürün tasarımı yapmak, bir yandan da gelecek senaryoları yaratarak bu geleceğin içinde var olmak veya bu gelecek kurgusunun içinde bir şekilde yer alabilmeyi düşünmek çok güzel.  Ben her güne taptaze bir vizyon ile başlamak ve geleceği düşündüğümde umut ve heyecan dolu olmak istiyorum. Bunu bu hale getirmek aslında bizim elimizde. İsim gereği olsa gerek, kendimi hep daha iyi bir dünyayı düşünürken buluyorum. Şu anda maalesef böyle bir dünyanın içinde değiliz. Ancak bunu pozitif hale dönüştürebilmek de aslında bizim elimizde. Tasarımcı büyük bir merakla geleceği kurgulayan kişi. Onun için de geleceği yaratmak doğal olarak bir tasarımcının günlük yaşamının bir parçası. Geleceğin nasıl şekillenebileceği hayal edebiliyorum, çünkü bir tasarımcı için gelecek aslında hayal etmekle eş değer. Bunu yaparken de tabii hayal ettiğini gerçekleştirmek konusunda üretken olmak gerekiyor. Üzerine  çalışılan ölçek küçük ya da büyük olsun, bunu hep incelemeye, meraklı olmaya, kendini tekrarlamadan geleceğe bakmaya ve bunu bir yaşam mottosu haline getirmeye bağlı bir durum olarak görmek lazım.  Tasarladığım bir ürün birinin hayatına giriyor ve bu, öyle ya da böyle, kişinin hayatını etkiliyor. Biz tasarımcıların bu noktada böyle bir kuvveti var. Bunu olumlu bir şekilde yapabilmek önemli . İnsanları çevreleyen ürünleri tasarlarken, onların hayatını anlamaya ve hayatlarına farklılık getirecek daha yenilikçi tasarımlar yapmak önemli.  Düşünceleri daha iyi olmaya yönelten, hayatları değiştirebilecek, insanları birleştirebilecek ürünler tasarlamak...ve hayatı pozitif etkilemek!

​​​​​​​

Defne Koz kimdir?

Defne Koz, Chicago’daki ödüllü ve yenilikçi bir stüdyo olan Koz+Susani Design’ın eş kurucusu ve ortağıdır. Marco Susani ile beraber ikonik, duygusal olarak çekici ve yenilikçi ürün ve deneyimler tasarlamaktadır.

Koz+Susani’nin tasarım yelpazesi, hi-touch malzemelerden interaktif tasarımlara, lüks el işi ürünlerden seri üretim ürünlere uzanıyor. İnsani ve duygusal tarafını koruyan, vizyon ve yenilikçiliği kucaklayan yüksek kalitede tasarımlara her daim önem veriyor.

3M, Alessi, Allstate, AGT, Arcelik, Avsar, Bernhardt, Burotime, Creavit, Derin, Delta, Dove/Unilever, Egizia, ENEL, FontanaArte, Foscarini, Gaia&Gino, Italamp, Leucos, Lipton/Unilever, MPD, 1400º Mitterteich, Megaron, Merati, Nissan, Nestle, Nude, Nurus, OmniDecor, Omnia, Pasabahce, Panasonic, Pinar, Pirelli, Rapsel, Samet, Seiko, Swarovski, Swissotel, TunaOffice, TrueDesign, Verreum, Vitra, WMF, Xerox’un da aralarında olduğu global müşterilerle çalışmaktadırlar.

Defne Koz’un tasarıma bakış açısı, Domus Academy – Milano’da eğitimini tamamladıktan sonra Ettore Sottsass’ın stüdyosundaki eğitiminin ardından Türk ve İtalyan kültürlerine olan ilgisiyle şekillendi. Türkiye, İtalya ve ABD'den oluşan üçgen boyunca calisan Koz, Türk estetik değerlerini İtalyan tasarım felsefesiyle sentezler.

Bir tasarımcının gerçek misyonunun “bir nesneyi şekillendirmenin” ötesine geçmek ve gelecekle ilgili fikir üretmek ve onları hayata geçirmek olduğuna inanmaktadır.

Defne Koz, tasarimin hemen hemen her alt kategorisindeki urunleri ile uluslararası birçok prestijli tasarım ödülü kazandı, bunlarin arasinda: Core 77 Transportation Award 2019, Gold Winner of German Design Award 2019; Gold Award by Neocon 2016; IF Design Award 2015, 2014; IDA Bronze Award 2014, 2011; Innovation Design Award 2013 by German Design Council; Red Dot Design Award 2014, 2013, 2012, 2011, 2009, 2006; nominated in ADI Index Compasso d'Oro 2019, 2016, 2002; Good Design Award 2013, 2002; Best in Category Prize in 2001 by ID Design Magazine; Designer of the Year 2019, 2013 by Elle Deco International Design Awards, çeşitli sayida Best of The Category by EDIDA International Awards ve Design Turkey Awards; Elle Déco Award 2015, 2012, 2011, Women to Watch Award by AdAge 2017.

Defne Koz, 2014-17 arasında Akbank’ın Sanat/Tasarım Danışma kurulunda ve İMM KölnMesse’de Trend Kurulu üyeliğini üstlenmiş, 2012 yılında İstanbul Tasarım Bienali’nin Kurucu Kurulu’nda yer almıştır.  


  

​​​​​​​