RÖPORTAJ: GİZEM YILDIZ

11 yaşında evden yalnız başına çıkan çocuk Serkan’ın yolculuğa çıkma hikayesi böyle başladı. Karadeniz’in dağlarında, ormanlarında özgürce gezen bir çocuktu Serkan Ocak, henüz lisedeyken Karadeniz’den Fransa’ya ilk yurtdışı gezisini yapmış. Yolda olmayı seviyor. Sürekli geziyor ve gezdiği yerleri Hürriyet gazetesinin seyahat köşesinde paylaşmaya başlıyor. Üzerine eklemelerde yaparak ‘Gezeceğin varsa göreceğin de var’ kitabıyla yaşadıklarını, ‘Serkan’ın sevdiği yerleri, ülkeleri, şehirleri anlatıyor. Kitabını okuduktan sonra Serkan Ocak’la iletişime geçtim ve röportaj yapmak istediğimi söyledim, çünkü bu kitap bir rehber kitabı gibi değildi. Bu kitabı okuyan, Serkan Ocak’ın gözünden dünyayı dolaşıyordu ve ben okurken yazım dilini, anlattıklarını kendim yaşamışım gibi benimsedim. İşte siz de bugün, bizimle birlikte Serkan Ocak’ın dünyasını, cesaretini, ilginç deneyimlerini ve 11 yaşından bugüne uzanan yolculuğu paylaşacaksınız.

İlkokul 5. sınıfta evden çıkan Serkan Ocak’ın yolculuğu başladı. İlk yolculuğunuz böyle mi gerçekleşti?

Evet, böyle başladı. 11 yaşından itibaren evden yalnız başıma çıkmaya başlamıştım. Önce İzmir’e kuzenime gittim. Bir yaz boyunca kaldım. Tek başıma İzmir’in altını üstüne getirdim. Böyle böyle özgürleşmeye başladım.

Ailenizin tepkisi nasıl oldu?

Güvenli bir yerde olduğumu düşünüyorlardı, ama kendi başıma şehrin altını üstüne getirdiğimi bilmiyorlardı (gülerek). Ben Hilton Oteli’ni çok seviyordum. Oradaki oyun salonuna gidiyordum. Kendi kendime otelin Ruf Bar’ına çıkıp, İzmir’in manzarasını seyrediyordum. 

Cesur bir çocukmuşsunuz.

Anadolu’da yetişmiş olmanın sunduğu bir rahatlık var. Ben Karadeniz Ereğli’de doğdum büyüdüm. Eğer İstanbul’da yaşasaydım o cesur çocuk olamazdım. Benim çocuğum 9 yaşında, asla siteden dışarı çıkarmıyorum. 12 yaşına geldiğinde de böyle olacaktır.  Ben 9 yaşındayken ormana giderdik, kulübemizi yapardık. O kulübeden gece yarısına kadar çıkmazdık. Etrafımızdaki bütün yerleşim yerlerini gezerdik, çünkü bir güvenlik sorunu yoktu. Çocuk hırsızlığı, trafik gibi tehlikeli unsurlar yoktu.

Dönemin etkisi büyük olabilir mi?

Bence ilgisi yok. İstanbul o dönemde muhtemelen aynıydı. 

Çocuk Serkan’ın nasıl bir hayatı vardı? Eğlenceli miydi?

Hep doğanın içindeydim. Gezi, seyahat benim mesleğim değildi, benim hobimdi. Çevre konusunda uzmandım. Bu konudaki uzmanlığımda yaşadığım yerin çok ilgisi var. Çocukken, benim için hem çevrecilik aşılandı hem de özgürlüğün verdiği bu gezme duygusu oluştu. Ben 5.sınıfta çıktığım geziyi virüs olarak düşünüyorum ve lise bitmeden o virüsü iliklerime kadar aldığımı hissediyorum. İlk yurtdışı gezim, otobüsle Ereğli’den Fransa’ya gitmemle gerçekleşti. 

Merak hep var mıydı?

Hep vardı. Kesinlikle doğuştan gelen bir şey. En başta bir gazetecinin olmazsa olmazıdır. Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur dedikleri şey budur. O merak duygusu her gazetecinin içinde doğuştan vardır. Bir patlama olduğunda herkes o patlamadan uzaklaşır, ama ben doğdum, büyüdüm, bütün hayatımda olayın tam merkezine gitmeye çalışan bir insandım. Bunun gazetecilik sayesinde olduğunu değil, genlerimden geldiğini düşünüyorum. Hatta çok fazla var ve bunun zararlarını da gördüm. Savaş bölgelerine gittim. Merak uğruna temkinli olmayı elden bırakmamak gerekiyor. Ben bazen bunu yapıyordum. Böyle riskli şeyler yaparken (dağa çıkmak, bungee Jumping yapmak, sınırdan kaçak geçmek) hep deneyimli insanları yanıma aldım. En azından riski aza indirdim. 

Gezi sıralarında birçok yırtıcı hayvanla karşılaştınız, savaş ortamlarına girdiniz. Bu durum sizi korkutmadı mı?

Benim ilk yırtıcı bir hayvanla karşılaşmam, Yusufeli’nde Boz Ayı ile karşı karşıya gelişim oldu. Radikal gazetesinde, her baharda ‘Bir Ayıyla karşılaşırsanız ne yaparsınız?’ haberini yaptım. Her zaman ‘Yere yatın, ölü taklidi yapın,’ gibi şeyler yazardım. Ben ayıyla karşılaşınca koşarak kaçtım (gülerek). Onun hikayesi de şöyleydi; gece 4’te kalkıp ayı safarisi diye bir geziye çıkmıştım.

Tek miydiniz?

Tek değildim, bir minibüs insanla gitmiştim. Bu sefer de, böyle grup halinde gezersem ayı filan göremem diye, ben derenin kenarına inip, gruptan ayrılıp fotoğraflar çekmeye başladım. Farkında olmadan gruptan uzaklaşmışım. Birden derenin karşı tarafında hışırtı duydum. Hışırtıyla birlikte kafamı çevirdim. Aynı şekilde ayı da bana kafasını çevirdi. Göz göze geldik. İki saniye kadar ikimizde kilitlendik. Sonra ben ardımı dönüp kaçmaya başladım, bir süre sonra arkama dönüp baktım, o da kaçıyormuş. Makinem yanımdaydı. Güvenli bir alana geçtikten sonra o ne yaptı diye bakınca, aynı şekilde onun da kendi güvenli alanına geçtiğini gördüm. O sırada ayının fotoğrafını çektim. Bu karşılaşmayı da Radikal Gazetesi’ne yazdım. Haberin başlığı da ‘Gazeteci gören Boz Ayı ürküp kaçtı’ oldu (gülerek). Ben şunu biliyorum ki, doğada hiçbir hayvan –Leopar hariç- insanları hedef almamıştır. Köpek Balığı dalışı da yaptım, Ruanda da Gümüş Sırtı Dağ Goril’leri safarisine çıktım. Kenya’da safariye katıldım, bir sürü yaban hayvanı gördüm. Somali’de gerçek, doğal ortamında yırtıcıları gördüm. Kutup Ayısı da gördüm. Bu hayvanların hepsi bir tek kendilerini tehlikede hissedince saldırır ya da yavrusunu korumak için saldırır. Eğer Boz Ayıyla karşılaştığımda yanında yavrusu olsaydı, yavrusunu güvensiz hissedip bana saldırabilirdi. 

Neden Leopar hariç?

Leopar, kedigillerin arasında en saldırganı, çünkü insan gördüğünde bunu ayırt etmeden direkt saldırıyor.

Tecrübe ettiniz mi?

Kenya’da parkın içerisinde yaşadım. Leopar’ın tellerin arkasından fotoğrafını çekerken, teller olmasına rağmen üstüme atladı. Korkudan yere düştüm. Urfa’da 5-10 sene önce bir Leopar, bir insana saldırmıştı. İstatistikler bunu gösteriyor. Onun dışında hiçbir hayvan aç kalmadan, kendine güvensiz hissetmedikten sonra bir insana saldırmıyor.

Bu kadar cesur biri neden korkar?

Bende o kadar deli cesareti yok. Her şeyden korkarım. İstanbul trafiğinde Motosiklet kullanıyorum, ama bundan çok korkuyorum. En büyük zarar insana hep insandan gelir. Bu çağın en büyük tehlikesi insan. İstanbul Bienal’inin konusu da ‘Yedinci Kıta’ ve ‘İnsan’ odaklı bir tehlikeydi. Benim bütün korkularım insanlardan yana, doğadan bir endişem yok. 

Kitabınızda okudum, ölmeden önce yapılacaklar listeniz varmış. Bir gezgin olarak listenin en başında neler yer alıyor?

Dünya turu hayalim var. Bu arada ben bir gezgin değilim, işim gereği gezen, gezmeyi de çok seven bir insanım. Bu gezdiklerimi de hep birilerine aktarmak istiyorum.

Normal insanlardan fazla gezdiğiniz bir gerçek

Gezmeyi seviyorum. Daha üniversiteyi bitirmeden 27 tane ülkeyi gezmiştim. Lise sonda çıktığım ilk yurtdışı seyahatiyle birlikte, gezdikçe daha çok gezesim geldi. Şu anda gezdiğim yerler 80’e yaklaştı. Hala çalışma masasının üstünde bir dünya haritası vardır ve üstü gidilecek yerlerle işaretlidir. Özellikle ‘Şu ülkeyi deli gibi görmek istiyorum’ diye bir tutkum yok. Afrika’yı çok seviyorum, ölmeden önce Antartika’ya mutlaka gitmek istiyorum. Bir ay boyunca bir olimpiyat izlemek istiyorum. Önümdeki hedef Tokyo… Aslında bunlar yapılacak şeyler, ama özetinde bir dünya turu isteğim var. Ben biliyorum ki, kendimdeki bu seyahat arsızlığı dizginlenemeyecek bir şey, çünkü dünyadaki bütün ülkeleri gezsem, bu sefer ‘Yelkenliyle dünya turu yapayım.’ Diyeceğim. Hiçbir zaman bitmeyecek. Gözüm açık öleceğim. Benim için, insanlar hayalleriyle yaşarlar ve hayalleriyle ölürler. Benim gezme konusundaki hayallerim hiçbir zaman bitmeyecek.

Ülkenin dört bir yanını gezmiş biri olarak, sizin gibi gezmeyi seven bir insanın ölmeden önce Türkiye’de görmesi gereken ilk 3 yer neresi?

1- Kapadokya; çok özel bir bölge ve hiç hak ettiği yerde değil. Kapadokya dediğiniz yer 5 tane şehri kapsayan, o bölgedeki büyük bir coğrafya. Biz sadece Ürgüp, Göreme’yi biliyoruz, ama Aksaray’da var, Kayseri’de var, Niğde’de var. Kapadokya’yı görmeden Roma’yı görmenin pek bir anlamı yok. İnsanlar ülkenin kendi değerlerinin farkında olmuyorlar. Anadolu’nun harabeleri bile çok değerli. Eski Rus yapılarını görmeden, neden Petersburg’a gideceksiniz? Önce Anadolu’dan başlayın, sonra dünyayı gezin. Türkiye’de Yunanistan’dan daha fazla Yunan eseri var. 

2- Atina Tapınağı; Dünyanın en güzel manzarasına sahip bir yer. 

3- Troya

İstanbul’da çok sevdiğiniz yerler var mı?

Tarihi Yarımada, Ayasofya. İstanbul’da yaşayıp Ayasofya’yı görmemiş biri İstanbul’da yaşıyorum demesin. Biraz da bu işler merakla ilgili. Bu işin sosyokültürel düzeydeki insanlarla çok ilgisi var. Açlık sınırında yaşayan insanların tabi ki müze görme hevesi olmayacaktır. 

Sizi en çok şaşırtan ülke neresi oldu?

Ruanda. Afrika’da, dünyada en kısa zamanda yapılmış, en büyük soykırımın olduğu yer. Bir ay içerisinde 800 bin insan katledildi. Büyük bir dramı çok kısa sürede nasıl atlattıklarına tanık oluyorsunuz. Tertemiz bir ülke; Afrika’da hiçbir ülkede eşine benzerine rastlayamayacağınız bir temizlik var. Müthiş bir doğa güzelliğine sahip. Afrika’nın ortasında bir cennet. Beni en çok etkileyen şey; nesli kırmızı listede olan, bir zamanlar, puro içen zenginlere kül tablası yapmak için bilekleri kesilen Gümüş Sırtlı Dağ Goril’leri hala orada ve görebiliyorsunuz. 

Yeni kitabınız ‘Geleceğin Varsa Göreceğin de var’ içinde Serkan Ocak’ın ayak bastığı adımların izleri, hayatındaki özel anıları var demek tanımlar mı?

Kesinlikle! Bu kitap tamamen bir rehber kitabı değil ‘Gidin şuradaki kafeye oturun, önce şu müzeyi gezin’ değil. Kendi kişisel deneyimimle, birinci tekil ağızdan yazılmış gezdiği ülkelere ruhun veren bir yazarın kitabı. Ben Viyana’yı beş gün boyunca, sokak sokak yürüyerek gezdim, ama Viyana’yla ilgili yazımda sadece bir kafeyi anlatıyorum. Çünkü Viyana’nın ruhunu en çok yansıtan, yüzlerce yıldır varlığını sürdüren Cafe Central adında çok güzel bir yer var. Sadece orayı inceleyerek (gelenleri, kafenin müziğini, o kafeye gelenleri) Viyana’nın ruhunu anlayabilirsiniz. 

Sizi bu kitabı yazmaya iten duygu ne oldu?

Kitabın yarısından fazlası gazetede yazdığım yazılar, ama birebir aynısı değil, güncelledim. Ruanda’ya girdiğim Milli Park’a girmenin bedeli 750 dolardı, şimdi 1.500 dolar. Bunun gibi binlerce bilgiyi güncelleyerek yazdım. Yazamadığım, içimde kalmış yerler vardı, bu kitap sayesinde yazamadığım yerleri ekledim. Bu yazıları yazarken kafamda bir kitap projesi yoktu. Genelde insanlar bir kitap kafasıyla yola çıkar, ama bende tam tersine gelişti. Gazete, sosyal medya kadar olmasa da suya yazmak gibi; bugün yazıyorsunuz 5 yıl sonra internetten silinebiliyor. Kitap hem çok iyi bir arşiv hem de insanları bilgilendirmek için güzel bir imkan oldu.

Bu kitabın devamı gelecek mi?

Biraz alacağım tepkiyle alakalı. Türkiye’de 4-5 şehir hariç bütün şehirleri gezdim ve en az 81 ilin 31 iliyle ilgili detaylı yazılar yazdım. Bunları da güncelleyerek, sadece Türkiye odaklı bir kitap projem var. Bir terslik olmazda önümüzdeki bahar ayında olacak. Bir kitabım daha var, yeni basıldı; Enerjik. Bu kitabın amacı; ortaokuldaki çocuklara yönelik bir spor branşları rehberi. Çocukların ve ebeveynlerin okumasına yönelik bir kitap. Ben hayatım boyunca atlayıp zıplayan, spor yapan bir insanım. Bu kitabın amacı da; bir spor branşına karar verirken ne yapsam sorusunun cevabını yanıtlamak. 

Gazetecilik, size gezgin olmanın getirdiği bir meslek mi yoksa gezgin olduğunuz için mi gazeteci oldunuz?

Gezginlikle hiç alakası yok. Küçükken polis olma hayalim vardı; ondan vazgeçince ya avukat ya da gazeteci olacaktım. Ben bugün avukat olsaydım yine çok gezerdim. Ben hobilerimle mesleğimi birleştirdim. 

Evli ve bir kız çocuğu babası olarak ömrünüzün çoğunu yollarda geçirmek hayatınızı nasıl etkiliyor?

Kötü etkiliyor. Eşim bu konuda çok dertli. Yapabildiğim kadarıyla, birlikte seyahat etmeye çalışıyoruz. 

Eşiniz de seyahat etmeyi sever mi?

Çok sever. Kızım 6 aylıkken gemiyle Yunan Adalarına çıktık. Eşimle her yıl 1 kere yurtdışı gezisi yaptık. Ben Viyana’ya üç-dört kez gittim. Viyana benim için çok önemli, çünkü 900 tane müzesi olan başka bir şehir yok dünyada. Sadece müze yapmak için saray yapılan tek yer orası. Ben gittiğimde ‘Çocuğum olursa kültür sanat adına götüreceğim ilk yer Viyana olacaktır’ dedim ve bunu da yaptım. 5 katlı bir müze içerisinde 25-30 milyon eser var. Tam bir günümü o müzeye ayırmıştım, ama yanımda rehber olmasına rağmen bitiremedim. Rehber bana ‘Serkan Bey, üzülmeyin. Ben 25 yıldır burada yaşıyorum ben bile bitiremedim. Bir daha gelmek için fırsatınız olur.’ Dedi. Viyana inanılmaz bir yer. Ailem bütün gezilerime katılamıyor. Eşim bu konuda dertli, ama bu da benim yaşam biçimim. 

Eşinizle de gezerken mi tanıştınız?

Lise sonda tanışmıştık. Biz tanışalı 21 yıl oldu. Evleneli de 11.yılımız oldu. 

Baba olduktan sonra yola çıktıktan sonra başıma bir şey gelir mi diye korktunuz mu?

Bebeğim daha 30 günlükken onu Kartepe’ye götürdüm. Kendim bebeğe uymadım, bebeği kendimize uydurdum. Öyle bir korkum olmadı.

Bugüne kadar kendinizi en huzurlu hissettiğiniz yer neresi oldu?

Ben çok yere gittim, çok yerde kendimi huzurlu hissettim, ama en huzur bulduğum yerler yolda olduğum anlar. Atlantik’in üzerine uçakla gitmek, Dominik Cumhuriyet’inde olmaktan daha büyük bir keyif. 

Bir bavulla alıp başını gitmek isteyenler için ne söylemek istersiniz?

Hiç düşünmeden yola çıksınlar. Nereye gideceklerinin çok bir önemi yok. Bence hayat yolda olunca daha güzel. 

Yeni Çağrı Gazetesi’nden alıntıdır.