MUAMMER SABER: ‘TEHLİKEYİ LEHİNİZE ÇEVİRİN.’

Bu hafta, oyuncu Muammer Saber ile oyunculuk hayatına ve önemli projelerine dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz sizlerle…

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Muammer Saber kimdir?

Muammer Saber, sağı solu belli olmayan, çok deli bir adamdır. Düşünüyorum, değil aslında. Çünkü ben hiç kimseyim. Yani Kasım’ın 15’inde Zonguldak’ın bir mahallesinde doğmuş normal bir insanım. Uzaydan gelmedim yani. :) Şaka bir yana, düz bir lisede, sayısal bölümde eğitim görmüş, daha sonrasında üniversite için sözel ders eğitimi almış, İstanbul’da bir üniversiteyi kazanmış, Sinema Televizyon bölümünü bitirmiş sade bir vatandaşım açıkçası. Şu anda da yine sinema televizyon bölümü üzerine yüksek lisansımı yapıyorum. Anlayacağınız hala okuyorum ve eğitim alıyorum. Çünkü hala öğrenmediğim birçok şey var, diye düşünüyorum. Biliyorsunuz, çok gezen değil, çok okuyan biliyor bu devirde. Ailem hala Zonguldak’ta yaşıyor, benim de şu koca şehirde 10. senem. Sanırım, ömrüm burada koşuşturmakla geçecek. Çünkü aşırı yüksek tempolu ve yoğun bir hayatım ve mesleğim var. Geçen 10 yıla bir sürü şey sığmıştır anlayacağınız. Bu nedenle, dinç ve güçlü kalmaya çalışan birisiyim.

Oyunculuk yaşamınız nasıl başladı?

Oyunculuk hayatımı kendim başlattım.  Her şey lisede başladı. İlk kıvılcımı orada aldım. O zaman akıllı telefonlar yok tabi ama video kaydı yapan, başlatıp durdurabildiğiniz telefonlar var. Biz de sınıfta küçük küçük hikâyeler yazıp, video kaydı alarak filmcikler çıkartıyorduk. Zaten duraklatıp devam ettirdiğinizde, otomatikman cut atmış oluyorsunuz ve çekim bittiğinde montajlanmış oluyordu. Başka bir telefondan da alttan bir müzik açıyorlardı arkadaşlar, sonra ultra amatör bir video oluyordu. Çok keyifli işler çıkıyordu yani. Mesela, hoca sınıfa geldiğinde, nerede kalmıştık? Not al, nedir bu? Devamlılık. Çekimi yapıyorsun, bak, yüzü karanlık kaldı. Ne lazım? Yüzüne ışık... Mesela böyle küçük detayları, o zamandan kavrayıp, öğreniyorsun. Bazen tartışmalar bile çıkıyordu. Sen oynayacaksın, ben oynayacağım gibi tatlı ses yükselmeleriydi ama hoştu.
Sonrasında, lisenin son yaz tatilinde İstanbul’a geldim. Bu meslekte neler yapılabilir, neler öğrenilir amacıyla. Biraz araştırmayla kendimi bir sinema filminin setinde buldum. Sene 2009. Bugüne ilk iş günüm, diyorum ben. Gerçektende öyle oldu. Bir cumartesi günü, sabah 6.30’da Taksim Akm önünde başlayan bir macera. Harika bir kadrosu vardı. Engin Altan Düzyatan, Sinem Kobal, Sedef Avcı’dan tutun, Gürgen Öz, Burcu Esmersoy'a kadar sağlam bir kadroydu. Mahsun Kırmızıgül’ün yapımcısı olduğu Romantik Komedi filmiydi. Bu arada Gürgen ağabey'de bizim oradan, Zonguldaklı. Çok severim kendisini. Neyse, ertesi günün sabahı, 8 gibi bitti çekimler, 9.15 gibi geldim eve ve direk uyudum, tam bir gün, deliksiz.  O bir günlük, sabahtan diğer sabaha kadar geçen sürede, cidden birçok şeyi ve nasıl yapılıp yürütüldüğünü öğrenmişimdir. Aşkla bakıyorsun açıkçası. O koşuşturma, teknik terimler, edilen sohbetler, tanışılan insanlar… Herkes, o iş için ter döküyor. İnanılmaz bir şey gerçekten. Tabi daha anlatılacak birçok şey ve hikâye var ama startım bu şekilde oldu.
Toparlarsak, artık profesyonel dünya ve robotlaştık. Kimsenin keyfi yok, diye düşünüyorum. Çünkü herkesin yüzü asık sektörde. Cidden çok arıyorum o lisedeki günlerimi, keşke şimdiki işler de o şekilde olabilse.

Oyunculuğun sizdeki yeri nedir?

Oyunculuğun bendeki yeri çok başka gerçekten. Sadece oyunculuk değil aslında, ben kamera arkasında da çalıştım. Hala da çalışıyorum reji işi olduğu zaman. Çünkü o kadar güzel insanlarla, ustalarla çalıştım ki her birinin bendeki yeri ayrı. Hepsi, bana bir özellik kazandırmıştır. Birlikte işleri yaparak geliştirilmişimdir. Gerek kamera arkası gerekse kamera önü… Bu, açık ve nettir. İlk baştan şu ana kadar kendim bir şeyler öğrenmiş olabilirim, tamam. Okuyarak ve çok çalışarak da olabilir ama şöyle bir şey var ki söylemeden edemeyeceğim; Yüksek Lisansıma başladığım zaman, aynı dönem Oyunculuk eğitimi almaya da başladım bir oyunculuk okulunda. Sevgili Vahide Perçin, Altan Gördüm ve Gürol Tonbul hocalarım başta olmak üzere, Işın Feyman, Ersin Umulu, Esin Alpogan ve dahası. Gerçekten çok güzel insanlar. Onların sayesinde, deyim yerindeyse segment atlattım, gibi bir şey. Özellikle, bu eğitim boyunca kendi bildiğimden daha fazlasını öğrendim ustalarımdan. Yanlış bildiklerimi düzelttiler, bilmediklerimi gösterdiler. Yani çok yüce insanlar benim için. Herkes içinde eminim ki öyledir. Sizi mesleğe karşı sürekli hazır ve diri tutuyorlar. Herkese olduğu gibi, meslekten soğuduğunuz zamanlar geliyordur ama benim gelmiyor çünkü senin nasıl beklemen gerektiğini de öğretiyorlar, asla şevk kırılması yaşamamanız gerektiğini.
Bu nedenle oyunculuğun bendeki yeri, çocuğum gibidir. Çocuk büyütür gibi ona bakmaya başladım. Çok seviyorum, sürekli bir şeyler karalayıp, onları tekrar ediyorum. Hafızanızı güçlü tutmanız lazım. Yani benimle yatıyor, benimle kalkıyor diyebilirim. Mesela ailem yanıma ziyarete geldiği zaman onlara keyiflensinler diye skeçler oynuyorum. Her şeyi yapabilmek, yapamadığınızı da çalışarak yapmak, daha çok öğretici oluyor ve daima seviyorsunuz mesleğinizi.

2010 yılında izleyicilerle buluşan ‘Romantik Komedi: Aşk Tadında’ adlı filmde rol alırken size hangi duygular eşlik etti?

Bu filmde çalışırken en çok sevdiğim şey, gece çorbalarıydı. Çok duygulu içiyordum ezogelini ve mercimeği.  Şaka tabi ki... Yani, o sene yaptığınız ilk iş. İlk başlangıç, ilk yuttuğunuz set tozu ve önemli isimlerle çalışıyorsunuz. İşinde iyi olan oyuncularla aynı havayı soluyup, aynı işi çıkartmaya çalışıyorsunuz. Tabi bu da sizin enerjinizi yükseltiyor. Geç saatlere kadar çalışsanız da ayakta kalabiliyorsunuz ama çorba doğru gerçekten, o da sizi ayakta tutuyor.
İlk işim olduğu için çok sahnem yoktu. 4 sahnem vardı ama o 4 sahne, gerçekten de çok şey katmıştır bana. Ceren Aslan ve Aslı Zengin çok iyi bir iş yazmışlardı. Yani şöyle söyleyeyim; ABD'nin Sex And The City dizisi gibi bir uyarlamaydı Romantik Komedi filmi. Ketche Hakan da çok şey kattı filme yönetmenliğiyle. Film vizyona girdikten sonra da çok feedbackler aldı. Sonra da zaten insan ilişkileri ve kaynaşmalarla işlerimizi devam ettirdik.

Romantik Komedi: Aşk Tadında, oyunculuk kariyeriniz açısından nasıl bir öneme sahip?

Çok önemli bir yeri var. İlk girdiğim setti ve acayip bir şekilde bağlandım. O ortamı gördükten sonra kesin kararınızı veriyorsunuz, gibi bir şey aslında. Nasıl bir kadını ilk gördüğünüzde, bir şeyler hissediyorsunuz. Bu da öyle bir şey bana göre. İnanılmaz derecede tutuldum ve dedim ki kendime; ‘Saber tamam. Bu işi yapmalısın.’ Tabi üniversitedeki bölüm hocalarım ve arkadaşlarımın da biraz, deyim yerindeyse iteklemesi sonucu, kendi çapımda bir şeyler yapmaya çalıştım, çalışıyorum.
Bu arada şunu da söylemek istiyorum: Saber, soyadım. Yaklaşık bir 17 senedir soyadımla hitap ediyorlar bana. Bunu da ilkokulda bir öğretmenim başlattı ve öyle devam ediyor. Hoşuma da gitti. O günden itibaren yeni tanıştığım insanlara, kişilere soyadımla tanıtıyorum. Dikkat çekiyor.

‘Romantik Komedi: Aşk Tadında’ ile devam edelim. Filmde nasıl bir karakteri canlandırdınız? Filmdeki karakterinizle ilgili izleyici yorumu aldınız mı?

Yani hiç hoş bir karakter değildi aslında. Gördüğü kıza sarkan bir karakterdi. Garsonları tersleyen, bildiğiniz değişik tipler vardır ya hani, o şekildeydim.  Üzerimde de çiçekli bir gömlek vardı.  İzleyiciden yorum alamadık çünkü o dönem daha twitter kullanmaya başlamamıştım ama ilk gelen yorum babamdandı. Dedi ki; ‘Bir daha seni o halde görmeyeceğim.’ Gerçek sanmış. Annem de; ‘Bırak çocuğu, istediğiyle gezer, sana ne.’ Öyle tatlı küçük bir tartışma oldu. Sonra, gülerek noktaladık tabi.

Sette ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz?

Sette karşılaştığımız birçok zorluk var. Mesela bunlardan bazıları, çalışma saatleri ve kimi zaman tehlikeli sahnelerin olduğu çekim mekânları. Tabi, Oyuncular ve Sinema TV Sendikası’nın yürüttüğü çalışmalar doğrultusunda durum toparlandı. Eskisi gibi değil artık, düzene girdi. Haricinde, varsa patlamalı çatlamalı sahnelerde zorluklar yaşanabiliyor. Aksiyon halindeyken, size gelen bir parça küçük çaplı yaralanmalara yol açabiliyor veya bir kaza sahnesi başınıza dert olabiliyor. Tabi bunlar, her oyuncunun başına gelen şeyler değil. Sahnede kim varsa o yaşıyor sorunları.  Tabi sonuçta işimiz, severek yapıyoruz. Aksiyonu da ne kadar yüksek olursa o kadar güzel bir iş çıkıyor. Yani deyim yerindeyse, tehlikeyi lehimize çeviriyoruz.

Türkiye’nin medya sektörüne dair neler söyleyebilirsiniz?

Türkiye’de medya bitmiştir. Açık ve net… Başta RTÜK, Televizyon kanalları, gazeteler, basın, spor programları, açık oturum programları, sunucular, yayıncılar, yöneticiler olmak üzere, herkes bir tarafta. Eskisi gibi düzgün işler yapılmıyor. Bir tarafta yandaşlar, bir tarafta karşıtlar, birbirleriyle çatışıyorlar resmen. Ne oluyor sonucunda; Medya git gide küçülüyor, geriliyor. Tabi bu dediğim, özgürlüğün ve gerçekliğin gerilemesi. Yoksa medya asla küçülmez. Yani bu da medyaya bağlı bütün sektörlere zarar veriyor. Başta bizim sektörümüz. Sinema filmleri, diziler… Sansürleniyoruz. Replikler, görüntüler vs. Güleceksiniz ama bildiğimiz bir süper kahraman filmine denk geldim televizyonda. O kadar cut atılmış sahnelere, o kadar sansürlenmiş ki anlatamam. Kahramanın ve kız arkadaşının öpüştüğü bazı sahneler gitmiş tv montajında. Aynı filmde başka bir karakterin ''Ben Tanrıyım!'' diye haykırdıktan sonra, yeşil devden yediği dayak ve komik esprili bir sahnenin içine edilmiş. Bu, sadece en basit örneği. Bunun haricinde, televizyon programları... Herkes, ikiye bölünmüş. Böyle bir şey olamaz, olmamalı. Televizyonsun sen, tarafsız olmak zorundasın. Her şey senin istediğin gibi olmamalı. Birisi çıkıp istediği şeyi söyleyebilmeli ya da izleyebilmeli. Nedense bunların hepsi bizim ülkemize özgü şeyler. İnternete de bulaştılar. İnternet dizilerine de sansür uygulanıyor. Bahsettiğimiz medyaya sosyal medya da dâhil biliyorsunuz. En ufak bir olay yaşansın, hemen engelliyorlar, haber alamıyorsun. Sonra, penguenler belgeseli falan izliyoruz.  Neyse, şöyle bir toparlarsak, medyamızın gidişatı hiç hoşuma gitmiyor. Bu saatten sonra da toparlanacağını sanmıyorum. O yüzden, ben de dahil olmak üzere tüm meslektaşlarımız, medyanın içindeki tüm departmanlarda bulunanlar, bu kaos ve boğuşmalar içerisinde bir şeylere ayak uydurmaya çalışıyoruz mecburen. Çok şey var daha konuşup anlatılacak ama şimdi hem sizin hem de bizim başımız ağrımasın.

Trt 1 ekranlarında yayınlanan ‘Beni Böyle Sev’ adlı dizideki rolünüz neydi?

Ben, o dizide kamera arkasında çalışıyordum, kamera grubunda. Yemek arasındaydık. Yemeği yedik, set ekibinden arkadaşlarla top oynuyorduk, sonra rejiden arkadaş, bir öğrenci rolüyle çıktı geldi. Senaryo burada, şurası, şurası, burası, dedi, sen yaparsın, dedi. Yaparım, dedim. Giriş o giriş. Anlayacağınız benim durumlar, baştan bugüne hep komedi.

‘Beni Böyle Sev’ dizisinde rol almak, size neler kazandırdı?

Kazandırmaktan ziyade, bana güncelleme getirdi, diyelim. Mesela ben, küçük rol, büyük rol, diye bakan birisi değilim. Seçmiyorum, bu olsun, şu olmasın, diye. Hemen üzerinde bir çalışıp, ne yapmam gerektiğini düşünüp o an o işi çıkartabiliyorum. İlk başlarda figürasyon dediğimiz işlere de gidip görüntü doldurmuşluğum da var. Karakter oynamışlığım da var. Kısa filmlerde oynadığım roller de var. Tiyatro da var. Her şey var. En baştan başlayıp, o güne kadar biriktirdiklerinizin hepsine yeni bir sette yaşayıp gördükleriniz size birçok şey kazandırıyor. Zaten Beni Böyle Sev'de kazandırmaması imkânsızdı. Oyuncular, yine genç ve ustalardan oluştuğu için. Her birisinden bilmediğiniz şeyleri öğrenebiliyorsunuz. Mesela, Altan Gördüm. Dizide tanıştık, sonrasında Oyunculuk okulunda hocam oldu. Böyle tatlı hikâyeler de yaşayabiliyorsunuz.

‘Beni Böyle Sev’ dizisindeki rolünüzden bahseder misiniz? Dizide canlandırdığınız karakter, gerçek kişiliğinizi yansıtıyor muydu?

Söylediğim gibi, öğrencilik bir roldü. Tabi ki de yansıtıyordu. O dönemler üniversite öğrencisiydim aynı zamanda. O yüzden hiç zorlanmadım. Epey yansıtıyordu. Karşılıklı diyalog halinde epey bir öğrenciydim.

Yılmaz Erdoğan imzalı ‘Kelebeğin Rüyası’ adlı filmde rol almak, nasıl bir duyguydu?

Harika bir duyguydu. Memleketim Zonguldak’ta başlamıştı çekimleri. Şairlerimizi anlatan bir filmdi. Sette harika insanlar tanıdım. Çok kaliteli isimlerle, ustalarla çalışma fırsatım oldu. Zaten Yılmaz Erdoğan usta, diyorum, başka bir şey demiyorum. Çok güzel bir yönetim vardı. Ortam çok iyiydi. Çok keyifli bir iş oldu. Başrollerden, yardımcı oyunculara efsane bir kadroydu hakikaten. İsimleri biliyorsunuzdur zaten ama Kıvanç Tatlıtuğ, Mert Fırat, Farah Zeynep Abdullah, Belçim Bilgin ve Yılmaz Erdoğan gibi isimlerin karakter canlandırdığı filmde, her ne kadar rolünüz küçük veya büyük olsa da aynı işe emek vermek, gerçekten inanılmaz bir duygu. Birlikte çalışmak, birlikte yemek yemek, birlikte set mekânına gitmek, hepsi sizi canlı tutup, güzel bir işin çıkmasına sebep olan şeyler. İşinize daha çok asılıyorsunuz. İşin başından son sahnesi, son planı çekilene kadar büyük bir emek vardı, güzellik vardı. Nihayetinde çok da güzel bir hikâye anlatıldığını, anlattığımızı düşünüyorum. Ben, filmi vizyona girdiği zaman izlediğimde, gerçekten gözlerimden yaş aktı. Yalan yok. Biliyorsunuz o sahneyi, nasıl olduğunu, içindesiniz ama bitmiş halini izlediğinizde verdiği etki başka bir şey.

‘Kelebeğin Rüyası’ ile devam edelim. Filmde canlandırdığınız karakteri anlatır mısınız?

Film gerçekten adı gibi Kelebeğin Rüyasıydı. Nasıl başladı, ne zaman çekildi de bitti, anlayamadık. Kelebek ömrü kadar hızlıca geçip gitti. Her şey çok güzeldi ama. Yılmaz Hoca’nın ısmarladığı dondurmayı unutamıyorum.  Tabi ısmarladıktan sonra, sıcaklar ve giyilen kostümler sizi yaksa da dondurmanın üzerine sizi koşturuyor.  Bu arada ben, filmde bir değil, iki rol canlandırdım. İlk karakterim, Çavuştu. Mükellefiyet döneminde olan bir ülke, bir şehir Zonguldak, kömürün baş kaynağı. Zorunlu, köle gibi çalıştırılan madenciler var. O psikolojiyle sert olup biraz hor davranmanız gereken bir karakteriniz var. Bazı planlarda yaşı büyükler denk gelmişti, maalesef bazı amcalarımı ittirip kaktırdım. Çünkü sert bir tavır takınmam lazımdı. Belki okurlarsa şu an burada onlardan özür diliyorum. Diğer karakterimde, yüzüm boyandı ve madenci oldum. Yerin kaç kat dibine giriyorsunuz, çok farklı bir psikolojisi var onun da, piresi var, ilacı var, kaşıntısı var. Bir sürü zor şart var o dönemde. Hepsini yansıtacak şekilde canlandırmanız gerekiyor. Ben, yaptığımı düşünüyorum. O sıcağın altında giyilen keçeden yapılma kostümler. Epey zordu ama güzeldi. Nihayetinde harika bir iş oldu ve izleyiciden tam puan aldı. Yine olsa yine giyinir, koşardım.

Yakın zamanda yeni bir projeniz var mı?

Yakın zamanda güzel projeler olacak. Onların görüşmeleri var. Bir dizi ve bir sinema filmi bu projeler. Haricinde, kendim bir uzun metraj film senaryosuna başladım. Bittikten sonra, beyaz perdeye yürütmeye çalışacağız işi. Çünkü çok güzel bir hikâye kurdum. Açıkçası biraz uyarlama, diyebilirim. Daha doğrusu esinlenmek, diyeyim ben ona. Aksiyonu bol ve hızlı takiplerin olacağı bir film olacak. Diğer yandan da youtube işimiz başlayacak. Çekim ve ön hazırlıklarını yapıyoruz şu sıralar. Kanal vasıtasıyla izleyiciyi biraz internet üzerinden güldürmeyi amaçlıyoruz. Keyifli bir iş olacak. Son olarak da, eğer işler yolunda giderse yurtdışı projesi var. Bir film şirketiyle görüşüyorum. İsim vermeyeceğim ama olursa çok güzel bir iş olacak o da. Bildiğiniz kişilerin olacağı bir film. Fazla anlatmayayım, sürpriz olsun.

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Gazeteniz, harika işler yapıyor gerçekten, önce onu söylemeliyim. Vakit buldukça takip ediyorum sizi ve gazetenizi. Bu arada, okurlarınıza, konuk olmuş arkadaşlara, gazetenize ve ailenize çok sevgiler, selamlar gönderiyorum. Bu keyifli, güzel sohbetiniz için de size teşekkür ediyorum. Başarılarınızın devamını diliyorum Ayşenur Hanım.

Röportaj : Ayşenur Mama