Röportaj: Güney Güneyan

Öncelikle merhabalar, sonrasında ise Merve Çaloğlu kimdir?

İnsanın kendini tarif etmesi çok zor. Dolayısı ile kendimi 'doğduğundan beri, bu hayatın hepimiz için mühim bir anlam barındırdığına inanan ve çok şükür ki o anlama yaklaşmak, yakışmak ve değer katmak için doğru mesleğe doğmuş ve halen icra etmekte olan biri' diye tanımlayabilirim. Hiç vakıf olmayanlar için özet geçmek gerekir ise; müzisyen, tiyatrocu ve şarkı yazarı şeklindeki tanımlamalarımı içinde barındıran mesleki sıfatım; aşkçıdır! 'Sanat mı aşktan, aşk mı sanattan doğar?' diye düşünmek ile geçen ömrüm, yaratımıma katkı sağlamakta.

Müzikal eğitiminizi İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarında Piyano eğitimi ile tamamladınız. Bunun dışında Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde tiyatroya başladınız. Bir aşk var belli, ama resmen yatay bir geçiş de değil olmuş sanki.

Konservatuvarı yedi yaşında kazandım. Böylelikle sanat ile olan ilişkim resmileşmiş oldu. Ömrümü yese de, uzun bir süre batı müziği eğitiminden sonra yaratıcılığım da bu sayede gelişmişti. Şarkı yazan biri olarak, sanatın her alanından besleniyor, en çok da insanla ilgileniyordum. Bu noktada tiyatroya bulaşmamak imkansızdı. Empatiyi, farkındalığı, insanı anlamayı sağlayan eşsiz bir sanat dalıdır tiyatro. Ben de üşenmedim, bir de tiyatro okudum. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde oyunculuk serüvenim başladı. Oyunculuğun sınırsız dünyası ve başka başka karakterlerin elbiselerini üzerime geçiriyor olmak, artık yazdığım sözleri de değiştirmişti. Kendim için yaptığım en güzel şeydir tiyatro eğitimi de almış olmak. Müjdat Hocanın da beni hemen sahneye itmesi ile profesyonel oyunculuk yolculuğum başlamış oldu. On bir yıl olmuş tiyatro sahnesine ayak basalı. Çok değerli ustalar ile aynı sahneyi paylaşmış olmak en kıymetli hazinelerimdendir.

Başarılı işlere imza atsanız da, gerek sahne, gerek ise ekran yüzü olmak zor muydu?

Ülkemizde sanat yaparken yaşanan tüm zorlukların, sanatçı olmanın bir parçası olduğu dayatmasına karşı çıkanlardanım. Zor kısım, sanat yapış biçimimizdeki titizliğimiz olmalı. Yani çok çalışmak gerek. Hem de bir ömür! Bu işin olmaz ise olmazı budur! Bu zora katlanamayan, bu işi yapamaz zaten. On saat tiyatro provası yapıp, oradan kendi konser sahneme çıktığımı bilirim. Beni yoran bu değildir. Sabahın beşinde, eksi bir derecede, Kilyos sahilinde klip çekmek de beni yormuyor. Montajı izleyince ısınıveriyorum. Geri kalan sektörel zorluklardan bahsediyor iseniz, bunların hepsi çökmeye yüz tutmuş sektör saçmalıklarıdır. Yani gerçek sanatçıları kapitalist bir sistemin içinde yok edebilen saçmalıklar. Yakın bir gelecekte de, samimiyetle işini yapanların kazanacağını düşünüyorum. Asıl olan yaratmak, çalışmak ve yetenektir. Bu üçünü barındıranların, güçlerini birleştirebildiği temiz bir sistem inşaa etmek, yeni nesillere boynumuzun borcudur. Yeni dijital çağda, kimsenin kimseye gebe olmadığı, herkesin hakkını alabildiği bir müzik sektörü, biz sanatçıları bekliyor. Bunun için çalışan meslek birliklerini yürekten destekliyorum. Tabii öncelikle dijital çağı, türlü numaralar ile bir gecede Madonna’dan çok tıklandım algısından, telif hakları ve birbirini tekrar etmeyen özgünlükte müzik yaratmak anlamında ele almayı başarmamız gerekiyor. Ben ümitliyim! Sanatçının emeğinin sömürüldüğü sistem, er ya da geç çökecektir. Er'i tamamladık, geç de bitti, ama artık bu ülkede müzisyen olmak güç olmayacak. Sadece müzik değil tiyatronun bile kapitalist sisteme yenik düştüğü oyunlar izlemeye başladım. Playback müzikal olmaz mesela, olmamalı! Daha çok para kazanmak için orkestradan, müzikalciden kısılmaz. Kısılmayınca da bütçe fazla geldiğinden turne yapamayan kumpanyalar ve zamanından önce kalkan oyunlar artık tarih olmalı. Yoksa kimse bana yapımcıyım demesin. Oh, içimi döktüm, rahat ettim!

Öhöm, garson bana su getirsin de devam edelim. Boğazın kurumuş olmalı. Pekiyi, hangi projelerde bulundunuz?

Kumpanya olarak sayar isem; Müjdat Gezen Tiyatrosu, Oda Tiyatrosu, Tiyatro Kedi ve Talimhane Tiyatrosu ile çalıştım. Oynadığım oyunlardan bazıları; Artiz Mektebi, Bir Yaz Gecesi Rüyası, Macbeth, Meyhanede, Bizim Şarkımız Müzikali gibi. Henüz sinema filmi tecrübem sadece film müziği yapmış olmak olsa da okul dönemi, kısa filmlerde de rol aldım. Televizyon tecrübem ise ATV'de yayınlanan Adanalı ve TRT'de Bahar Dalları dizisi şimdilik. Kendi kliplerimin senaryosundan, mekanına, kamera arkasından montajına kadar birebir ilgilenmek de benim için harika tecrübeler oldu. Işık, kamera ve montaj konusuna da işe el atınca 'sinema-televizyon da okusaymışım yeri imiş!' diyorum, ama tutuyorum kendimi!

İşviçre çakısı gibisin ya hu! Pekiyi, bu müziğe yoğunlaşma aşamasında neler oldu? Ödüllü projeler, seslendirmeler. Bayağı çeşitlilik görüyoruz. Pek güzel. Neye borçluyuz?

Bir müzisyen olarak müziğin yer aldığı herşeyin içinde olmak benim için zevk. Ödüllü proje ise beni kendiliğinden buldu, genç yeteneklere destek olmak için okeylediğim bir iş, gitti Los Angeles’ta ödül aldı. Ödül almış olan 'Veda' adlı bir kısa filmde besteci olarak yer almış olmak, tarifsiz bir mutluluk. Sonra ilk uzun metraj sinema filmi müziği işim geldi. 'Tersine' adlı filmin aynı adlı jenerik şarkısını yazdım, besteledim, seslendirdim. Sonra çok beğenen oldu diye dijitalden single olarak çıkarttım da. Film müziği olduğu için normal albümlerim gibi bir promosyon yapmadım, ama sosyal medyadan şarkıyı halen beğenenler olunca, çok eğleniyorum. Sorunun özüne gelecek olur isem; tüm bunları neye borçlu isem, bir ömür o enerji sürsün isterim. Allah bana bir takım yetenekler vermiş, ben de bunları parlatmak için çalışmaya devam ediyorum. Ürettikçe daha mutlu olur her insan, bugün ektiği tohum çiçek açınca mutlu olmayanı gördünüz mü hiç? Varsa da hastalanmıştır o kişi. Şifamız eksik olmasın, zor zamanlardan geçiyoruz, akıl ve ruh sağlığımızı korumak için ne varsa yapmak zorundayız. Ben korusam, üretsem, sen dinleyemez halde isen bir anlamı kalmaz ya da sanatçı olarak ben hastalansam, yaratamasam, ümit dallarından biri kırılır. Sanırım yaptığım her şeyi insana borçluyum. Ben insandan, insan da benden besleniyor bence. Sanatçı olarak işimi ele alış sorumluluğum bu yönde. Ne olursa olsun yol bizim. Düşsek de, kalksak da, arada yavaşlasak da yürümeye devam edeceğiz, ama içimizde hep yeniden koşma isteği olmalı. Hayata güvenin. Bir lafım var! Ve artık markam gibi oldu. 'Aşka uyanın, gerisi kolay!' diye. Hepimizi o uyanış bekliyor. Kendini ve hayatı sevmeyi, olduğu gibi kabul etmeyi başaranlar erken uyanıyorlar. Devamı için haftalık köşeme beklerim! (Gülüyor)

Tabii, köşeye gelince. Yazmak bir tutku işidir. Ki karşımızda da bunun vücut bulmuş bir hali olan sen var iken hemen soruyorum; pekiyi, ya köşe yazarlığına ne demeli? Bu yazı işlerine dahil olma serüveni nasıl gelişti?

Kendimi bildim bileli yazıyorum. Çok kıymetli bir edebiyat hocam vardı. Ki kendisi Halide Edip’in öğrencisiydi hatta. Oldukça yaşlı olmasına rağmen ölene kadar öğretmenlik yaptı. Durmadan çalışmanın ve insanlığa faydalı olmanın değerini ondan öğrendim. Ona yazılarımı verirdim ders sonlarında. O da detaylıca analiz ederdi. Kendisi, müzik ile yazma yeteneğimin ayrılmaz kardeşler olduğunu söylemişti. Şarkı sözü az ile çok şey anlatır, müzik ile de doğru şekilde birleşince tadından yenmez şarkılarımız oluverir. Yoğun müzikal serüvenimin yanısıra, uzun soluklu yazılarıma da devam ediyordum. Uzak Yollar albümümü, hemen hemen her şarkıda yol kelimesi geçen bir bütünlükte, sözlerinden kartonetine kadar adeta bir kitap gibi tasarladım. Ara ara sosyal medya hesaplarımdan, şarkılarımın hikayelerini anlatan kısa paragraflar paylaşıyordum. Etrafımdan en sık duyduğum şey de 'kitap yazsana!' olmaya başladı. Şarkılarda anlatmış iken; daha uzununu okumak isteyenler çoğalmaya başlamıştı. Ben de düşünmeye başladım. Bir şeyi düşünmeye başladığımda, her zaman o yola girmiş buluyorum kendimi. Önce halen yazmakta olduğum dijital haber gazetesi Sondakikatürk’ten teklif geldi. Hayata, ilişkilere ve sanata dair makalelerim ile aşka uyandırma çalışmalarımı, bir de yazıyla yapmaya başlamış oldum. Pek yakın bir gelecekte de yazıyla olan aşkımın yeni sürprizleri gelecek.

Laf lafı açmış, müzikal hayatınıza dokunamamışız! İlk albümün adı 'Gittin Ya' idi. Sonrasında bir süre ara verildi ve nihayet 'Uzak Yollar' adlı bir albüm ile tekrar selamladınız. Sonrasında 'Tersine' adlı teklik ile bir selamlama daha aldık sizden. Ve geçtiğimiz yıl şubat ayında 'Aşk Benim İşim' yayınlandı. Güzel işler, güzel şeyler hissettiriyor olmalı. Geride dönüp baktığınızda, neler oluyor dersiniz?

Müzikal tarihime katkıda bulunuyorum. İnsan, bir şeyin içinde iken başarma telaşı ile nelerin üstesinden geldiğini göremeyebiliyor. Hemen yenisini yapmanın peşine düşüyor. Sık sık kendimi durdurup, biraz soluklandırmaya çalışıyorum. Ancak şundan eminim ki, yıllar sonra geriye dönüp baktığımda yaptığım her şey ile gurur duyacağım. Önce benim içime sinmesi önemli. Bugüne dek içime sinmeyen hiç bir üretimim olmadığı için mutluyum, huzurluyum. Sanatçının yolunda önemli olan bir şey de, kendini doğru ifade etmektir. O da doğru ifade etsin de bugün olmasa, yarın anlaşılır. Yanlış ifadeyle varılan bir başarı, başarı değil doyurudur. Yani sadece para getirir. Para da harcanmak için üretilmiş bir insan icadıdır. Varoluş için doğru ifade mühim mevzu, hem yeni nesillere fayda sağlar, hem de bakarsınız sonsuz olursunuz. Sevgili müzik eleştirmeni Yavuz Hakan Tok, albümümle ilgili eleştiri yazısına 'Kişilikli Bir Pop-Uzak Yollar’ diye başlık attığı gün, doğru yolda olmanın tadına vardığım günlerden oldu. Niceleri için uzatıyorum geceleri ve durmadan çalışıyorum.

Çok da iyi yapıyorsunuz! Son albüm 3 Adım Müzik etiketi ile raflardaki yerini alsa da, prodüksiyonda başı sen çektin. Her bir şey ellerin ile hazırlandı. Bu senin için zorlu bir dönüm noktası mıydı? Virajı bence çok iyi aldın!

Albümümün prodüktörlüğünü üstlendim. Maddi olarak çok zengin olduğumdan değil, ruhsal olarak çok zengin bir dünyaya sahip olduğumdan yaptım bunu. Özgürlüğümü kısıtlayacak her türlü sözleşmeye karşıydım. Zaten yapımcılar da artık yapımcılık değil, basımcılık yapmaktalar. 'Albümü sen yap getir, biz basarız!' diyorlar. Bir de sözleşme dayatabiliyorlar. Ki ben notasından kartonetine, klibinden kostümüne kadar kendim ilgilenmek istedim. 'Deli misin?' ya da 'yapamazsın!' diyenler çoktu. Baktığımda muhasebecilikten yapımcılığa terfi etmiş, bozuk Türkçeli, tek nota bilmeyen, duyduğu enstrümanı tanımayan var iken Flamenkoya 'Flamingo!' diyebilen müzik yapımcılarından neyim eksikti düşündüm ve işe giriştim. Eksik olduğum taraflarım var tabii. Maddi açıdan sözlerini geçirebildikleri bazı merciilere onlar kadar sözüm geçmiyor olsa da, elimden geleni yapıyorum. Bu yolda en büyük destekçilerim müzisyen çevrem oldu elbette. Hâlen de öyle. Dağ gibi arkamdalar. Müzik sektörünü müzisyenler yeniden inşaa edecekler. Az evvel de bahsettiğim gibi dijital çağda artık kimsenin yapımcıya da ihtiyacı kalmayacak. Yakında albümlerimizi dijital platformlara kendimiz yükleyeceğiz. Elini taşın altına koymayanlar da o gün artık emekli olsunlar, yoksa o dağlar üzerlerine yıkılacak!

Belki de yıkılmıştır çoktan, farkında değillerdir? Neyse ki, bunlar bizi artık ilgilendirmiyor. Asıl ilgilendiren şey ise gelecek günlerde bizi neler beklediği? Müjdeler olsun diyebileceğimiz söz konusu var mıdır?

Bende müjde bitmez! Bazısını kendime saklıyorum, ama iki ayrı piyanist ile ortak çalışmam var. Biri değerli piyanist dostum Burçin Büke, diğeri çok sevgili Fahir Atakoğlu. Kendi albüm çalışmamsa devam etmekte ama yakında ufak bir ön gösterim yapabilirim. Kim bilir?

Eh, perde kapanmadan ne söylemek istersin?

Kendimize, çevremize ve ülkemize sahip çıkalım. Daha doğru iletişim için çaba gösterelim. Bugünlerde en mühim konu doğru iletişimdir. Yargılamadan önce düşünmek, ötekileştirmeden önce anlamaya çalışmak zorundayız birbirimizi. Bu dünyanın anlamı bence sevmek ve sevilmekte saklı. Sevgisiz bir yaşam mümkün değildir. Ben söylemiyorum, Einstein bilimsel olarak kanıtlamış! Kızına ölümünden önce verdiği mektupları araştırın, kafanız dağılır hem. Geçtiğimiz sıkıntılı süreçlerde sevgiyi beslemek için her ne olursa olsun karalar bağlamak yerine inadına yaşamayı, üretmeyi, sanatla içiçe olmayı başaralım derim. Hiçbir şey yapamıyor iseniz; okuyun, evde şarkı söyleyin, dans edin, çıkın biraz yürüyün. En önemlisi hayata güvenmekten vazgeçmeyin. Herşey olması gerektiği gibi oluyor. Acılar da sevinçler de, yaşam da, ölüm de bir. Bu sonsuzluğun bir parçasıyız hepimiz. Eşit değiliz, çünkü hepimiz eşsiziz, hepimiz özel ve değerliyiz. Farklılığımızdan doğacak güce inanıyorum. Aşk diye bildiğim de ancak böyle oluyor. Ve o zaman son sözüm yine hepimiz için gelsin; aşka uyanın, gerisi kolay! Sevgilerimle!