Her hafta olduğu gibi bu hafta da Aziz Karataş ile Bir Çay Söyleşisi adlı köşemizde çok değerli bir konuk aldık. ‘Aslında müzik hayatımın en kritik anıydı’ diyen Özdemir, TRT’in 2001 yılında düzenlediği ses yarışmasına katılarak sırasıyla bölge ve Türkiye birincilikleri alarak sesini tescilledi. Şimdi Özdemir ile kahvelerimizi yudumlarken koyu bir sohbete koyuluyoruz…

Hepimiz sanat kimliğinizi biliyoruz zaten. Bir de kimliğinizin bilinmeyen yönlerini sizden dinlemek isteriz.  Sezen Cin Özdemir kimliğinin oluşum sürecini bizlere anlatır mısınız?

Tam anlamıyla bir öğretmen çocuğuyum. Annem, babam öğretmen hatta dedem de köy enstitüsü ekolünden öğretmen. Küçükken dedemle inşat yapmaya giderdik, dedem hem öğretmen hem de inşaat yapabiliyordu, enstitüden aldığı eğitim sebebiyle. Buna neden değiniyorum, yaşamım boyunca her an şarkı söylemek istedim, hiç tereddütsüz.. Ama belki bugünleri ve bu konuda kısmet ve kadere olan yüksek inancım da bunu tetikledi ve ben üniversite olarak Mimarlık Fakültesi’nde okumayı istedim. Dedem gibi birçok karpuzu da taşıyabileceğime daha ufak yıllardan inancım vardı. Müzik yaşamım, nefes alışım gibi, her an benimle birlikte yaşadı. Ne iş hayatımdaki değişiklikler, ne evlenmek, ne çocuk sahibi olmak, hiç birinde müzik yaşamıma ara vermedim. Hatta doğum yaptığımda iş hayatına kanuni olarak 6 ay ara verdim ama müziğe sadece 28 gün ara verdim. Küçüklüğümde oluşturmayı hedeflediğim kimliğime de ulaştım diyebilirim, hem Mimarlık Fakültesi okudum, hem Konservatuvar.

Her şeyin en başına dönecek olursak müzik hayatınızın başlangıcı olarak nitelendirdiğiniz ve sonrasında gelişen süreci bize anlatır mısınız?

En bilinmeyeni ile başlayayım o zaman. 2 yaşında ses kaydım var, Ajda Pekkan Erovizyon şarkı yarışmasına “Petrol “ şarkısı ile katılmış, ben de şarkıyı hemen ezberleyip hatta petrol kelimesine dilim bile dönmezken , “amaann diddol” diye kaydım var. Ailem müziğe aşık. Ben ise kendimi bildim bileli, her ortamda sahnedeydim. En ufak akşam ev oturmasında dahi, ezberlediğim şarkıları dostlarımıza söylerdim. Üsküdar’da büyüdüm ve ailem beni Üsküdar Musiki Cemiyeti giriş sınavlarına yönlendirdi, 14 yaşımda. 1992 yılından beri Üsküdar Musiki Cemiyeti’ndeyim. Meşk usulüyle eser geçiyorduk. Melodik hafıza ve yorum-tavır için daha iyi bir kurum var olamaz. Sonra İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Türk Müziği Nazariyatı Bölümü’nü de bitirdim. Burada da çok yoğun solfej ve nazariyat eğitimi aldım. Kurumun birbirinden değerli hocalarından feyz aldım. 2001 ‘de TRT’nin ses yarışmasına katıldım ve sırasıyla bölge ve Türkiye birincilikleri alarak sesimi tescilledim. Aslında müzik hayatımın en kritik anıydı bana göre… Katılımcıların müzikalitesi çok yüksekti. Jüri üyeleri her biri ayrı duayen sanatçıydı.  2004 yılında TRT İstanbul Radyosu’nun Akitli Ses Sanatçısı sınavını kazandım ve kurumda görev aldım. 2003 yılında Amir Ateş Bestelerinden oluşan “Eylül Akşamları” albümünde “Eylül Akşamları” “Geceler Derdime Derman Olmuyor” ve “Bir masal yağmuruşarkılarını seslendirdim. Aynı yıl Güney Kore’de düzenlenen İpekyolu üzerindeki ülkelerin katıldığı Sori Festivali’nde Türkiye’yi temsil ettim ve 15 gün boyunca konser verdim. 2007 yılında da İran’da düzenlenen Uluslararası Festivalde ülkemizi temsilen konser verdim. Aynı yıllarda Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde 2002 yılında sırasıyla Usul, Nazariyat hocalığı yaptım. Repertuvar derslerine de yardımcı hoca olarak giriyordum. 2005 yılında da  koroşefi olarak B sınıfını yönetmeye başladım. 2015 yılında ise sınav ve yaş sınırı olmaksızın katılımcıların yer aldığı “Üsküdar Musiki Gönüllüleri” Korosunu kuruduk. O koronun da şefliğini üstlendim. Aynı zamanda kurumda yönetici olarak da çalışıyorum. 100 yıldan fazla zamandır var olan bu değerli kurumda aldığım her görev beni çok gururlandırıyor. 2018 de de Cemiyetimizin 100. Yıl albümünde Amir Ateş hocamın “Üsküdar’ın Güzelliği” Alaaddin Pakyüz Hocamın ise 4 ayrı eserini “Gönülde Aşk Denen”, “O Güzel Günlerimiz”, “Sen Yokken De Varsın” “”Soluksuz Kaldığım O Gecelerde ” okudum. 2021 Ocak ayında üç şarkıdan oluşan ilk solo albümüm “Kızıl Gonca”’yı, düzenlemeleri Ozan Tügen tarafından yapılarak, sanatçısı olduğum Babajim İstanbul prodüksiyonu ile sizlere sunduk. Şimdi de, 25 Haziran’da tekli albümüm “Ah Dolunay” çıktı. Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak, Temmuz ayında 15. Sayısı yayımlanacak, dünya çapında kitlesi olan Makam Müzik Dergisi’nin de sanat editörlüğünü yapıyorum.

Hocam çok özel bir ses tonu’na sahipsiniz. Türk sanat müsikisinde sesinizin olması bizi fazlasıyla ihya ediyor. Peki, sizi müziğe özendiren, müziğe kazandıran etkenler neler?

En başta ailem. Ailem Türk müziği sevdalısı.. Müziğe küçük yaşlarda başlıyorsanız, benim küçüklüğümde, ya klasik batı- opera eğitimi, ya Türk Sanat Müziği ya da Türk Halk Müziği eğitimi alacaktınız. Ben bu üçlü  içinde en çok Türk Sanat Müziği ile harmanlanmıştır. Bu yola girince de , bırakmadım.. Koservatuvar yıllarımda Batı Müziği hocam, pes ve tizde sesim geniş aralıklı olduğu için o yolda da ilerleyebileceğimi söylemişti. Halk Müziği hocam da hançeremi kullanabildiğim için o yolda da ilerleyebileceğimi söylemişse de ben Üsküdar Musiki Cemiyeti ile ses ve ruhumu birleştirmiştim.. Ama müziğin,  gerçekten her türlüsünü okumayı ve dinlemeyi çok seviyorum.

Türk Sanat Müziği’nin yapıtaşı olan Kızıl Gonca eserinden konuşalım biraz. Albümünüze de adını verdiğiniz Kızıl Gonca’yı ilk defa kliplendirmek nasıl bir hissiyat, bunu gerçekleştirmek sizin hayaliniz miydi?

Amir Ateş hocam ile çok uzun yıllardır birlikte çalışmalar yapıyoruz. Onun, konser solistiyim. “Bir Kızıl Gonca” şarkısı , benim kızımın daha 8 yaşındayken en sevdiği Türk Müziği şarkısıydı. Şarkının birçok yaş grubunda, birçok sosyal çevrede kemikleşmiş etkisi var. Hocamın da izniyle şarkıyı, Ozan Tügen yeniden düzenledi. Sonra baktık ki bugüne kadar hiç klibi çekilmemiş. Zamansız şarkı olduğu için 1960’lardan günümüze dönen plak misali günümüze gelen bir senaryo ile kliplendi. Senaryo  ve yönetmenimiz Kayhan Başoğlu idi. Şarkıya bu şekilde dokunmak beni çok gururlandırdı.

Türk müziğin en önemli isimlerinden biri olan Sezen Aksu’nun unutulmaz eseri olan Tutuklu şarkısını kendinize has ve içten yorumunuzla seslendirdiniz. Neler söylemek istersiniz? Bu fikir nasıl doğdu? Ve proje nasıl gelişti?

2016 yılında sevgili  dostum Ozan Tügen ile album yapma hayalimi konuştuk.  2019 yılında ise Ozan , Babajim İstanbul yönetiminde yer aldığı için, Babajim İstanbul prodüktörlüğünde album yapmak için yola girdik. İlk olarak Sezen Aksu şarkılarına gittik, ne olabilir diye, çünkü ilk gençlik yıllarımızda Ozan’la her buluştuğumuzda Sezen Aksu Şarkısı söylerdik. Benim 90’ların sonunda sahnede okuduğum, türk müziği sazlarıyla da çok uyumlu olan “Tutuklu”, çok da okunmamış oluşu da hoşumuza gitti ve ilk onu bitirdik

İşinizin izleyenler üzerinde nasıl bir etki yarattığını düşünüyorsunuz?

Çok önemli bir etkisi olduğu düşüncesindeyim, duygu dünyasına dokunuyoruz. Bu çok değerli. İzleyenle duygumuz bütünleşiyorsa işte o zaman eşik geçiliyor.

Şarkı yazma ritüelinizden bahseder misiniz? Örneğin hangi ortamda, hangi materyallerle, nasıl bir coğrafyada yazmayı tercih ediyorsunuz?

“Ah Dolunay” benim ilk şarkı sözüm.. Onda ise Arashk Rafiee (İranlı prodüktör, aranjör) bana bir dolunay gecesinde şarkıyı hediye etti. Melodi romantikti. Çevremden sosyal medyada yoğun yakamoz paylaşımları oluyordu. İlk olarak, nakarattan başladım. Sonra akışını zamanla oturttum. Prozodi kulağımı çok tırmalayan bir şey, bozukluk olmasın diye kelimeleri ona göre seçmeye çalıştım. Sonra çok hoşuma gitti kendimce. Güzel de tepki aldım.

Bir sanatçı olarak dinlediğiniz ve beğendiğiniz sanatçılar kimlerdir?

Spesifik şu ya da bu diyemeyeceğim. Sezen Aksu ve Tarkan belli yıllara kadar her albümünü aldığım sanatçılardı. Ama günümüzde bakıyorum, şarkı-altyapı-yorum ve ruh halim bütünleştiğinde,hoşuma giden şarkıyı çalma listeme ekliyorum. Şarkının kalpten okunması beni çok etkiliyor.

Kendinizle ilgili en çok neler şaşırtıyor sizi şu sıralar?

Fiziksel olarak aşırı derecede dinamik bir hayatım vardı, detay verecek olursam; sabah 3’te uyanıp, Urfa’ya gidip, oradan Üsküdar Musiki Cemiyeti dersime girip, akşam da pilates grup dersine katıldığımı bilirim. Bu süreçte fiziksel olarak az hareket edebilmem şaşırtıyor ama dönüp baktığımda 2021 ilk altı ayında 4 şarkı ve kliplerini sunduk. Dinamizmimi hareketten ziyade duygusallığa kaydırdım demek ki.

Pandeminin her sektörü olduğu kadar müzik sektörünü de ne kadar kötü etkilediğini biliyoruz. Bu zorlu süreç hakkında neler söylemek istersiniz?

Bu tarz krizlerde maalesef hep ilk etkilenen sektör müzik sektörü oluyor. Her ne kadar, dijital üzerinden performanslar sağlanmaya çalışılsa da bizim işimizin en haz verir anı seyirciyle fiziksel buluşmamız. Bir an önce pandeminin bitmesi hepimizin ortak dileği.

Hayranlarınızla aranızda nasıl bir iletişim var?

Olabildiğince ulaşılabilir olmayı ve onlarla iletişimde olabilmeyi çok seviyorum, mutlu oluyorum.

Başarılarınız ve tarzınızla fark yaratan bir sanatçısınız. Sizi diğer sanatçılardan farklı kılan başarınızın nedenini öğrenebilir miyiz?

Öncelikle çok teşekkür ederim. Şarkı söylerken önce kendim çok mutlu oluyorum. Öyle yükseliyorum ki bazen, sanki sarhoş gibi hissediyorum kendimi, şarkı bitip gözlerimi açtığımda. Tutkum çok yüksek. Şarkının melodisi, sözler her anı benim için çok değerli. Yaptığım işin her saniyesini özenli geçiriyorum.

Bu sektörde bir kadın müzisyen olarak edindiğiniz en büyük tecrübe nedir?

Ben, arkadaş seçimimden iş hayatımın tüm detaylarına kadar dönüp baktığımda cinsiyet farklılığını avantaj ve ya dezavantaj olarak kendim de görmedim, görülmedim de..Hep de “kadınlar şöyledir”,”Erkekler böyledir” sözlerini garipsedim, çünkü etrafımda bu tabulara hep ters cinsiyetler yer aldı. En büyük tecrübe ise , daha kısa vadeli hedefler koyup, ilerlemek olmalı.

Sanat adına başka ne tür çalışmalarınız var?

Sanat adına, ben hep ses sanatçısı olarak sanat hayatımı yürüttüm. Enstrumana karşı hiç ilgim olmadı. Son çıkan şarkımız “Ah Dolunay” da şarkı sözü yazdım. Çok da mutlu oldum. İnşallah devamı da gelir. Makam Müzik Dergisinde de sanat editörü görevimdeyim.

Yeni projeniz Dolunay hayırlı olsun. Tam Dolunay zamaninda yayinladiniz. Oluşum hikayenizden bahsedebilir misiniz?

Sürpriz oldu aslında. Yani geçen sene bugün deseniz ki böyle bir tekli albümünüz çıkacak diye, şaşırırım. Sanat editörlüğünü yaptığım Makam Müzik Dergisine 2003’de Güney Kore’de İpekyolu Festivali’nde tanıştığım, o zamandan beridir de dostluğumuzun devam ettiği İran’lı sanatçı Azadeh Hodjat’ı ve Aranjörü Arashk Rafiee’yi konuk almıştım. Arashk da bana geçen sene ağustos ayında bir dolunay gecesinde şarkıyı hediye etti. Söz yazdır dedi, ben kendim denemek istiyorum dedim. O süreç biraz uzun sürdü , çünkü Kızıl Gonca için yoğunlaştığımız bir dönemdi. Yılbaşı gibi şarkıyı bitirdim ve cep telefonundan gönderdim ses kaydını ki; Arashk bana altyapıyı bayağı bir prodüksüyon olarak gönderdi. Gittik, evimize yakın bir stüdyoda ses kaydı alıp gönderdik. Güzel bir anı olması dileğimdi. Sonra miks de bitince Arashk bana final halini attı. Biz de Ozan Tügen ve Tarkan Gözübüyük ile şarkıyı, sanatçısı olduğum Babajim İstabnbul’dan masteringini yaparak, yayınlayalım dedik. Çok daha güzel bir anı oldu. Daha sonra da Parlakgöz Prodüksiyon ile klibini çekmeye karra verdik. Yönetmenliğini ve Görüntü Yönetmenliğini üstlenen Taylan Adıyaman ile birlikte hem basın iletişim hem de Parlakgöz Prodüksiyon’un sahibi Cansu Yılmaz, birlikte bir hikaye oluşturdu ve çok hızlı bir şekilde hazırlıkları tamamladılar. Akabinde keyifli bir set ile klibimizi tamamladık. Uluslararası, kendimin de katkısı olan, duygusal bağı yüksek bir şarkı oldu. Sonra Dolunay takvimine baktık ve tam da Dolunay gecesi yayımladık.

Biz de Önce Vatan Gazetesi ailesi olarak bizimle yaptığınız bu özel ve içten röportajdan ötürü değerli sanat yüreğinize şükranlarımızı sunar, gelecek çalışmalarınızda başarılar diliyoruz…