Röportaj: Yusuf Tolga Ünker

Maltepe Üniversitesi Grafik Tasarımı Bölümü Araştırma Görevlisi

İSTANBUL

Son kitabında ise, Kâinat ve İnsanın varoluşu gibi teolojik konulara, hem bilgileri hem de kendi görüşleri ile açıklamalar getirmekte. Kendisi ile bu konular üzerine öğretici bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu kıymetli söyleşiyi bölümler halinde yayınlayacağız. Bugün sizlerle ikinci bölümü paylaşıyoruz.

Hakkı Baba, Ruh-u Azam ve Külli Ruh hakkında bilgi verir misiniz?

Tolga Bey, Ruh-u Azam’ın karşılığı “Büyük Ruh” tur. Külli Ruh ise, tek olan, bütün olan ruhtur. “Kuran’da. “Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size ruh hakkında pek az ilim verilmiştir” deniyor. 

Doğrudur, biz insanlara çok az bilgi verilmiştir ama buna rağmen biz ruh hakkında bazı tanımlar yapabiliyoruz.  Bilmemiz en önemli husus ise, “Ruh”un, Mutlak Zat’ın bir esma sıfatı olmasıdır ki, bunun için ruh, “emir âlemindendir” diyoruz.

Bunu bazı örneklerle anlatmaya çalışayım. Elektrik akımı nedir, hiç gören var mı? Elektrik akımının görülebilmesi için, onun bir sıfatı olması gerekir. Bildiğimiz elektrik lambası, elektrik akımının sıfatıdır. Lamba yandığı zaman, biz elektriği görüyoruz. Tüm elektrikli aletler, elektrik akımının birer sıfatıdır. Elektrik aynı elektrik ama bağlandığı her alette, başka başka işler yapıyor. Elektrikle çalışan tüm aletlerin hareketleri, elektrik akımının fiilleridir.

Bir başka örnek; bildiğimiz su, sürahide başka, bardakta başka, kovada başka bir şekil alır. Su aynı su ama konulduğu kaba göre şekil alır. Şeffaf, latif ve nur halindeki Ruh’ta; Ruh-u Azam, Külli Ruh, Cüzi Ruh, Büyük Ruh” gibi isimler alır. Ancak ruhun, fiziki bir görünümü yoktur. Ruh, “Âlemlerin Rabbi” dediğimiz, Mutlak Zat’ın kendisidir veya O’nun ilâihi bir yasasıdır. Ruh, hangi isimle zikredilirse edilsin, Mutlak Zat’ın bir “Esma” sıfatıdır. Bu ruh için Seyyid Nesimi:

“Eğer sual eder isen sırrımdan,

Cümlemizi var eyledi varından,

Hakk yarattı Muhammed’i nurundan,

Kandildeki balkıyan nurdan gelirim” diyor.

Ruh-u Azam veya “Büyük Ruh” dediğimiz bu Ruh,  Âlemlerin Rabbi Zat’ın; kendisine ait olan “ilim, irade, kudret, yaratma, hayat, işitme, duyma, görme, kelam, meydana getirme ve bunlara benzer pek çok esmalarını ve tüm genetik özelliklerini üzerinde toplayan “Ruh” tur, diğer bir deyişle “Can” dır. 

Bu büyük “Ruh’un”, her zerresi,  Rabbin tüm genetik özelliklerini ihtiva eden ruhtur. Bu ruh zerreleri,  emir âleminden olduğu için, Rabbin dilemesiyle, yani “kün” (ol) der, o da hemen oluverir” ayeti gereğince, hangi varlığa üflenirse, yani hangi varlığın sıfatına bürünecekse, o varlığın yaratılış gayesine göre, o varlığa göre programlanır ve o varlığın şeklini alır. 

Kısacası bu ruh, canlı bedeninde cereyan eden her türlü; hareket, dokunma, koklama, duyma, görme, işitme beyindeki tüm faaliyet ve fiilleri,  koordineli olarak yerine getirir. 

Hakkı Baba,  Bilim adamlarının “Big Bang” dediği büyük patlama ve Kuran’daki: “Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yarattı” ifadelerini açıklar mısınız? 

Tolga  Bey, daha önce gördük ki, ezeli olarak var olan Âlemlerin Rabbi; “bilinmem için, tüm yaratılmışlarla birleşip zuhura geldim” diyor. Yani kendisine bir âlem halk ettiğini söylüyor. Tüm bunlar nasıl, nerede ve ne zaman zuhura geldi? Ezeli olarak var olan Âlemlerin Rabbi olan Zat (HU),  Hakk’ın özüdür ve her şeyden münezzehtir. Ayrıca yukarıdaki ifadelere göre, henüz ne bir ismi, ne de bir cismi var, bunun için kendisini  “Ben” diye ifade ediyor. Bir varlığın zuhura gelebilmesi için “Zat, Sıfat ve Efal, yani Fiil”i olması gerekir. 

Çok önemli olan bu hususu, Kuran’daki: “Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde (evrede) yarattı” ayetinin teviline göre; tenzih ve teşbih ederek, sadırdan, anlatmaya çalışacağım. 

1. Âlemlerin Rabbi olan Mutlak Zat, yani Büyük Ruh; bilinmek arzusu ile görünmez alandan, görünür alana çıkmayı diledi de kendisine ait olan, “ilim, irade, kudret gibi pek çok esma ve genetik özelliklerini ihtiva eden nurdan ibaret olan kendi Zat’ını; “kün (ol)” der, o da hemen oluverir” ayeti gereğince, bölünebilecek en küçük zerrelere, yani kuantlara   böldü ve dalga dalga sonsuzluğa yayıldı. Bu oluşuma, bilim adamları, “Big Bang” (büyük patlama) diyorlar.. Bu büyük patlamaya ait görüntü, elinizdeki kitabın kapağında görülüyor.

2.  Bu oluşumun sonunda nur halindeki “Ruh” zerrelerinden, kalp gibi çarpan, ışıl ışıl parlayan bir âlem meydana geldi. Bu âlem Beka-billah âlemidir. Bu âlemde tüm esmalar, isimler, birer meleki güçlere dönüşürler. Bu âlem, Allah’ın isminin “Hakk” olarak isimlenmesi, fakat ayna olarak halkta henüz zuhur etmediği âlemdir. Örneğin; bir işe başlamadan önce, o işin nasıl yapılacağı düşünülüp, şuurda planlandığı, meleklerin görevlendirildiği yer ve esma âlemidir. Bu âlem aynı zamanda, bilinmek arzusu ile sonsuz ilme bezenmiş olan Nur-u Muhammedi’nin, yani Hz. Muhammed’in “nurunun” bir isme ve sıfata bürünmesidir.

Böylece Âlemlerin Rabbi Zat, yani “Büyük Ruh”, zerreler halinde,”tüm âlem ruhu” haline geldi. Bir başka deyimle, “Külli Ruh” iken “Cüzi Ruh” haline dönüştü.

3. Mutlak Zat’ın öz cevherinden meydana gelen nur halindeki bu,  ruh zerreleri,  emir âleminden olduğu için, Rabbin dilemesiye, yani; “kün (ol)” der, o da hemen oluverir” ayeti gereğince, hangi varlığa üflendi ise, o varlığın sıfatına büründü ve o varlığım yaratılış gayesine göre programlandı ve o varlığın şeklini aldı.

4. Rabbin dilemesiyle, yani; “kün (ol)” der, o da hemen oluverir” ayeti gereğince, âlemi oluşturan bu nur halindeki ruh zerrelerinin, farklı farklı sıfatlara bürünmesiyle, önce; galaksiler, gezegenler, güneş, ay, yıldızlar, dünya ve moleküler yapı meydana geldi. Moleküler yapı; hava, su, ateş, toprak ve görünür görünmez pek çok mineralleri bünyesinde toplayan bir oluşumdur..

5. Rabbin dilemesiyle, yani; “kün (ol)” der, o da hemen oluverir” ayeti gereğince, meydana gelen bu moleküler yapıdan, önce; dağlar, ovalar, ormanlar, tahıl, sebze, bitki, meyve ve bunlara benzer tüm besin maddeleri halk edildi. Bu hususu, Kuran’da da görüyoruz; “O, sizin için gökten bir su indirdi. Ondan size hem içecek vardır hem de hayvanlarınızı otlatacağınız bitkiler. “O suyla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve her çeşitten meyveler bitirir” deniyor.

6. Rabbin dilemesiyle, yani; “kün (ol)” der, o da hemen oluverir” ayeti gereğince, hayvan nevinden ilk canlılar, daha sonra da ilk insan yaratıldı. Bu sıfatların tamamı, Âlemlerin Rabbi Zat’ın öz varından var olmuştur. Bu ilk yaratılışta, biyolojik üreme ve döllenme yoktur. Görüldüğü gibi, dışarıdan hiçbir etki ve müdahale olmaksızın, her şey kendi içerisinde meydana gelmiştir.

Külli Kudret dediğimiz Âlemlerin Rabbi ZAT, yani HU, bu ilk yaradılışta, her canlı varlığı, yaratılış gayesine uygun olarak, erkek ve dişi olarak, yani “döllenen ve dölleyici” olarak çift yarattı. Ayrıca bu çiftlerin aralarında sevgi ve muhabbet oluşturdu. Bu hususu, Kuran’da da görüyoruz: “Kendileri ile huzur bulasınız diye, sizin için türünüzden eşler yaratılması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun delillerindendir.”

Âlemlerin Rabbi Zat, ayrıca her canlıyı, kendi hayatını idame ettirecek şekilde programladı.  Nebat ve sebze nevinden olan canlıları ise, kendi nesillerini devam ettirebilmeleri için; kendilerine ait genetik özellikleri ile “çekirdek, tohum veya yumru” şeklinde halk etti. Bu hususu; “hepsi kendi mizaç ve programları doğrultusunda hareket eder” ayetinde de görüyoruz. 

Kısacası; Mutlak Zat, ilk canlıları kendi öz varından var etti, daha sonraki var oluşları ise kendi Zat’ının sıfatlarından devam edecek şekilde programladı. Bir başka deyimle; daha sonraki yaratılışları, Mutlak Zat’ın, bu âlemdeki kendi sıfatları ile biyolojik olarak, yani döllenmeyle devam edecek şekilde programladı. Görüldüğü gibi, dışarıdan hiçbir etki ve müdahale olmaksızın, her şey kendi içerisinde meydana geliyor. Dölleyen de döllenen de kendisi, yani “ruh üfleyen de ruh üflenen de kendisi” oluyor.  Bir başka deyimle,  kendisinden kendisini halk ediyor. Bunun için “yapan, eden hep Allah” oluyor.

Yaratılan bu ilk canlı varlıkların tümü, Allah’ın Zat’ının bu âlemdeki ilk sıfatları veya tecellileridir ki,  bunların tümü birden “Allah” tır. İsmi Allah olan mana ise kendi Zat’ının sıfatıdır.

Evreni ve kâinatı oluşturan “nur” görünümündeki bu ruh,  hakkında; Pervane Sıtkı Baba,  şöyle diyor:

Kudret kandilinde bir ışık iken

Ta o zaman âşık oldum nura ben

Ziyasından halk eyledi toprağı

Vücut buldu bu eşyanın menbaı.

Fakir de, aşağıdaki manzum eseri ile devrana girip, halden hale geçerek, bu güne nasıl geldiğini ifade ediyor.

Kandildeki nurun zerresi iken 

Lâmekân ilinden cihana geldim

Devranda halden hale geçer iken 

Bu fena mülkünde seyrana geldim 

Bir müddet ben semalarda doladım

Kandilde balkıyan iki nur gördüm 

Bakınca nuru âlâ nuru gördüm

Sordum ki Muhammed Ali dediler

Altı anadan ben zuhura geldim 

Kim bilir ben kaç ebeden soruldum 

Zuhura gelip ben ilk insan oldum  

Devrana girip de seyran ederken 

Kün emri ile geldik bu cihana

Hava ile toprak oldu bahane 

Hakkı adı ile girdim devrana

Ezel de tek bir nur idik hepimiz 

Âlemlerin Rabbi Zat, ilk canlı varlıkları yaratırken, Âdem ile Havva’yı, kendisine ait olan; “ilim, irade, kudret” ve bunlara benzer pek çok genetik özellikleri ile halk etti ve Âdem’e “Halifem” dedi.