ALEN MARKARYAN

Adına "Çok özledi kapalı seni, hatırla o eski günleri, çok seviyoruz inan ki seni, Alen Abi dön artık geri" diye beste yapılan ve Beşiktaşlılık ruhunu her daim yaşatan  Markaryan, yaptığı çalışmalarla Beşiktaş sevdasını ve Beşiktaşlılık duruşunu yeni nesle aktarmaya devam ediyor. 

Biz de büyük Beşiktaşlı Alen Markaryan'la bir araya gelerek hem Beşiktaş'ı konuştuk hem de yeni çıkardığı kitabı ve projeleri hakkında keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. 

RÖPORTAJ: AYŞEGÜL BEDİR AKOSMAN

Öncelikle çok merak ettiğim bir soruyla başlamak istiyorum Beşiktaş sevgisi ve tribün sevgisi nasıl başladı?

Tribün sevgisi ayrı Beşiktaşlılık ayrı. Beşiktaşlılık şöyle başladı çocukluğumda ufak 60 metrekarelik evimizde ertesi sabah okula gitmek için odama çekildiğimde babamın Beşiktaş maceralarıyla uyuyorduk biz. Babamın Beşiktaş maceraları bizim ninnimizdi. Beşiktaşlılık oradan gelen, babadan kalan bir sevgi bize. Ama tribün sevdası ve tribüncülük biz Kurtuluş’tan zorunlu olarak Bağlarbaşına taşındıktan sonra oradaki çevreyle beraber başladı. Kısmet işte oradaki çocukların çoğunluğu Beşiktaşlıydı. Bizim yaşımızdaki çocukların yani 11-12-13 yaşlarında. Maçlara gidemezdik tabii o zamanlar beleştepeden, demirlerin arasından veya demirlere tırmanarak maçı izlerdik. Tribüncülük öyle başladı. Çok eski diyebilirim 1978-79’dan itibaren Beşiktaş maçlarına tribünsel anlamda gitmeye başladık. Beşiktaşlılık ayrı bir kenarda dururken bir de bunun tribüncülük kısmına çok ufak yaşlarda başlamış olduk. Zaman içerisinde hayatın kanunu ve kuralı bu bir şeyi devamlı yapmaya başladıktan sonra etrafındaki insanlarda aynılaşmaya başlıyor gruplaşıyorsun. Gruplaştıktan sonra büyük bir mecraya atılıyorsun. Beşiktaş tribünü böyle başladı bizim için. 

O dönemleri yani 70’ler ve 80’leri günümüzle kıyasladığımızda tribünde olumlu olumsuz anlamda neler değişti? 

Kıyaslamak aslında mümkün değil çünkü şöyle çok basit bir örnek vereyim sana. 78 -79 ‘larda İstanbul’un nüfusu ortalama 5 milyon civarı yanılmıyorsam. O zaman ki İnönü Stadı’nda oynanan maçların turnike dönüşleri 43-44-45 bin civarındaydı. 46 bin biletli seyirciye oynanan maçları biliyorum ben. 5 milyonluk İstanbul’dan bahsediyorum bu arada. Salkım saçak tribünler dolu olurdu ve dışarda bir o kadar da maça giremeyen insan kalırdı. Şimdi 15-16 milyonluk İstanbul var 35 bini bulduğu zaman çok iyi rakam diyorsun. En basitinden bu matematiği ortaya koyduğumuz zaman zaten her şey ortaya çıkıyor. Sanki İnönü Stadyumu 10 bin kapasiteli bir stadyumdu da şimdi 40 bin kapasiteli bir stat yapınca aaa çok büyük bir stadyum yapıldı gibi oldu. Halbuki İnönü Stadyumu 46 bin biletli seyirciyle maç oynamış bir stattır. 46 bin biletli taraftar demek o zamanlar 60-65 bin kişi o maçı izliyor demekti. Dolayısıyla oralardan tam tersine 80-90 bin rakamlara ulaşacağınıza aynı kapasitedesiniz. Şimdi insanlar bilmez bunu ben rakamlarla konuşayım 2003 yılında şampiyon olduğumuz sene bizim statta oturma kapasitesi 22. 500’dü. 2003 yılından sonra stat büyütüldü 31 bine çıkartıldı. Ondan sonra stat yıkıldı 40 bine geldi. Dolayısıyla kıyas dediğimiz zaman bunu ortaya koyduğumuzda insanlar kendi kafasında matematik yapar. İnsanların evrilmesi, tribün jargonunun değişmesi, küreselleşen dünyayla beraber tribüncülük resmen mutasyona uğradı. Ama benim mantığımla negatif bir mutasyona uğradı. Şöyle ifade edeyim 1980’lerin başında başlayan holiganizm 90’ların başı ve ortalarında yerini fanatizme bıraktı. Hatta o zamanlar Fanatik diye de gazete çıktı. Fanatizm yerini alınan bir sürü tedbirler neticesinde artık taraftarlığa bıraktı. Daha sonra taraftarlıktan seyirciliğe, seyircilikten de müşteriliğe evrildi diyebiliriz. Şu anda durum bu. Geçen Beşiktaş- Malatyaspor maçını seyrediyorum. Maç 0-0 köşe gönderinin orada ikili bir mücadele varken top işte dışarı çıktı, oyuncu yere düştü derken iki kişinin arasında kaldı. Normal şartlarda o bölgede olan tribündeki insanların yani ortalama 200-300 kişilik grubun bir anda ayağa kalkması lazım, gerekli tepkiyi vermesi lazım. Reaksiyon yok insanlarda, eskiden böyle bir durum olduğu zaman biz kapalıdaydık. Numaralının önünde bırak ikili mücadeleyi hakemin yanlış bir kararı olduğu zaman tribündeki insanlar ayağa kalkarak tepkisini gösterirdi. Maalesef şimdi reaksiyon yavaşladı, refleksler bitti, aidiyet duygusu azaldı aslında. İnsanların Beşiktaş’a bakma penceresi inanılmaz derecede daraldı. Çok ufak bir pencereden bakıyorlar artık Beşiktaş’a. Daha doğrusu sadece Beşiktaş’ta değil Fener, Galatasaray, Trabzonspor’da da durum böyle. 

Şöyle düşünün bir örnek vereyim: İki tane market var vatandaş gidiyor hangisinin malı iyiyse ondan gidip alışveriş yapıyor. Malın iyiyse alırım değilse almam diyor. Maçlarda artık böyle oldu. Takım iyi giderse şimdi Beşiktaş 6 maç üst üste kazandı bir anda 35 bini buluyorsun. İki maç kaybet 20 bine düşüyorsun. Bu 10-15 bin kişi nereye gitti bir an da diyorsun. Sivasspor mesela lider oldu Fenerbahçe ile kapalı gişe oynadı, iki maç kaybetsin düşecek mantalite bu. 

Şimdi herkes diyor ki; paramın karşılığını alayım. Fakat eskiden bir adanmışlık varmış. 

Eskiden yaşam mücadelesini bile Beşiktaş’ın içine sıkıştırmıştık yani Beşiktaş üzerinden hareket ediyorduk. Dolayısıyla tribün bir evrim yaşadı insanların aidiyet duygusu ve olaylara duygusal bakış açısı tamamen köreldi. Biz her zaman şöyle derdik yer yerinden oynasa Beşiktaş’ın 11 bin garanti kemik taraftarı var. Eee şimdi de o kemik taraftar var ama bizim kuşak yaşlanıyor artık 5 sene sonra o da kalmayacak. 

Son maça gittiniz mi? (Beşiktaş-Malatyaspor maçı) yani maçı nerede izlediniz?

Gitmeme sebeplerim var, hani der ya Ahmet Kaya bir şarkısında ‘Sebebim Geceden Karanlık’ diye. Bundan önceki yönetimin tribünlere ve taraftarlara bakışından mütevellit kendimce bir protesto başlattım. Tabii o yönetim geçti bitti artık ama bu seferde değişen bir mantığın içerisinde tribünler de değişti tabii ki mecburi bir istikamet bu. Dolayısıyla bazı şeyleri bekliyoruz bu arada yaşta ilerliyor. Fakat hala ne verebiliriz? Ne yapabiliriz? Bunu düşünüyorum. Fikret Orman yönetiminde 5-6 sezon maçlara gitmedim. 

Yeni yönetimle aranız nasıl?

Benim Beşiktaş camiasında kötü olduğum insan sayısı yok gibi bir şeydir. Gelen insanların hepsiyle oturmuşluğumuz kalkmışlığımız var. Yöneticilerin çoğu benim çocukluk arkadaşlarım. Bundan evvelki yönetimlerde de böyleydi ama yöneticilikle başlayan bir değişim oluyor ister istemez. Artık senin baktığın pencereden bakmıyor bir kere işin sorumululuk kısmına giriyor ve farklılaşabiliyor. Ben bunları normal görüyorum yeni yönetimle ilgili bir problem yok. Ama dediğim gibi tribünlerin konumu, stadyumun mimarisi, değişen ceza sistemleri, taraftarın artık tamamen seyirciye evrilmesi, bizimle aynı pencereden bakan insanların sayısının azalması ve dolayısla lokomotif olan tayfanın tribüne etki etmesi lazım. Bunlar azaldıkça da artık işler değişti. Mesela şimdi kendi formanı giyen futbolcu çıkarken ıslıklanıyordu, yuhalanıyordu. Hemen bunu gördüğümüz an tepeden lokomotif tayfa kapalının ortası yani şiiişşt hooop yapıyordu bastırıyordu. Beşiktaş diye bağırıyordu, besteye giriyordu. Yani Beşiktaş forması giyen adamı ıslıklamayın diye kontrolü eline alıyordu. Şimdi bunlar kalktı. Neden kalktı? Çünkü çıkan sesin bütün stadyuma yayılması şimdi en az yarım dakikanın üzerinde yarım dakika demek var ya dünya yerle bir olur demek. 

Yarım dakika aslında uzun bir süre 

Şimdi bağırıyorsun ve sesin en az üç kere çevrilmesi lazım o üç kerede bütün stat anca duyar. Sen bu sefer yoruluyorsun ve sesin hacmi düşüyor. Dolayısıyla tribüncüler açısından yanlış bir matematikle kurgulanmış bir stat. İlk başta insanlar nerede toplanacağını, nereden tribüne sirayet edeceğini bilemediler. Bunların gölgesinde de birçok şey yanlış yapıldı. Bizim de maça gitmeme sebebimiz bunların haricinde tamamen çok farklı konular dedim ya az önce ‘Sebeplerim Geceden Karanlık’ diye. Bu durumda bakalım ilerleyen günler bize ne gösterecek. 

Peki şu anda maçları nerede izliyorsunuz? 

Dükkanda seyrediyorum arada program yaptığım kanala gidiyorum orada seyrediyorum zaten maçları yazıyorum. Çünkü gazeteye maç yazısını vermem lazım. Bazı maçlar mesela rakip taraftarın kalabalık geldiğinde, stadın mimari konumundan ve yerleştiriliş şeklinden mütevellit seslerinin Beşiktaş taraftarının üzerine çıkıyor olmasına üzülüyorum. Burada kendi içimde, kendi iç dünyamda sıkıntılar yaşıyorum. Artık biz her sene şampiyon olsun mantığını geçtik öyle bir şey yok. Her sene sen şampiyon olamazsın. 

Her şeyin bir sonu var elbette mesela 6 galibiyetlik seri de geçtiğimiz hafta son buldu. Peki Beşiktaş’ın oyununu nasıl buluyorsunuz? 

Beşiktaş’ın elindeki kadro yapısına göre ilk başlarda yanlış oynatıldığını düşünüyorum. Özellikle ilk 5 maç bir de üzerine Avrupa kupası maçlarını da sayarsak eğer 7-8 maç yanlış oynatıldığına inanıyorum. Bunu sezonun ilk maçı olan Sivas maçından itibaren söyledik. Beşiktaş’ın kadro yapısı defansı önde kurmaya müsait değil, arkaya bırakılan boşluklarda inanılmaz derecelerde sıkıntılar yaşıyoruz. Buralardan da çok ciddi goller yiyoruz. Trabzonspor’dan 4 tane, Gaziantep’ten 3 tane, Bratislava’dan 4 tane, Sivas’tan 3 tane gol yiyorsun ve kaçan gollerinde haddi hesabı yok. Son dönemde Karius’un biraz performansının yükselmesi, bireysel yeteneklerin ön plana çıkması bunları telafi ediyor gibi gözükse de takımın yetenek kapasitesi olarak çok aşağıda kalması birçok şeyin önüne geçiyor. Abdullah Avcı’nın sezon başında bazı inatları vardı. İlk Galatasaray maçında bu inadını kırdı, o maçta defansı arkada tuttu. Caner’in arkasına Rebocho’yu koydu. Rebocho’nun o maçta performansının iyi olması ve Caner’i desteklemesi çünkü Caner öne çıktığı zaman arkası inanılmaz boşlukta kalıyor. Bunların gölgesinde Beşiktaş düzgün oynadı ve doğru oynamaya başlayınca da maç almaya başladı. Bunları yaptıktan sonra yine defans öne çıkmaya başladı tabii Ruiz’in sakatlığı da bunda önemli etken. Roco Beşiktaş’ta oynuyor ama kademeye girişlerinin yavaş oluşu, deparlarda sıkıntılar yaşaması tüm bunlar Beşiktaş’ın handikapları. Arka taraf sağlam olmayınca da bütün iş Karius’a düşüyor. Karius da gününde değilse gol yiyorsun. Abdullah Avcı’nın defansı öne kurmasından ötürü yediği gollerden ziyade Beşiktaş için daha büyük sıkıntı Adem Ljajic’in 15 haftadır oynamıyor olması. Ljajic, sıfır performansla oynuyor. Ljajic’in yedeği kim Oğuzhan o da hiçbir şey yapamıyor. Bunların hepsi bir araya gelince Beşiktaş yalnızca bireysel yeteneklerin performansına kalıyor. Zaten görüntü ortada Umut Nayir, Galatasaray maçında diz hizasında gelen bir ortaya uçarak kafa attı, maçı aldık. Nkoudou Denizli maçında girdi 0-0 dakika 75-80’lerde yeteneğiyle adam eksilterek vurdu gol oldu. Hep böyle 1-0 larla maç aldık ve o anki performansa dayalı bir yetenek çıktı gol attı mesela Konya’da Burak Yılmaz bir tane atmıştı. Kasımpaşa’da bile 2-3 maç aldığında 10 kişilik Kasımpaşa’ya karşı 2-1 mağlup duruma düşüyorsun. Attığın goller 90 ve 95. dakikalar diyor ki; Allah bak bir zıpladın, iki zıpladın üçüncüye dikkat et, akıllı oyna. Fakat almıyorlar gerekli dersi. Sergen Yalçın’ın Malatyaspor maçından sonra açıklamalarına bak. Kasımpaşa maçında  arkada çok boşluklar vermişti Beşiktaş, biz bunlara çalıştık Fofana ile yorduk Bifouma ile vurduk gayet basit yani. Özetle ben çok böyle iyi oynayan ve neşeli oynayan bir Beşiktaş görmüyorum. Bu takım zaten 13-14 kişiyle oynuyor yani takımın kadro derinliği yok bir tane kırmızı yesen, iki tane sakatlık yaşasan geçmiş olsun. 

Peki yeri gelmişken sorayım o zaman transfer sezonu yaklaşıyor. Beşiktaş hangi mevkilere takviye yapmalı? 

Beşiktaş’a şu an en lazım yer Ljajic’in olduğu yer. Adem Ljajic’i ya baştan dizayn edeceksin ya da Ljajic’i göndereceksin 10 numara bir tane adam alacaksın. Çünkü Beşiktaş’ın en büyük eksiği orta saha yani eskilerin tabiriyle orta sahanın ortası şimdi 10 numara diyorlar. Burak Yılmaz dikine oynayan ve boş alanlara koşu yapan, devamlı defansı yoran bir oyuncu. Burak yan ortalarla sonuca giden bir futbolcu değil. Orta sahadan derinlemesine paslarla sonuca giden bir forvet. Dolayısıyla Beşiktaş’ta orta sahadaki adamın çok verimli olması gerekiyor. Ljajic bu performanstan çok uzak. Federasyon kulüplerin harcama limitlerini yüzde 10 artırdı. Bu yüzde 10 artırmaya uygun cebinde para varsa ve uygun bir oyuncu da varsa orta sahaya bir tane oyuncu alınabilir. Yoksa elinde Nkoudou var sağ tarafta onunla oynayacaksın. Bu yönetimi eleştirmemiz mümkün değil, bundan önceki yönetim enkaz bıraktı. Birçok futbolcuyu saçma sapan egolarla sattı Quaresma takımdan gider mi ya?

Mesela Gökhan Töre niye gitti ben hala anlamış değilim. 

Gökhan Töre’nin gidişi Quaresma’nın gidişi eski başkanın kendi egolarıyla alakalı bir durum. Buraların sahibi benim havasında insanları düşman etti Beşiktaş’a bunlar hoş şeyler değil. Ahmet Nur Çebi’nin açıklamaları var bana her ay 15 milyon Euro lazım diye. Bu durumdayken futbolcu alabilir miyiz? Biraz zor gözüküyor ama alırsakta 10 numaraya bir tane oyuncu alınması lazım diyorum. 

Bu hafta Kadıköy’de Fenerbahçe derbisi var, sizce ne olur maç? Ben çok umutluyum çünkü rakip takımın birçok oyuncusu yok. 

Kuvvetle muhtemel Rodrigues oynamayacak çünkü direkt kırmızı gördü iki maç ceza alsa yetişemiyor maça. Keşke oynasa Rodrigues’in ne yapacağını biliyorsun çünkü onu kitlemek kolay. Ama sahadaki oyundan çok atanacak hakem ve onun maça bakış açısı sonucu belirleyecek. 

(Devamı yarın)