Fox Tv ekranlarında gelen Deniz Yıldızı dizisiyle tanıdığımız Başak Akbay, son dönemlerde hem tiyatroda “Aynada Kırılan Kadınlar” ile hem de beyazperde de “Kapan” filmi ile göz dolduruyor. Yeteneği hem sahnede sergilediği performanstan hem de kısa zamanda ekran yolculuğunda kat ettiği yoldan anlaşılan Başak Akbay, şuan vizyonda olan filmi ile ilgili benim çok keyifli sohbet gerçekleştirdi. Oyunculuğa nasıl başladı? kariyerindeki hedefler neler? Deniz Yıldız dizisinden sonra Paramparça’da nasıl rol aldı? Kapan filmindeki Burcu kim? Tüm bu soruların cevapları bugünkü sohbetimizde...

Merhaba Başak Hanım, Deniz Yıldızı dizisiyle birlikte sizi tanıma fırsatım oldu.

Sonrasında Paramparça dizisiyle izledik. Şimdilerde ise çok daha yoğum ve tempolu bir sezon geçiriyorsunuz. Önce “Aynada Kırılan Kadınlar” adlı oyununuz, 8 Mart’ta vizyona giren

Kapan adlı filminiz. Aynı zamanda sesiniz de çok güçlü. Öncelikle bu yeteneğin yola nasıl çıktığını öğrenmek isterim?

- Aslında uzun bir yolculuk bu, ama ben kısaca anlatmaya çalışacağım. Pek çok yerde de bahsetmişimdir, beni takip edenler daha net bilirler. İlkokul dönemlerinde tiyatro gibi bir fikrim yoktu. Ben sadece şarkı söylemek istiyordum. Evde 2 yaşından beri parmaktan mikrofon la şarkı var mı denir?” ve ben de “var!” diyip şarkı söylemeye başlardım. Öyle bir çocukluk geçirdim.

- O zaman şarkıcılıktan oyunculuğa kayma olmuş.

-Niyet anlamında öyle bir durum oldu diyebiliriz. Zaten bütün tiyatrocuların sesinin belli bir düzeyde iyi olması gerekiyor. Okula alınırken kulak sınavına tabii tutuluyorsunuz. Sonra okulda ses eğitimi ve san dersi alıyorsunuz. Şimdi, gelelim nasıl başladığım noktasına; Babam Sosyal Hizmetler İl Müdürüydü. İşi gereği bir çok protokol yemekleri olurdu. O yemeklerin birinde yine “kızım hadi şarkı söyle” durumu cereyan etti ve ben de söyledim. Bunun üzerine oradaki bir Amerikalı müzik öğretmeni babamın kulağına eğilip “Kızınızın çok gür bir sesi var, bence tiyatroya yönlendirseniz çok iyi olur; bizim ülkemizde de bu böyle, genelde tiyatro sanatçılarının sesleri çok iyidir. Bunu sahnede kullanabildikleri için özen gösterilir.” Yorumu üzerine bir fikir canlandı kafamızda. Onun ertesi gün de hep evren işliyor deriz ya, bir anda televizyonda “Trabzon Devlet Tiyatrosu kurs açıyor” diye bir ilan geçti ve babam “sen buna gideceksin” dedi. Daha orta ikideyim, skeçler dışında bir şey bilmiyorum. Okulda hepimiz oynamışızdır, ama ben onları saymam hiç bir zaman. Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda ilk zehri aldım. Sonrasında bir oyun çıkarmaya hazırlanıyorduk. Baya çalıştık, ama bütçe ayarlanamadı ve oyunumuz sahne alamadı. Ben ondan sonra tiyatroya da hocama da küstüm. İlk hayal kırıklığım oldu.  Sertifikamı almaya bile babamı yolladım gitmedim. Hocam bu isin peşini bırakmasın çok yetenekli demiş. Türkiye şartlarında lisede tiyatro eğitimi diye bir şey yok. İmkan ne ölçüde ise öyle devam ediyorsun eğitime. Ben de herhalde müzik bölümünü seçerim diye düşünüyordum, ama bizim okulda o da yoktu (gülerek). Ben de yabancı dil seçtim, bari yabancı dil öğreneyim dedim. Geleceğe yatırım yaparımkafasındaydım, ama o da istediğim gibi değildi. Test çözülen bir sistem sürekli. Devlet tiyatrosundaki hocam lisedeki okulda karşıma çıktı. Liselerarası festivale hazırlanacak oyunun yönetmeni oymuş. Beni görür görmez çok sevindi ve tekrar bir macera başladı.Sonrasında biz “Binbir Gece Masalları’nı” sahneye koyduk. Benim için en özel oyunlardan biridir. Çünkü ilk  sahneye çıktığım oyundu. Konservatuara girme fikri üniversite sınavından sonra cereyan etti. Hacettepe Ankara Devlet Konservatuarı gibi bir okulu ilk denemde kazanmam mucize gibi bir şeydi.

Dans kariyeriniz hala devam ediyor mu?

- Şuan devam etmiyor, yalnızca evde devam ediyor. Evde bir kariyerim var (gülerek) . Evde yogaya da dansa da devam ediyorum. İnşallah onlarla alakalı bir proje gelir de, hepsi bütünleşir.

Şuan vizyonda olan Kapan filmi ilk başrolünüz mü?

- Aslında değil. Bundan önce benim bir komedi filmim var pek bilinmeyen. Destek vermek amacıyla konuk oyuncu olarak dahil olduğum ve biranda kendimi başrollerden biri olarak bulduğum bir iş ama Kapan oynadığım rol ve tatmin anlamında ilk sinema deneyimim, ilk ciddi başrolüm denilebilir.

Aynı zamanda da koyu bir Trabzon taraftarıymışsınız. Duyduğum kadarıyla...

- Çocukluğum futbol tribünlerinde bağlı bir taraftar olarak geçti. Çok da keyifliydi. Doğuştan Trabzon taraftarıyım ben. Babadan dolayı ister istemez başka bir takim düşünmüyorsunuz. Oralıysanız, zaten oranın takımını tutarsınız. Ben başka takım tutanlara şiddetle karşı çıkıyorum, ama eskisi gibi fanatik değilim. İyi bir şey olmadığını düşündüğüm için uzaklaştım. Fanatizmi Alkolizm ile eş değer görüyorum. Bence hiçbir farkı yok.

Türkiye’deki oyunculukları beğeniyor musunuz?

- Tabii ki. Türk oyuncular çok yetenekli.

- İsim olarak söyleyebileceğiniz var mı?

- Öncelikle hayran olduğum, konservatuara hazırlanırken tanışma şerefine nail olduğum ve hep çalışmayı arzu ettiğim Haluk Bilginer. Sonra Şener Şen, Sumru Yavrucuk, Tilbe Saran, Mesela ben Yıldız Kenter’i sahnede izlediğim an bu işi yapmak istediğimden emin oldum. Elini ayağını öpmek istedim. Kendi jenerasyonumda da, Kadın dizisindeki pek çok oyuncuyu beğeniyorum. Özge Özpirinçci, Özge Eyüboğlu , Feyyaz Duman..

- Peki, kendi oyunculuğun hakkında ne düşünüyorsun? Aynada kendiyle çok konuşan kendini dinleyen ve mesleği hakkında kendinin en büyük öğretmeni olanlardan mısın?

- Hem öğretmeniyim hem çok büyük bir eleştirmeniyim. Kapan filmini de izlediğimde herkesi tebrik ettim kendim içinde iyi oynamışım ama şunlar var ve nedenini de biliyorum dedim. Çünkü ben o filmi çekerken nasıl bir ruh halinde olduğumu, sette nasıl çekildiğini biliyorum, ama seyirci onu bilmiyor, bilmek zorunda da değil. Bir oyuncu olarak ben oraya karakter olarak en iyisini vermek zorundayım. Sinema dizi gibi değil, dizi çekerken bir sonraki hafta daha iyi olurum diyebilirsiniz, ama sinemada öyle bir lüksünüz yok. yapabileceğinizin en iyisini yapmak zorundasınız. Ben kendimi çok iyi eleştiririm ve binlerce bölüm çektim. Bir kere Paramparça’nın bir sahnesinde “Aaa! Ne güzel oynamışım’ dedim. (gülerek)

- Deniz Yıldızı dizisi de dahil mi buna?

- Evet. Çok efsanevi şeyler yaşadım. Tebrik edildiğim, takdir edildiğim zor sahneler de oldu. Kendime aferin de dedim. Mesela çok komiktir, tek gözümle ağladığım bir sahne vardı, öyle denk geldi. Yönetmenimiz dedi ki “bir daha alacağız bu planı. Yine aynı şekilde ağlayabilirsen çok sevinirim” “Aaa, tabi kuruyorum ben makineyi” dedim. gerçekten, sanki makine kurulmuş gibi, aynı sahneyi, aynı lafta tek gözümden yaş akıtarak çektik. Yönetmende şaşırmıştı.

- Tek göz ağlanabiliniyor yani?

- Tek, çift, ne istersen (gülerek).

Deniz Yıldızı dizisi belki de izleyiciye günlük dizileri sevdiren, reytingleri en az akşam kuşağı kadar iyi gelen nadir bir diziydi.

- İlk, günlük, gençlik dizisi bizdik zaten ve o dönem reytingde Ezel ile yarışıyorduk. Hiç unutamıyorum o dönemi.

- Çok uzun bir maraton oldu. hani bir cümlenin sonuna geldiğinde başını unuttuğun cümleler olur ya, Deniz Yıldızı da onun gibiydi. Sonuna geldiğinde “biz nasıl başlamıştık” olduk. Sana neler kattı?

- Ben hep şunu söylüyorum “Konservatuar tiyatro okuluydu, Deniz Yıldızı ekran okulum

oldu”

- Kaç bölüm sürmüştü?

- 1287 Bölüm. Yani, günlük diziyi layıkıyla yapmış bir oyuncunun, oynayamayacağı bir proje rol yok diye düşünüyorum.

- Finale kadar gelmiş miydin?

- Geldim. Ben bağlı biriyimdir. Pelin’i kimseye emanet etmek istemedim. Benim için her şeyin vadesi vardır. Doğru zaman diye de bir şey vardır; benim artık yorulduğum, bitmesi gerekiyor dediğim noktada dizi kendiliğinden bitti. O yüzden ilahi karara çok güveniyorum.

İstanbul’a geldikten sonra, özellikle Prime Time, yani akşam dizisine başladıktan sonra, ilk defa oyuncu olmuşsun gibi hissettin mi?

- Asla. Yalnızca şöyle bir şey oldu; 7 sezon Pelin’i canlandırmış birinin, aradan zaman geçmeden haftalık bir dizide farklı bir rolle boy göstermesi handikap olabilirdi. Öyle düşünmüştüm. “Ya aynı görünürsem, ya Pelin’den sıyrılamazsam, ya seyirci benimsemezse” ama hiç de öyle olmadı. Pelin’in yaşı, yaşayışı kaygıları Sevinç’inkilerden o kadar farklı ki. Dolu dolu 15 bolum geçirdim Sevinç’le . Ve kimse beni yadırgamadı ne seyirci ne de oyuncular. Herhalde yönetmenimiz de günlük diziden gelmeme güvenmiş olacak ki ilk sahnemi resmen provasız gün giderken çektik. Şimdilerde Paramparça’yı izlemiş seyirci bir an durup “Aaa! Evet, Sevinç sendin” diye beni tanısa da ben hep aslında Pelin ile tanınacağım bunu artık kabul etmek gerek. Çünkü 7sene evlerin içine Pelin ile dahil olmuşum bu çok normal.

Son zamanlarda film ve oyun programın yoğun geçiyor, ama dizilerde seni göremiyoruz?

- Bilmiyorum, hepimiz aynı sözcüğe sığınır olduk sanırım; Sektör, sektör, sektör... Ben de istiyorum, çünkü ekran başka bir şey, insanlar sizi ekranla tanıyor. Ben diziyi sadece para için yapıyorum diyenlerden değilim. Tabi ki, o kısmı var, ama beğendiğin bir rolü oynadığında, her hafta o karaktere hayat vermek, onu seyirciye sunmak ve seyircinin seni onunla bütünleştirmesi, o kadar ki bütünleştirip seni tiyatro sahnesinde görmek için tiyatroya gelmesi... Bunlar birbirlerini besleyen şeyler. Sinema da aynı şekilde, herkes bütçesi dahilinde yaşıyor filme gidebiliyorsa gidiyor, gidemeyen de en kolay yoldan, televizyondan seni takip ediyor.

Şuan vizyonda olan filmin Kapan, nasıl bir hikayesi var?

- Aslında ser verip sır vermiyoruz bu konuda. Sürprizini kaçırmadan bahsetmeye çalışayım; ana karakterimiz Süleyman, zengin, ailesine son derece bağlı, çocukları ve eşi için her şeyi yapabilecek bir karakter. Bir gün onun oğlunun başına bir olay geliyor. O olay sonucunda, konservatuar öğrencisi olan, yetenekli ve gayet dinamik oğlunu bambaşka bir halde görüyor. Yaşayan bir ölü durumuna geliyor çocuk ve tabi ki bir baba olarak, bunun acısı bir yana “neden çocuğun bu hale düştüğünün” sorgulamasına girişiyor ve o sorgulama sonucunda da bir takım donelere varıyor. Sonra da işin oyuncaklı kısmı başlıyor. Süleyman’ın aldığı cevaplar doğrultusunda, ortaya çıkarttığı bir survivor hikayesi tarzı bir oyun var; yani Kapan.

- Biz bu hikayenin içerisinde Burcu’yu nerede görüyoruz?

- Biz bu hikayenin birçok uzvunda Burcu’yu görüyoruz. Burcu, bu hikayenin kilit isimlerinden.

- Baskın bir karakter mi?

- Kesinlikle öyle. Zaten ilk okuduğumda da, kesinlikle Burcu’yu oynamalıyım dediğim ve böyle kanımı hareketlendiren bir rol olduğunu anladım, çünkü son derece dişi.

Peki, seyirci de nasıl bir etki bırakacağını düşünüyorsun?

- Şuan çok güzel dönüşler alıyoruz. İzleyenler şuan baya şaşırtıyor. İlk izlenim için ben aileme bakarım. Ailemde kimler eleştiriyor, onlardan yorumları alırım ve hepsinden tam not aldık.

- O zaman filmden çok memnunsun?

- Yani, başı, gelişme kısmı ve sonu birbirinden başka. Nereye gideceğini kestiremiyorsun.

- Bir filmin içinde üç ayrı tür var.

- Kesinlikle! Aksiyon, gerilim hikayesi olarak bakmamak lazım. Fragmana aldanmamak lazım. Annemin ağladığı sahne de oldu.

Deniz Yıldızı ve Paramparça dizilerinin içinde kötü olan bir karaktere hayat veriyordun. Kapan filmi içinde aynı şeyi söyleyebilir misin?

- (Gülerek) Baya level atlamış versiyonum. Seviye seviye yükseliyorum.

- Bu kadar kötü karakterden sonra kötüyü oynamak, onu yaşatmak zor mu?

- Çok eğlenceli.

- Kahraman olmaktan daha mı güzel?

- Ben hiçbir zaman pısırık, laf söyleyemeyen, içine atan bir karakter oynamak istemedim. Şuan hayatta da öyle insanların olduğunu düşünmüyorum, zaten hayatta da öyle bir yere gidiyoruz ki, herkes çok acımasız hale geldi. Dolayısıyla ben yaşatacağım karakterde de böyle tiplere bürünmek istemiyorum. Seyirci olarak görmek istemiyorsam, oyuncu olarak da hiç olmak istemem. İyi bir karaktere hayat vereceksem gerçek dertleri olan mesajı olan bir kadına can vermek isterim.

- Peki, şuan ekranlardaki kötü karakteri canlandıran isimlerden hangilerini beğenerek izliyorsun?

- Kara Sevda’daki “Emir Kozcuoğlu” çok iyiydi. Kadın olarak düşünürsek efsane Sanem Çelik’tir “Kara Melek” dizisiyle. Ben üstüne geldiğini düşünmüyorum, ama Yaprak Dökümü’nün “Ferhunde”sini de unutmamak lazım. Sen Anlat Karadeniz';in Vedat'ı Mehmet Ali Nuroğlu efsanesi.. Şimdilerde de Vuslat dizisinde Ümit Kantarcılar’ın çıkardığı rolü de çizgi dışı, enteresan buluyorum.

- Erkan Petekkaya ile ikinci kez beraber bir projede yer alışın. Usta bir oyuncuyla başrolü paylaşıyorsun. Güzel bir deneyim olmalı senin için.

- Evet, Paramparça’da aslında çok göz göze geldiğimiz noktalar yoktu, ama Kapan filminde baya burun buruna oynuyoruz diyebilirim. Bir de sinemada bir araya gelmemiz çok daha güzel oldu, çünkü sinemanın çok farklı bir büyüsü var. Ben Erkan Petekkaya’yı orada da gördüğümde çok takdir etmiştim, her karesinde oyun verdi. Hiçbir zaman yerine oturup “tamam, artık yoruldum, reji versin laflarımı” yapmadı. Herkes için bakış verdi. orada durdu, orada bulundu.

Kapan’dan sonra yeni bir film veya ekrana hazırlandığın bir dizi projen var mı?

- Henüz netleşen bir dizi yok; ama yine sinema görüşmelerim oluyor. Hatta bir filme başlayacaktık, belli sıkıntılardan rafa kalktı. Belki o başlayabilir. Genelde ben yarıda kalan işleri hep iptal gibi düşünüyorum. sektörde ne zaman gündeme geleceği belli olmuyor. Yokmuş gibi düşünmek lazım. Yine sinema filmi olsun çok isterim. Bir şeyin başını sonunu bilerek oynamak, bir oyuncu için son derece rahatlatıcı ve güzel. Emeğinin karşılığını beyazperde de izlemek çok büyülü.

Sona sakladığım, doya doya konuşmak istediğim “Aynada Kırılan Kadınlar” adlı oyuna sıra geldi. Ben izledim ve çok etkilendim. Hele de günümüzde bence çok sarsıcı bir konusu var. Okurlarımız için “Aynada Kırılan Kadınlar” ve “Peri”den bahseder misin?

- Aslında son derece tandık, ama gizli kalmış bir hikaye. Herkesin içinde kalan, kiminin açığa vuramadığı, kiminin kaçtığı bir yüzleşme hikayesi. O yüzden oyunun ismi de, başlangıçta seyirciyi içine çekiyor ve kadın hikayesi olduğunu buram buram hissediyoruz. Havva Hanım, bence çok güzel yazmış. Değindiği noktalar çok doğru ve çok bizden. Benim karakterim Peri, ama ben Peri’nin üzerinden müthiş bir hesaplaşma anlatıyorum seyirciye. Pek çok kadının kendine anlatamadığı, kime benziyoruz? Sorusuna yanıt veriyor. Annemize benziyoruz, ninemize benziyoruz, onların bildiğimiz bütün kodlarını taşıyoruz. Eleştirdiğimiz, görmek istemediğimiz pek çok şeyi biz içimizde barındırıyoruz. Bu oyun bana geldiğinde, ben ilaç gibi gelmiş hissettim. Çok korktum omzumdaki yükten dolayı, başarıp başaramayacağım konusunda, hem de çok sevindim. Devlet tiyatrosundaki ilk oyunumdan Aç Sınıfın Lanetinden beri beni bu kadar heyecanlandıran bir karakter gelmedi.

Peri’nin aynaları kırmak istemesindeki nedeni nedir?

- Kendinde var olan şeylere katlanamaması.

- Kendine katlanamaması?

- Belli bir noktaya getirmiş kendini, eğitim desen her şeyi başarmış, ama çıktığı nokta, o noktaya gelmek için başından geçenleri, yaşadıklarını sorguladığı noktada aynayı kırmak istiyor. “Çünkü ben bunları başarmak için pek çok yol kat ettim, evlendim, çocuk yaptım ve döndüğüm nokta annem” onu parçalamak istiyor. “Güzel bir kadındım ben, ama artık değilim. Gençtim ben, ama artık değilim” çoğu kadın kendine bunu yapıyor.

Aynada gördüğü yüzün yaşlı bir karşılığını bulan Peri’nin asıl yaşlanan ruhu o zaman?

- Çok doğru bir cevap... Kesinlikle!

Çok farklı bakış açılarını ele alan bir oyun olmuş. Özellikle bir kadının hislerine, her yaşadığı durumda bir ayna oluyor. Aynı zamanda oyunun içinde kadının kendini cezalandırma sürecine, yaşanılanlardan kendine suçlu gören bir anlayışa sahip olunması bir mesaj mı?

- Kesinlikle! Ben diyorum ki, karı koca olarak izlenmesi gereken bir oyun. Zaten izleyip kendi hallerine ağlayacaklar. Her gün üçüncü sayfa haberlerinde gördüğümüz şeyi bize göstereceği için, ama eşleriyle birlikte giderlerse, belki bir nebze daha, görmeyen eşlere gösterilen bir taraf olabilir “işte bak da gör! Bir baba olarak bak! Çocuğunu ötelediğin noktada neleri ertelediğine bak!”

Oyunda ikileme düştüğüm yerlerden biri de, annesine aşık bir Peri’mi var yoksa onun hayatını yaftalayan, geçmişte yaşadıklarına ve yaptıklarına hayıflanan bir Peri’mi?

- Utandığı kadına benzediğini, yine utanarak kabul eden bir Peri var. Eleştirdiği, cehaletine öfke duyduğu annesine benzerliği çok var. Köyden çıkmış, kendi kabuğunu kırmış, hani diyor ya “ Köylü kızların yazgılarına hep korkuyla baktım ben. Küçücük yaşta evlendirirlerdi onları” o noktadan yırtmış, ama ben hala nasıl dönüyorum anneme diyen Peri’nin sonradan o noktanın doğru, saf, katıksız olduğunu algılaması Peri’nin. Pek çok insan var böyle utanan.

Peki, Gülsüm’ün yaşadıkları mı zordu yoksa Peri’nin yaşadıkları mı?

- Kafa kafaya yarışır diyebiliriz. Gülsüm, farkında olmadan, küçücük yaşında yaşıyordu zorlukları, ama Peri, olgun yaşında hem Gülsüm’ü bünyesinde barındırıyor hem Peri olma çabasını veriyor. Düşününce Peri’nin yükü iki katı ağır olabilir.

Flu kadınların dramını anlatıyorsun. Her gün üçüncü sayfa haberlerinde izlediğimiz, yan komşudan çığlıklarına şahit olduğumuz, görmesek de, duymasak da bir yerlerde sessiz atılan çığlıklara şahit olduğumuz erkek hegomanyası altında ezilen kadınların acılarına parmak basıyorsunuz. Etkileyici bir senaryo kurgusu hatta diyalogları var. Topluma bir ışık tutmak için mi bu oyuna özellikle bu dönemde hayat verdiniz?

- Özellikle ışık tutmak için bu dönem hayat verdim değil, bence özellikle bu dönemde bizegeldi bu oyun. Ben öyle düşünüyorum. bizim yapmamız gerekiyordu bu işi ve bu iş bizima yağımıza geldi ve bana geldi iyi ki. Hiçbir şeyin tesadüf olduğuna inanmıyorum. Kesinlikle, yine evren işleyişi olabilir.

Başak olarak Peri, Gülsüm ve milyonlarcasının hayatını bir kadın olarak nasıl yorumlarsın. Sence kariyeri için büyüyen, ama içindeki insanı küçülten erkeklerin baskıcı tavırları nasıl yıkılabilir?

- Yine annelerle, yine kadınlarla yıkılabilir. “Aslan oğlum, canım oğlum, ah benim delikanlı oğlum” larla bu iş olmaz. Çocuğa ilk 5 yaşına kadar verdiğin şey ile ilintili diye düşünüyorum ve yetiştirirken gerçekten bir birey olduğunu ailelerin göstermesi gerektiğine inanıyorum. Bence herkesin de doğurmaması lazım.

Türkiye’de kadın olmak çok zor... Sanatçı kimlikli bir kadın olduğun zaman üzerine kurulan baskıları yıkmak daha mı kolay oluyor?

- Sanatçı sesini çıkarmaya daha meyilli oluyor, diğerleri gibi sessiz kalmıyor. O yüzden sanatçılarla pek çok şey değişebilir. Sanata verilen değer çok önemli. Boşuna dememiş Atatürk “Sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir”. Aynı dili konuştuğun insana Türkçe kendini ifade edemiyor olmak çok acı. Senin anlattığın karşındakini kabı kadar. O noktada ilişkiler, evlilikler bitiyor. Hep bana, hap bana dediğimiz bir noktada her şey bitiyor. Hırslarımızın kurbanı oluyoruz, hiçbir şey için azim duygusu yaşamıyoruz. Hep daha fazlası...

Bu hoş, samimi, keyifli sohbet için çok teşekkür ederim. Dilerim seni oyuncu olarak, dansçı olarak bir ses sanatçısı olarak, kim bilir belki de sporcu olarak çok sık daha görme şansımız olur. Buradan seninle birlikte bu yolda yürüyüp, seni seven, seni takip eden insanlarane söylemek istersin?

 - Ben de çok teşekkür ederim. Beni takip etmeye, desteklemeye devam edin. Gerçekten İstanbul zorlu bir yolculuk... Umarım, her sanatçı arkadaşım verdiği emeğin karşılığını alır.