RÖPORTAJ: KIVANÇ TERZİOĞLU
 

Devrim Bey, hoşgeldiniz sizi tanımayanlar için kendinizi kısaca okuyucularımıza biraz tanıtmanızı rica etsem?

Merhaba, teşekkür ederim, hoşbuldum… Tek bir cümle söyleme hakkım olsaydı eğer; çocukluk ve ilk gençlik yıllarını 90’larda yaşamış şanslı insanlardan biriyim diye tanıtırım kendimi. 1994 yılında Güzel Sanatlar Lisesi Müzik Bölümünden, 1999 Yılında Konservatuvar Oyunculuk Bölümünden mezun oldum.  Dünyanın hızla küçüldüğü bir zamandı. 80’ler sonunda yaşadığım kent bana inanılmaz büyük gelirken, 90’lar ve sonrasında dünyanın küçücük bir köy haline dönüştüğüne şahit olmuş bir kuşaktanım. Mezun olunca Trabzon Devlet Tiyatrosu’yla başlayan profesyonel tiyatro serüvenim sonrasında Eskişehir Şehir Tiyatrosu’yla devam etti. 2010 yılında kamerayla tanıştım. 2017 de Oyun Atölyesi’nde “Kundakçı” oyunuyla İstanbul’da da tiyatro yapmaya başladım. Tiyatro, müzik, TV dizileri, sinema, reklam ve seslendirme. Bunların hepsi hala hayatımda ve devam ediyor çok şükür.

Sinema, tiyatro ve müzik sıralamanızı istesem 1-2-3 diye nasıl bir sıralama yaparsınız ve bunu neye göre yaptığınızı sorsam?

Bu soruyu bundan 5-6 yıl önce sorsanız elbette ve kayıtsız şartsız tiyatro en ön sırada diye cevaplardım. Şu anda da benzer bir cevap verebilirim belki, ama artık zaman zaman değiştiğini söylemem daha dürüst bir cevap olur. Hayatımın şu döneminde birbirlerine ve bana eşit mesafelerdeler galiba…  

Oyunculuk adına almış olduğunuz eğitimlerden sonra ilk çıkışınız hangi proje oldu?

Aslında profesyonel olarak 1999 yılında mezun olur olmaz Devlet Tiyatrosu ve daha sonra Şehir Tiyatrosu’nda aralıksız oyunlar oynamaya başladım. Her biri birbirinden güzel oyunlardı. Elbette tiyatroda tanınırlık daha sınırlı. Fakat çalıştığım tiyatrolarda ve kentlerde kısa sürede tanınan, popüler ve yönetmenlerin çalışmak istediği bir oyuncu oldum. Televizyonda popüler anlamdaki ilk çıkışım 2011 yılında yayınlanmaya başlayan ve üç sezon devam eden Umutsuz Ev Kadınları dizisiyle oldu. Bugün üzerinden neredeyse 10 yıl geçmiş olmasına rağmen hala büyük bir hayran kitlesine sahip ve hala yoğun şekilde inanılmaz güzel geri dönüşler alıyorum bu işten.

Almış olduğunuz ödüllerden bahsedebilir miyiz?

Elbette… Bir tanesi Eskişehir Şehir Tiyatroları’nda oynadığım “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü” oyunuyla “Sadri Alışık Anadolu Tiyatro Ödülleri”nde Komedi ya da Müzikal dalında “Yardımcı Rolde En İyi Oyuncu Ödülü”. Bir diğeri de İstanbul’da Oyun Atölyesi’nde oynadığım “Kundakçı” adlı oyunla aldığım yine Sadri Alışık Sinema ve Tiyatro Ödülleri Komedi ya da Müzikal dalında yardımcı rolde En İyi Oyuncu Ödülü. Bunların dışında adaylıklarım ve içinde bulunduğum ve başka alanlarda ödüller alan oyunlarım, TV dizileri, filmler ve reklam filmleri oldu…

​​​​​

Karakter analizlerinde nasıl bir yol izliyorsunuz?

Benim için ilk olarak metindeki veriler önemlidir. Yazarın kurduğu dünyayı onun gözünden görmeye, anlamaya çalışırım. Sonrasında rolün sosyal, fiziksel ve psikolojik koşullarını araştırırken ve oluştururken, yönetmenin kurduğu dünya asıl olandır benim için. Zira her birimiz bir metni okurken kafamızda oluşan dünya farklıdır. Bu düşleri kendi kurduğu düşlerle ortaklaştıracak, bir araya getirecek, yeni bir dünya kuracak olan kişi yönetmendir. Bu ortaklaşılan dünya içinde karakterin kapladığı alanı, diğer rol kişileriyle ilişkilerini ve en önemlisi karakterin değişim, dönüşüm noktalarını belirlemeye çalışırım. Bütün bu ön bilgileri topladıktan sonra, bu belirlenen dünyanın içinde sınama zamanı gelir. Prova zamanı yani. Gene sınırlarını yönetmenin belirlediği alanın içerisinde, diğer rol arkadaşlarımla karşılıklı bilgi alışverişiyle, deneyerek sınayarak o kişi olmayı öğrenirim. Elbette bu sıralamanın değiştiği ve ya bambaşka yöntemler kullandığım zamanlar da oluyor… Bence oyuncu pragmatist olmalı. O anda işine yarayacağını düşündüğü ya da hissettiği her şeyi role hazırlandığı sırada kullanmalı.

Bugüne kadar oynadığınız en önemli ve hafızanızda yer eden karakter hangisi oldu?

Klasik bir cevap belki ama oynadığım her karakterin bende ayrı bir yeri var. Hepsi beni büyüttü, hepsi bana bir şeyler öğretti. Hem hayat hem oyuncu olarak. Aklıma tiyatroda oynadığım karakterler geliyor. Eskişehir Şehir Tiyatroları’nda oynadığım “Misafir” adlı oyunda canlandırdığım “Yiğitbaşı Resul Demir” karakteri benim unutulmazlarım arasındadır. Sanırım hatırlayan seyircilerimiz de benimle aynı şeyi düşünürler.  Ama tiyatroda oynadığım karakterler, daha sınırlı bir seyirci kitlesine ulaştığı için, bu soruyu daha geniş seyirci kitlesine ulaşan sinema ve televizyon da oynadığım roller üzerinden vereyim. ”Bağlılık Hasan” filminde oynadığım “Bankacı Halil” mesela. Rolün seyirciye ulaşan kısmı küçük görünse de, görünemeyen kısmı üzerine de bir hayli düşünülmüş bir roldü. Hayatının en küçük ayrıntısına kadar bildiğim bir karakterdi. Çok büyük keyif almıştım oynarken… “Umutsuz Ev Kadınları”ndaki “Ömer” ve “Kadın” dizisindeki “Musa” benim için çok keyif alarak ve uzun zaman sevgiyle anacağım işler oldu.
 

Oynamak istediğiniz bir karakter var mıdır? Neden?

Var aslında. Bu soruya birkaç kere daha aynı cevabı vermiştim. W. Shakespeare, Julius Ceasar oyunundaki “Brutus”” karakteri. Devlet, Cumhuriyet, erdemli olan, iktidar ve güç hakkında muhteşem bir yapısı var. “Brutu”s bu tartışmaların tam da ortasında, doğru olanı yaptığını düşünürken, erdemli olanı bulmaya çalışırken, dayandığı değerlerin bir bir yıkılmasından sonra, kendini ve sistemi sorgulayan kişiliği, beni çok cezbediyor. Güncelliğini asla yitirmiyor bu tartışma…

Bugüne kadar birçok projede tiyatro ve ekran da yer aldınız, bunların içinde en keyif aldıklarınız ve iyi ki dedikleriniz kimler oldu.  Oyuncu, yönetmen vs...

Tiyatroda yönetmen olarak Ergin Orbey’den Yücel Erten’e, Haldun Dormen’den Mehmet Ergen’e, Ahmet Mümtaz Taylan’dan İlham Yazar’a, Muharrem Özcan’dan Mert Kırlak’a kadar; ekranda Merve Girgin Aytekin’den Zeynep Günay Tan’a, Semih Kaplanoğlu’ndan Mehmet Ada Öztekin’e kadar gerçekten çalışmaktan inanılmaz keyif aldığım yönetmenler oldu bugüne kadar. Hem tiyatroda hem de ekranda birlikte çalıştığım tüm oyuncu arkadaşlarım, benim için ayrı yerdeler. Onlara olan hayranlığım, çalıştıktan sonra daha da arttı. Hepsi de benim için “iyi ki…” oldular her zaman. Ceyda Düvenci, Ece Özdikici, Sermet Yeşil, Berkay Akın, Emre Basalak, Elif Melda Yılmaz, Songül Öden, Özge Özpirinçci, Bennu Yıldırımlar, Şerif Erol, Neslihan Yeldan, Didem İnselel… Bu isimler aklıma ilk gelenler, daha buraya bir sürü isim ekleyebilirim.  Onlarla karşılıklı oynamak büyük keyifti ve olmaya da devam edecekler. Hepsi için sonsuz şükür diyorum her seferinde.

 Şu andaki hali hazırda olan ve ilerideki projelerinizden biraz bahsetsek?

Hali hazırda tiyatro sezonunu kapamış olsam da, önümüzdeki sezon seyrekte olsa oynamaya devam edecek olan, “Maskeliler” ve “Beşinci Frank” adında iki tiyatro oyunum var. Bunun dışında belli olan yeni açılan bir dijital platform için çekilecek bir dizi, birkaç ay içinde çekimleri başlayacak. Sanırım hala açıklayamıyorum ismini. Şu sıralar isteğim, televizyonda yeni ve güzel bir projeyle izleyicinin karşısına çıkmak. Gelen senaryoları heyecanla okuyup değerlendiriyoruz. İnce eleyip sık dokuyoruz. Bir sürü kriterimiz var tabii, biraz seçici davranıyoruz. Önemli olan sürekli her projeyle ekrana gelmek değil; kalıcı, güzel ve farklı karakterler yaratmak. En yeni ve uzun soluklu olabileceğini düşündüğümüz bir projenin içinde olmak. İşin bu kısmını daha çok seviyorum. Bakalım, bu işler kısmet meselesi tabii.

Dijital ortamın girmesiyle yapımlar artmaya başladı bunlardan en son izlediğiniz ve en çok hangisini beğendiğinizi sorabilir miyim?

Tabii ki Cem Yılmaz’ın yazıp yönettiği “Erşan Kuneri” oldu… Ben gerçekten bayıldım bu işe… Senaryosuyla, oyunculuklarıyla, prodüksiyonuyla, sinematografisiyle çok keyif alarak izlediğim bir iş oldu. 70’lerin sonu 80’lerin başı Yeşilçamı’na muhteşem bir saygı duruşu… Erşan Kuneri, kişiliğinde o dönemin zorluklarında bir çıkış arayan, değişen dünya koşullarına ayak uydurmaya çalışan Yeşilçam’ı, hem bugüne hem de o döneme harika göndermeler yaparak hem eleştiriyor hem de yüceltiyor. Üstüne de hünerli oyunculuklarla harika bir seyir keyfi var. Hele bir de o dönemin filmlerini izlemişseniz…  Söylenecek çok şey var ama şimdilik bu kadar.

Devrim Özder Akın'a son olarak sözü bırakırsak neler söylemek ister?

Brecht’in çok sevdiğim kendime sık sık tekrarladığım bir sözü söylemek isterim o zaman. “Gece uzun da olsa, güneş mutlak doğar!” Bu güzel sorularınız için size çok teşekkür ederim.

Bu özel röportaj için sonsuz teşekkür ederim. Başarılarınızın devamını diliyorum...