RÖPORTAJ: AYŞENUR MAMA

Başarılı yazar Nilgün Canel ile yazın hayatına ve Simel Parlak ile birlikte kaleme aldığı “Çok Öfkeliyim” adlı kitabına dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz sizlerle…

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Nilgün Canel kimdir?

Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık Anabilim Dalı’nda doçent olarak görev yapıyorum. Daha çok aile ve evlilik konusunda çalışıyorum. Üniversitede verdiğim derslerin yanı sıra çeşitli seminerler ve eğitimler de veriyorum. Daha önce aile ve evlilik konusunda yazdığım iki kitabım ve kitap editörlüklerim var.

Haziran ayında okurlarla buluşan “Çok Öfkeliyim” adlı kitabınızdan bahseder misiniz? Bu kitabı neden yazdınız?

“Çok Öfkeliyim” Dr. Simel Parlak ile birlikte yaptığımız bir araştırma çalışması. Simel Parlak da Okan Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. Kitabın amacı, partner şiddetine odaklanmaktı. Şiddetin çok sayıda çeşidi var. Partner şiddeti; ilişki içindeki bir çiftin birbirlerine uyguladıkları psikolojik ve fiziksel şiddet anlamına geliyor. Amacımız; sadece konuyu okuyucuya açıklayan bir kitap değil, bu sorunu bizzat yaşayanların ağzından onların deneyimleri ile karşılaştırarak yazmaktı. Bu amaçla partnerine şiddet uygulayan bireylerle röportajlar yapmaya karar verdik. Dr. Simel Parlak, aynı zamanda travma üzerine çalışan bir uzmandır. Tüm röportajları bizzat sokağa inerek kendisi gerçekleştirdi. Partnerine hayatının bir evresinde fiziksel veya psikolojik şiddet uygulamış bireyleri buldu. Araştırmayı tamamladıktan sonra ben de kaleme aldım. Siz, partner şiddeti deyince neyi merak edersiniz? Neden böyle bir şey yapıyorlar? Ne oluyor da sevgiyle başlamış gözüken bir ilişki, içinde şiddet ögeleri barındırmaya başlıyor? O anda akıllarından ne geçiyor? Sonra pişmanlık duyuyorlar mı? Nasıl ailelerde yetişiyorlar? Kitap, tüm bu sorulara cevap veriyor; ama esas ilginç olan bizim kendimize sorduğumuz bir sorunun peşine düşmemizdi. “Hangi yaş grubundan başlamalıyız? Şiddet en erken nerede başlıyor?” Aslında şiddet; doğup büyüdüğümüz ailede, hatta çevrede başlıyor. Yapılan araştırmaların sandığımızdan daha erken yaşları işaret ettiğini görünce ergenler ve genç yetişkinlerle çalışmaya karar verdik. Yani yaşları 17-26 arasında olan katılımcılarla görüştük ve gerçekten de anlattıklarını bir araya topladığımızda çarpıcı gerçekle karşılaştık. Partner şiddeti, ilişki deneyimleri ile henüz tanışmaya başlamış gençlerimiz arasında yaşanmaya başlıyordu. Sonuçta yaptığımız röportajları partner şiddeti konusundaki açıklayıcı metinlerle bir araya getirerek kitabımızı oluşturduk. Projemizin hayata geçmesinde en büyük teşekkürü desteğini esirgemeyen sevgili Cem Mumcu’ya ve sevgili Okuyanus ekibine borçluyuz.

“Çok Öfkeliyim” okurlara hangi mesajları vermeyi amaçlıyor?

Partner şiddeti, çok geniş kapsamlı bir konu. İçinden aile çıkıyor, toplum çıkıyor, medya çıkıyor, okul çıkıyor. Kitap; şiddet uygulayan bireyin yanlış yapılanmaları, aile ortamlarını ve içinde yetişilen çevresel koşulları çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor; fakat en önemli mesaj; bu işin yetişkinliğe ulaşmadan önce, ergenlikte başladığını gösteriyor olması. Partner şiddeti uygulayan bireyler öyle aile ve çevre koşullarında yetişiyorlar ki zaman içinde şiddet uygulanandan şiddet uygulayana dönüşüyorlar. Aslında kitapta yer alan her bir anlatı ile yeni bir şey keşfediyorsunuz.

Kitabın ismi, nereden geliyor?

Kitaba isim koyma aşamamız çok kolay oldu. Kitabı tamamladığımız zaman Simel ile şöyle bir baktığımızda en dikkat çeken şeyin, katılımcıların sürekli olarak vurguladıkları “Çok öfkeliyim!” cümlesi olduğunu gördük. Öfke öyle bir şeydir ki kendinizi öfkeli biri olarak tanımladığınız zaman o öfke, bir şekilde kendini ispatlamaya kalkar. Katılımcılarda da aynısı olmuştu. Bir de son zamanlarda okurlardan gelen tepkiler, “Ben de partner şiddet olgusuna karşı çok öfkeliyim.” şeklinde oldu. Yani okuyucu aynı zamanda “çok öfkeliyim” tabirini ülkedeki partner şiddetine karşı duygularını yansıtmak için de kullanıyor.

Sizce kitap, beklenen başarıya ulaşacak mı?

Biz, bu kitabın çok uzun soluklu olacağına inanıyoruz; çünkü aynı zamanda ülkemizin şu anki durumu tanımlayan bir belge niteliği taşıyor. Ayrıca şiddet yeterince araştırılmıyorken partner şiddeti konusunda yazılmış neredeyse tek kitap bu.

Kitabınızı bir okur gözünden nasıl değerlendirirsiniz?

Kitap, kesinlikle genel okuyucu kitlesine hitap edilerek yazılmış bir kitap. Her ne kadar bir araştırma kitabı niteliği taşısa da genel okuyucu kitlesinin merakla okuyacağı biçimde ve üslubu hiç bozulmadan yazıldı. Yazarken “Eğer yazar değil de okuyucu olsaydım neyi merak ederdim, neyi bilmek isterdim?” sorularını sürekli göz önünde tuttuk.

Hazırlık aşamasında olan farklı bir eseriniz var mı?

Şu an üzerinde çalıştığım ve yeni yılda okurlarla buluşacak yeni bir kitabım var. Uzun yıllardır yaratıcılık üzerinde çalışıyorum. Hatta Marmara Üniversitesi’nde on yıldır sürdürmekte olduğum bir yaratıcı düşünce dersim var.  Dolayısıyla yaratıcı düşünce konusunda ülkemizdeki basılı kaynak eksikliğini bizzat deneyimliyorum. Bu sebeple bu kitabı yazmaya karar vermiştim. Ayrıca bir diğer projemiz de Simel Parlak ile beraber halen üzerinde çalıştığımız, baba şiddetine uğrayan kadınlarla ilgili bir eser. Simel, bu sefer çocuklukları boyunca baba şiddetine maruz kalan dört kadınla görüştü. Ayrıntılı hikâyelerini aldı. Bu proje; bu dört kadının hikâyesini öykü-belgesel tarzında yazacağımız, değişik ve özgün bir çalışma olacak.

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

İfade ettiğim gibi bu kitap, belge niteliği de taşıyor. Kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman birçok yaşamla beraber kendi hayatınıza dair farkındalıklar da kazanıyorsunuz. O yüzden biz, okuyucunun bu anlatılara kendi deneyim ve yorumları ile katılmasını çok arzu ediyoruz. Kitabı bitirdikten sonra bize duygularını, düşüncelerini, farkındalıklarını, hatta deneyimlerini yazarlarsa çok seviniriz. Biriken bu paylaşımlara kitabın daha sonraki baskılarında yer vermek gibi bir niyetimiz var. Böylece hep birlikte kendi arşivimizi oluşturmuş olacağız.