Öncelikle bize kendinizden bahseder misiniz?

Ömür Uzel. 1983 yılının Kasım ayında Denizli’de dünyaya geldim. İşim gereği çok uzun süredir İstanbul’da yaşıyorum. 

Uzun yıllar hem reklam ajanslarında hem de etkinlik ajanslarında yaratıcı yazarlık yaptım. Hala yapmaya devam ediyorum. Bazı projelerin sanat yönetmenliğini de üstleniyorum. 

OT dergisinde yazıyorum. Kurgu dışı kitaplar yazıyorum. Karakarga yayınevinden kasım ayında ‘Tarihe Geçen Savunmalar’ isminde bir kitabım çıktı.

Neden Yazarlık? 

Çünkü, söyleyecek çok sözüm var. Ve bence, söyleyecek sözü olan bunu her yere yazmalı. Bir daha hiç görmeyeceği bir duvara bile yazmalı insan. Aynada dışınızı görürsünüz ama yazdığınız yazıda içinizi görürsünüz. Ve bu eylem, ömrünüz boyunca sizi kendine mıknatıs gibi çeker. Kendinizle yüzleşmenizi sağlar. Bu bana iyi geliyor. Benim için yazmak, yaşamın içinden bir şey. Bir tür paylaşma yöntemi. Üretebilen olmak kıymetli. Ürettiğini paylaşmak, daha da kıymetli. 

Aslında her yazar, söyleyecek sözü olduğu için yazar. Ama Fransız asıllı yazar Milen Kundera’nın dediği gibi ben de “Diğerlerinin söylemediğini söylemek için” yazıyorum.

Yazarlığa ilk adımı nasıl attınız?

Yazmaya olan ilgim küçük yaşlarda başladı. Vasconcelos’un Şeker Portakalı kitabını okuduktan sonra Zeze’yle tanışmanın yollarını aradım. Yaşadığı mahalleyi düşünürdüm. Sonunda bir gün Zeze’yle tanıştım. Nasıl? Kurgulayarak. Onunla konuştuğum kısa diyaloglar yazmaya başladım. Baktım ki müthiş bir şey ortaya çıkıyor, devam ettim. Çizgili bir ilkokul defterinde hala yazılı durur Zeze’yle konuşmalarım. Vasconcelos, 12 günde yazdığı Şeker Portakalı için "Yirmi yıldan fazla bir zaman yüreğinde taşıdığını" söyler. Ben de Zeze’yi yirmi yıldan fazladır yüreğimde taşıyorum. Bana yazmam için ilk adımı attırmıştır. 

Yazarlıkta yürümeye başlamak için adım atmak önemli ama elinizden tutan, yol gösteren, destek olan birileri olursa bu sefer koşmaya başlıyorsunuz. Usta-çırak ilişkisi muazzam bir şey. Ben bu yolda yürürken iki usta yazar elimden tuttu. Birisi mizah yazarı Vedat Özdemiroğlu, diğeri de romancı/şair Murat Menteş. Sadece yazmaya dair değil, hayata dair öğrendiğim en iyi beş şeyin üçünü Vedat Özdemiroğlu’ndan; anadiline hâkim olmayı, onu kusursuz kullanmayı, en doğru kurguyu yapmayı, doğru soruları sormayı da Murat Menteş’ten öğrendim. İkisini de anmadan geçemem. Benim için çok özeller. Onlara müteşekkirim.

Yazarlık dışında yapmak istediğiniz çalışmalar var mı?

Hayatımı sadece yazarak kazandım. İnsan en iyi olduğu şeyde uzmanlaşmalı. Fazla kola dağıldığı zaman diğerinin enerjisinden çalıyor. Ben, bunu istemiyorum. En iyi bildiğim şey üzerinden devam etmeyi istiyorum. 

Mesleğinizde bir rekabet baskısı/etkisi hissediyor musunuz? Eğer hissediyorsanız bu mesleğinize nasıl yansıyor? Bu rekabet ortamının size ve mesleğe olumlu olumsuz etkileri nelerdir?

Yazarlıkta rekabet, “Ben, x yazardan daha çok satmalıyım” şeklinde olmaz. Olmamalı. Bir yazarın rakibi sadece kendisidir. Son yazdığınız, bir önceki yazdığınızdan daima iyi olmalıdır. Eğer bu hissiyatla giderse yazar, mesleğinde başarılı olur. Daima en iyiyi yakalamaya çalışır çünkü. 

Yazarlık yayın dünyasında bir şeyleri değiştirme şansınız olsa neleri değiştirirdiniz?

Kesinlikle her şeyden önce demokrasi yoksunluğunu değiştirirdim. Bir kitap basılacağı zaman kimse tedirginlik duymasın isterdim. Bugün suya sabuna dokunan, cesur bir yazar tarafından kaleme alınmış bir kitap, birilerini tedirgin ediyor. Belediyeler ilanları asmıyor, gazeteler haber yapmıyor, imza günleri iptal oluyor. Hatta bir bakmışsınız yazarı hapse atmışlar, yayınevleri de çeşitli saldırılara uğramış. Bunlar hiç demokratik hareketler değil. Demokrasi, birbiri ile aynı düşünmeyenlerin, fiziksel ya da manevi şiddet unsuru kullanmadan birlikte yaşayabildikleri ortamın adıdır. Eğer bunu başaramıyorsanız ne demokrasiden ne adaletten ne de eşitlikten söz edebilirsiniz.

Yaptığınız iş için kurs eğitimi şart mı ya da bu işi yapabilmek için sizce nasıl bir eğitim almak gereklidir? 

Bu işi yapabilmenin en önemli şartı OKUMAK! Türk edebiyatı/dünya edebiyatı ne varsa okumak! Okumadan yazmak mümkün değil. Raskolnikov’u tanıyacaksınız ki suçu, suçluyu en iyi şekilde anlatacaksınız. Gregor Samsa’yı tanımazsanız sisteme, dönemin getirilerine ve rutine karşı yapılan başkaldırıyı nasıl yazacaksınız? Okumak elzem. Elbette eğitimini almak, bu işin destekleyici unsurudur. Daha bir tat verir ama okumayı keserseniz tek başına eğitim hiçbir işe yaramaz.

Kendinizde bir şeyleri değiştirme imkânınız olsa neleri değiştirirdiniz?

Zaman yönetimini iyi yapan bir insana dönüşmek isterdim. 24 saat ya bana yetmiyor ya da gerçekten çok az. Zamanı iyi kullanmak gerekiyor. Ben ne yazık ki bu konuda sıkıntılıyım. 

Medya ile aranız nasıl? Televizyon, internet, gazete, dergi gibi iletişim araçlarından ne şekilde faydalanıyorsunuz? Sosyal medya ile aranız nasıl?

Söyleyeceğim şey sıradan gibi olacak ama gerçek; evimde hiçbir TV kanalı çekmiyor. Bu, özellikle tercih ettiğimiz bir şey. Televizyon dediğiniz dünyanın yüzde 80’i boş içeriklerle dolu. Aklımızı ve zamanımızı alması çok tehlikeli. Televizyon var ancak sadece Netflix çalışıyor. Bazı akşamlar izlediğim birkaç yabancı dizi var. Onları takip ediyorum. Bazen de film seyrediyorum. İnternet olmazsa olmaz. Sosyal medyayı olması gerektiği dozda takip ediyorum. Maalesef etmediğiniz zaman çağın gerisinde kalıyorsunuz. En çok Twitter’ı kullanmayı tercih ediyorum. Orada hızlı bir haber yayılımı var. Çok kısa sürede milyonlarca kişiyi bir durumdan/olaydan/talepten haberdar edebiliyorsunuz. Tabii eksileri de var. 

OT dergisindeki çalışmalarınızdan bahseder misiniz? 

OT dergisinin hem yazarı hem editörüyüm. Dergide her ay çok keyifli röportajlar yapıyorum. Büyük üstatları, ilginç işler yapan insanları, başarının ete kemiğe bürünmüş hallerini yakından tanıyorum. Onların hikâyelerini dinleyip, yazıya döküyorum ve okurla buluşmasını sağlıyorum.

Röportajlarınızda nelere dikkat ediyorsunuz? 

Röportaj yapmanın en önemli kuralı, röportaj yaptığınız kişiyi iyi tanımaktır. Büyük bir titizlikle hazırlanarak gidiyorum röportajlarıma. İyi bir röportaj çıkarmanın da en temel yolu, doğru soruları sormaktan geçer. Doğru soruları sormadığınız takdirde işinize yarayacak cevapları da alamazsınız. “Bize yaşadığınız ilginç bir anınızı anlatır mısınız?” dediğinizde, kimse size ilginç bir anı anlatmaz. Bir kere çemberi çok geniş tuttunuz. Ama röportaj yaptığınız kişiye yardımcı olursanız, onu, eserlerini, işlerini iyi tanıdığınızı belli eden sorular sorar ve o çemberi iyice daraltırsanız size güzel hikâyeler vereceklerdir. Geçtiğimiz aylarda Ali Poyrazoğlu ile bir röportaj yapmıştım. Sohbetimiz sırasında Ali Bey “Önemli olan cevaplar değil, sorulardır” demişti. Bu, her röportaj yazarının dikkat etmesi gereken en kilit cümledir bence. 

İyi yazarlığı nasıl tarif edersiniz?  

İyi yazarı en iyi tarif edecek kişi; okurdur. Okuru doyuran yazar, iyi yazardır.

Yazarlığın dünyadaki stresli mesleklerden olduğu ifade ediliyor. Sizce böyle mi? Yazarlığın stresli yanları neler? 

Bir sporcu düşünün. Formunu koruması için her gün antrenman yapması gerekir. Yapmazsa vücudu yağ bağlamaya başlar. İşte yazarın da tıpkı sporcu gibi her gün antrenman yapması gerekir. Beş cümle, on cümle, bir sayfa kalem oynatması gerekir. Bazen o üç cümle çıkmaz. Ama zorlamak lâzım. Yazar, o antrenmanı yapmazsa, yağ bağladığı yeri zihnidir. Bu bence yazarlığın en stresli yanıdır. 

‘Tarihe Geçen Savunmalar’ kitabından bize bahseder misiniz? 

‘Tarihe Geçen Savunmalar’ kitabında, hayatı mücadele ile geçmiş ve dünya tarihine yön vermiş on beş önemli insanın savunmasından çarpıcı bölümler yer alıyor. 

Kitapta bir araya getirdiğim savunmaların birçok ortak noktası var. Mesela, kendilerini yargılayanları toplum ve tarih önünde yargılar hale gelmişler… Bu savunmaların insanlık tarihine katkıları çok büyük. Çünkü onlar, sadece kendi geleceği için uğraşmamış. Senin, benim geleceğim için uğraşmış. Daha iyi bir toplumu savunuyorlar. Toplumsal bir düzen talepleri var. Haksızlığa karşı direnmiş, özgürlük ve onur mücadelesi vermiş insanlar. Üstelik mücadeleleri tüm insanlık üzerinde etkili olmuş. O sözler, o yargılama sahneleri mahkeme salonlarında kalmamış. O duvarları aşmış, zamanının ötesine geçmiş. Cesaretleriyle birlikte o mahkeme salonlarından seslerini dünyaya duyurmayı başarmışlar. Onlar göremediler belki ama esas hükmü zamanın verdiği savunmalar bunlar.

Kitap, Sokrates’in savunmasıyla başlıyor. İçinde Deniz Gezmiş’ten Adnan Menderes’e, Fidel Castro’dan Aliya İzzetbegoviç’e, Sabahattin Ali’den Aziz Nesin’e kadar birçok farklı isim var. Bu kitabın amacı aynı ortak ideolojilerdeki savunmaları bir araya getirmek, taraflı analizler yapmak olmadı hiçbir zaman. Deniz Gezmiş’e de Adnan Menderes’e de baktığınızda ideolojileri, suçlamaları tamamen birbirinden farklı. Ancak o savunmalar tarihi bir önem taşıyor. Bu kitabın amacı da işte bu; tarihe damga vurmuş önemli olayların, kişilerin savunmalarına yer vermek. 

‘Tarihe Geçen Savunmalar’ kitabı 7 baskı yapan başarılı bir eser. İnsanların geri dönüşleri nasıl? 

Öncelikle teşekkür ederim. Gerçekten çok güzel geri dönüşler alıyorum okurdan. Sosyal medyada, TV programlarında çok fazla söz ediliyor. İsmail Küçükkaya, Fox TV’deki programında üç gün boyunca kitaptan bir savunma okudu. Bu, beni çok onurlandırdı. Ayrıca bir gün bir hukukçudan mail geldi. Mailde aynen şöyle diyordu “ Bu kitabı okumak için hukukçu olmak gerekmiyor, insan olmanız yeterli!” Bu cümle beni çok mutlu etti, çünkü bütün amacımın özetiydi bu cümle. 

Yeni Medyanın ( Sosyal Medya ve İnternet ) Geleneksel Medyayı ( Radyo – tv gazete ) Yok edeceği söyleniyor siz buna ne dersiniz? Yeni Medya sizce ne yönde ilerleyecek? Yeni medyanın yazarlık kitaba etkileri neler?  

Tabiri caizse “Hız” bugünün dünyasının sloganı. Haber alma alışkanlıklarımızda en önemli etken. Dijital yayınların, hız konusunda basılı yayınlara göre oldukça üstün olduğu bir gerçek. Basılı yayınlarda gelişmeleri ancak bir sonraki sayıda öğrenebilirken, dijital yayınlarda bu süre yarım saati geçmiyor. Son gazete ne zaman basılır bilemiyorum ama bence çok uzak değil. Ancak kitap ve dergiler için durum farklı. Mesela benim için kitaplar, işlevi kadar, obje olarak da değerlidir: Kitap kapağına, edisyonuna, basımına oldukça önem veririm. Bunları e-kitapta bulamazsınız. Ayrıca basılı kitap/dergi bütünüyle temas imkânı sağlar. Baştan sona her sayfayı kolaylıkla inceleyebilmenin tadını e-kitapta yakalamak mümkün değildir. Sosyal medyanın gücünü de kabul ediyorum. Bir şeylerde azalma olabilir ama bir yok etme durumunun olacağını hiç sanmıyorum. Arabaya bindiğinizde sosyal medyayı hiçbir zaman izleyemeyeceksiniz. Bir şeyler dinlemek zorundasınız. Dolayısıyla bir yerlerde radyo hep dinlenecek. TV’nin de kemik bir izleyicisi var. Onun da yok olacağını sanmıyorum. 

Boş zamanlarınız nasıl değerlendiriyorsunuz?

Boş zamana inanmıyorum. Eğer gerçekten öyle bir şey varsa bu, insanın şu çağdaki en büyük düşmanıdır. Bu soruya “kitap okurum, müzik dinlerim” diye cevap vermek de ironik geliyor bana. Eğer bir şey yapıyorsanız o vakit, boş vakit değildir. 

Hayatımın Kitabı/Filmi diyebileceğiniz bir kitap/film var mı?

Hayatım kitabı diyebileceğim bir tek kitap yok ama ilk beşi paylaşabilirim: 

Suç ve Ceza – Dostoyevski

Böyle Buyurdu Zerdüşt - Friedrich Nietzsche

Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez Tutunamayanlar – Oğuz Atay 

Fareler ve İnsanlar - John Steinbeck 

Hayatımın filmi ilk beş:

Leon: The Professional - Sevginin Gücü 

Oldboy (İhtiyar Delikanlı)

Life of Pi (Pi'nin Yaşamı)

Pulp Fiction (Ucuz Roman)

Into the Wild

KırmızıTürk hakkında neler söylersiniz? 

Medya alanında değerli ve başarılı işler yaptığını biliyorum. 

Gelecek planlarınız nelerdir? Şu an bulunduğunuz konumdan memnun musunuz ve gelecekte kendinizi nerelerde görmek istersiniz?

Şu an bulunduğum konumdan elbette memnunum ama bu durmam için bir sebep değil. Daha iyisi olması için planlarım var. Çocuk kitapları yazıyorum. Şu anda iki tane bitmiş ancak basılmamış çocuk kitabım var. Çizimleri için beklemede. O konuda çok yol almak ve daha çok kitap yazmak istiyorum. Kurgu dışında da yine ikinci kitap üzerine çalışıyorum. Okur tarafından kitapları tercih edilen, iyi bir yazar olarak görmek isterim kendimi.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey, takipçilerinize vermek istediğiniz bir mesaj var mı? 

“Hayatı ıskalamayın” derim. Hayatı ıskalayan insanlar genellikle sanattan, kültürden kopuk insanlardır. Bu, illa sanatla uğraşan bir meslek edinin demek değil. Herhangi bir meslekte belirli bir çizgiyi yakalamış, başarılı inanlara baktığınız zaman onların mutlaka sanatla, kültürle etkileşimde olduğunu görürsünüz. Bu yüzden “sanattan kopmayın ve hayatı ıskalamayın” derim.

Röportaj: Cengizhan KAYA