Şu an bulunduğumuz toplumsal kargaşanın içinde ruhsal durumumuzu kontrol altına almakta zorlandığımız zamanlar olabiliyor. Hem kişilerin ruhsal durumları hem de toplumumuz içinde yaşanan psikolojik travmalar hakkında Uzman Psikolog & Psikoterapist ÖMÜRCAN BOZKUŞ ile sohbet ettik. Kişi psikolojik açıdan sağlıklı olduğunu nasıl anlar? Çift terapilerinde en çok hangi sorunlarla karşılaşılır? Sosyal medyanın ilişkiler üzerindeki etkileri nelerdir? Koronavirüs sürecinde sağlam bir psikoloji için neler yapmalıyız? Bugün hepsini ÖMÜRCAN BOSKUŞ ile cevaplıyoruz.

Röportaj : Yağmur Tanyıldız

Hoş geldiniz, öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

Hoş buldum. Ben, Ömürcan Bozkuş. Doğma büyüme İstanbulluyum, uzman psikoloğum. Önceleri birçok sektörde çalıştım. Diğer sektörlerde de insan odaklı çalışmalar yürüttüğüm için zaman içerisinde bireylerin iç meselelerine odaklandım ve psikolog olmaya karar verdim, şimdi bu işi severek yapıyorum.

Mesleki olarak yaptığınız çalışmalardan ve odaklandığınız alanlardan bahseder misiniz?

Çeşitli kurum ve kuruluşlarda; psikoterapi, psikolojik danışmanlık, kişisel gelişim ve psikometrik değerlendirme hizmetleri veriyorum. Bilişsel davranışçı terapi, bütüncül psikoterapi, şema terapisi, emdr terapisi ve hipnoz eğitimi aldım. Genelde anksiyete bozukluğu, panik atak, panik bozukluğu, fobiler, obsesif kompulsif bozukluk alanlarında bir psikiyatri ekibinin üyesi olarak çalışıyorum. Bunlar dışında kanser psikolojisi, stres, kaygı, bireylerde uyum problemleri, iş stresi, özgüven, evlilik problemleri, cinsel problemler, kişisel gelişim gibi birçok alanda bireysel çalışmalar gerçekleştiriyorum. Ayrıca birçok sivil toplum örgütünde gönüllü ve resmi faaliyetlerim var.

Psikolojik açıdan kişi kendisinin sağlıklı olup olmadığını nasıl anlar? Hangi durumlarda insanlar bir psikoloğa danışmalıdır?

Kişi bunu kendi hisleriyle ve çevresinden gelen mesajlarla anlayabilir.  Örneğin, kişi sürekli olarak kendini kötü hissediyor ve çevresindeki diğer kişiler de onun bu durumundan şikayet ediyorsa bir uzmana başvurmak gerekebilir. Öncelikle şunu söylemek lazım, sadece psikolojik problemi olan insanlar psikoloğa gitmez. Psikologa gitmek her şeyden önce kendine vakit ayırmaktır. Değişen ve gelişen dünyada iş yaşamının krizleri, aile hayatındaki sorunlar, ilişkilerdeki sıkıntılar kendimizi dinlememize ve dinlenmemize engel olabilir. Kısaca söylemek gerekirse herkes yaşamının belirli dönemlerinde psikoloğa başvurabilir, ister sıkıntılarını çözmek için isterse de yaşam kalitesini arttırmak için.

Sanırım birçok kişi günümüzde genel anlamda güven sorunu yaşıyor ve hatta “psikoloğuma anlatırsam başkasına ya da ailemden birine bahseder mi” düşüncesi olabiliyor. Bu düşüncede olan kişiler için bu konuda neler söylemek istersiniz?

Güven temel duygularımızdan birisidir, bu duygu kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusudur. Sosyal ilişkilerde ve iç dünyamızda uyumlu olmak için bu duyguya ihtiyacımız vardır. Günümüzde maalesef sosyal çevrelerdeki uyaran fazlalığı sebebiyle bireylerin temel güven duygusu sarsılma eğilimindedir. Psikolog konusuna gelecek olursak bizler danışanlarımızın mahremini korumakla görevliyiz, çünkü yaptığımız işin en önemli kısımlarından birisi gizlilik. Eğer bir psikolog bunu sağlayamazsa yaptığı terapi ya da görüşme faydasız olacaktır, yani bir gelen danışan bir daha gelmeyecektir. Gizliliği koruma becerisine sahip olmayan birey verdiği sözel ya da sözel olmayan(beden dili) mesajlarla karşısındaki diğer bireye bunu belli eder. Yani bir uzmanla ilk kez görüştüğünüzde güvenip güvenemeyeceğinizi büyük oranda hissedersiniz. Her şey iyi görünürken de güvenemeyebilirsiniz bu o uzmanın kötü olduğu anlamına gelmez, bu iş ve diğer tüm insan odaklı işler birazcık da uyum meselesidir.

Psikoterapi ne kadar sürmektedir?

Psikoterapi ekolden ekole, kişiden kişiye o kadar çok değişir ki net bir süre vermek doğru değildir. Birçok psikoterapi ekolünde bir seans ortalama 50 dakikadır. En önemlisi psikoterapiye hangi amaçla başvurulduğudur. Örneğin; kişisel gelişim amaçlı başvuran bireyin psikoterapi süresi danışanın isteğine göre belirlenir sınırı yoktur, ancak psikolojik problemler için gerçekleştirilen psikoterapi seansları daha çok hedefe odaklanır ve hedefe uygun bir süre belirlenir. Yani bazı bireyler için 4-5 seans yeterliyken bazılarının terapisiyıllar sürmektedir. Fayda almak isteyen bireyler psikoterapinin uzun sürebileceğini kabul etmelidir.

Evlilik terapisi için gelenlerin sorunları genellikle birbirine benziyor mu? Farklı karakterde iki insanı nasıl ortak noktada buluşturabiliyorsunuz?

Genel kanının aksine ben çiftlerin problemlerinin birbirine benzer olduğunu düşünmüyorum. Her çiftin kendine has sorunları ve diğerleriyle kıyaslanamaz özellikleri olduğuna sıklıkla şahit oluyorum. Bu sebeple sorunları olsun ya da olmasın ilişkilerine değer veren çiftlerin titiz bir psikoterapistle arada bir görüşmesinde çok fayda var. Tesadüfî olarak iki bireyin kendini fırsatlara ve yeniliklere açık hale getirmeye karar vermesiyle, zıt karakterler bir araya gelme şansı bulabiliyor. Bir psikoterapistin böyle mucizevî bir şeyi gerçekleştirebileceğine inanmıyorum, zaten bireylerin hayatlarında böyle bir görevimiz de bulunmuyor. Terapistin asıl görevi çiftlerin ilişkilerindeki uyumu arttırmaya yardımcı olmak ve problemli ilişki dinamiklerini çiftlere fark ettirmektir.

Uzman bir psikolog olarak mutlu insanı nasıl tarif edersiniz?

Benim tanımım şöyle: Mutlu insan “şu an”ı yaşayan, geçmişin geçmişte kaldığını geleceğin de henüz gelmediğini bilen insandır.

Bir psikolog olarak siz kendi kişisel mutluluğunuz için ne yapıyorsunuz?

Mutluluğun aranıp bulunan bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bence akışta olmak ya da akışı kabul etmek mutluluktur. İnsanlarla ilişkilerimi iyi tutarak onlarla vakit geçirerek, iyilik yaparak, iyilik görerek, yakınlarıma derdimi anlatarak, konuşup dinleyerek,  bana haz veren aktiviteler yaparak, olayları olduğu gibi görerek kendimi değerli ve mutlu hissediyorum.

"Mutluluk herkes için farklıdır"

Yolda yürüyen hiç tanımadığınız insanları durdurup “mutluluk nedir?” diye sorsanız, herkesin yanıtları o kadar farklı olur ki tahmin bile edemezsiniz. Kimisi için aşk, kimisi için para, kimisi için itibar, kimisi için saygınlık ve çok daha fazlası...  Gerçekten de mutluluk herkes için farklıdır. Bunu hemen test edebilirsiniz. Çevrenizdeki kişilere sorun, “mutluluk nedir?” diye, göreceksiniz herkes farklı yanıtlar verecek.

Son yıllarda sosyal medya kullanımı çok artmış durumda. Bunun ilişkiler üzerinde olumsuz etkileri sizce var mı? Bu konuda ne yapmak gerek?

Sosyal medya platformlarının hemen hepsinin kullandığı bir algoritma var, bu algoritma keşfetme duygumuzu çalıştırıyor. Keşfetme duygusu sanal olmayan hayatta çok hızlı ve bolca bulabileceğimiz bir duygu değil maalesef. Sanal dünyada oldukça fazla keşif var, bu hızlı keşifler zamanla bağımlılık yapıyor ve dış dünyanın gerçekliğinden kopmamıza sebep olabiliyor. İlişkileri ve bireyin psikolojisini olumsuz etkileyebiliyor. Çünkü kişi normal hayatında bu keşif duygusunun eksikliğini hissetmeye başlayıp tatminsizlik yaşıyor. Burada yapılması gereken şeyler: İlişkide olduğumuz kişiyle daha fazla sanal olmayan vakitler geçirmek, aşırı bir kullanım mevcutsa belirli bir süreliğine  “teknoloji diyeti” yapmak yani sosyal medyayı kısıtlamak. Özellikle sabah kalkar kalkmaz her şeyden önce telefona bakmak, günlük hayata başlamayı geciktiriyor ve bilişsel yorgunluk yapıyor. Sosyal medyaya en azından kahvaltıdan sonra bakmanızı öneririm. Sürekli sosyal medyaya bakıyorsanız ve hayatınız olumsuz etkileniyorsa muhakkak bir uzmandan yardım alın. Eğer mümkünse (uzaktan ilişki yaşamıyorsanız) ilişkide olduğunuz kişiye sanal değil gerçek mesajlar göndermeye gayret gösterin.

Aynı zamanda sosyal medyada kıyaslı bir mutluluk yarışı söz konusu. Daha iyi görünme, daha iyi yerlere gitme gibi yarışlar var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu yarışların tamamı daha önce de bahsettiğim gibi keşif duygumuzu canlandırmaya yarıyor. Keşfediyoruz ve böylelikle sosyal medyada daha fazla vakit harcıyoruz, vakit harcadıkça da keşfedilen olmak istiyoruz ve artık keşfedilmek için yarışıyoruz. Farkında olarak kullandığımızda sosyal medyanın faydalı bir iletişim aracı olduğunu düşünüyorum. Fakat abartılı kullanım psikolojik problemlere yol açıyor, özellikle sosyal medya kullanımına bağlı olarak bağımlılık, beden dismorfik bozukluğu(beden algısının bozulması), dikkat eksikliği, depresyon gibi birçok problem ortaya çıkabilmekte. Aşırı kullanım söz konusuysa böyle problemler yaşamadan bir uzmanla görüşmek önleyici olabilir.

Koronavirüs sürecinde sağlam bir psikoloji için ne yapmalıyız?

Pandemi ile birlikte neredeyse bütün alışkanlıklarımız değişti, dolayısıyla sağlam psikoloji anlayışı da değişti. Artık sadece “bir şeyler yapıyor olmak” sağlam psikoloji belirtisi oldu. Hiçbir şey gerçekten de eskisi gibi değil, pandeminin bireyler üzerindeki psikolojik etkileri gün geçtikçe farklı boyutlara ulaşıyor. Herkes kendini belirli bir oranda, bazıları çok bazıları az, sosyallikten soyutladı ve bunun sıkıntılarını yaşıyor. Psikolojik problemlere yol açan en önemli faktörlerden biri bireyin hayatında sosyal çevrenin yokluğudur. O sebeple bir dengeyi tutturmakta fayda var.

Bizden bağımsız, elimizde olmayan değişimler için kendimizi suçlamak işlevselliğimizi bozmaya hizmet edebilir. Kendimizi suçlamamak için olaylara ve durumlara gerçeklik penceresinden bakmamız faydalı olur. Kendimize her gün yeni ve fayda veren bir şey katarsak psikolojimiz sağlamlaşma eğiliminde olur. Faydalı bir şeyi çevremizden aldığımız mesajlarla ve kısmen de hislerimizden anlayabiliriz.

Koronavirüs için tedbir almak, onu kabul ettiğiniz anlamına gelir. Pandemiyi kabul edin ama sosyalliği de bırakmayın. Endişelenin ama gerçeği unutmayın. Aşılarınızı olduysanız, tedbirlere uyuyorsanız daha fazla yapabileceğiniz bir şey yok demektir. Kendinize hep faydalı şeyler vermenize rağmen iyi hissetmiyorsanız bir uzmanla görüşmeniz gerekir.

Motivasyon eksikliği olanlar için psikolojik tavsiyelerinizi öğrenebilir miyiz?

Motivasyon kısaca bir eylemi yapmamıza yarayan dürtüdür. Bir eylemi yapmak için önce sizin için geçerli sebepler ve isteğinizin olması gerekir. İstek ve sebepler varsa motivasyon bunların yoğunluğuna bağlı olarak yükselir ya da azalır. İsteği arttırmanın yolu adım adım ilerlemekten geçer, her adım attığımızda kendimizi ödüllendirirsek motivasyonumuz hem artma hem de kalıcılaşma eğiliminde olur. Bu ödül meselesini basit düşünün: motivasyonunu arttırmak istediğiniz eylemi yaptıktan sonra neyden haz alıyorsanız onu yaparak kendinize ödül verin. Örneğin; bir işi tamamlamak istiyorsunuz sonucunda terfi alacaksınız, o zaman işi tamamlamaya yönelik attığınız her adımı, ufak ya da büyük diye değerlendirmeden, ödüllendirin. Basit düşünün demiştim; lezzetli bir tatlı, sevdiğiniz biriyle sohbet, hoşunuza giden bir filmi izlemek, oyun oynamak, gezintiye çıkmak ya da özlenen partner ile görüşmek gibi. Bunu yapmaya başladığınızda motivasyon artma ve en önemlisi kalıcılaşma eğiliminde olur.

Sohbetiniz için çok teşekkür ederim. Son olarak neler söylemek istersiniz?

Görüşümü aldığınız için ben de size teşekkür ederim Yağmur Hanım.