Merhaba Emre, son olarak “Babamın Öldüğü Gün” kısa filmiyle gündeme oturdun.  Başarılı iki isim, Alina Boz ve Nur Fettağoğlu’nu aynı film içerisinde birleştirdin. Öncelikle Babamın öldüğü Gün filminin hikayesinden biraz bahseder misin?

Film babalarının ölümünden sonra bir araya gelen iki kız kardeşin hikayesini anlatıyor. İki kız kardeş de birbirine tam zıt karakter. Alina Boz’un canlandırdığı “Hale” karakteri, babasının yanında kalıp ona yıllarca bakmış, ama “Sema” karakteri uzun bir süre onların yanına uğramamış. Babanın ölümünden sonra ikisinin vicdan ve akıl kavramlarının arasında kalışı anlatıyor.

Senaryoyu yazarken aklında Alina Boz ve Nur Fettaoğlu var mıydı?

Nur Fettahoğlu’nun düşünerek yazdım, ama Alina’yı ilk başta düşünmemiştim. Onunla anlaştıktan sonra Alina’ya göre revizeler yaparak “Hale” karakterini şekillendirdim. Oyuncularla anlaştıktan sonra senaryonun büyük bir kısmı bitmiş oldu.

Hale ve Sema’nın hikayesi hem çok tanıdık hem de herkesin sevdiği aile dramı hikayesi. Hale ve Sema’nın hikayesini çekmek için seni heyecanlandıran şey ne oldu?

Yol hikayesi çekmek her zaman beni mutlu etmiştir. Aile içindeki hesaplaşmaları olan hikayeleri yazmayı daha çok seviyorum. Böyle bir hikaye yazmak hep istemiştim. Şuan kısa film olsa da bu hikayeyi gerçekleştirmek inanılmaz bir his.

Dış bir göz olarak baktığında Hale’ye mi yoksa Sema’ya mı daha çok hak veriyorsun?

Ben bu soruyu kendime çok sordum. Net bir cevap vermem çok zor, ama kendimi Sema’ya daha yakın hissediyorum. Ben de onun yerinde olsam Sema’yla (Nur Fettağoğlu) aynı davranırdım.

Bu kısa filmi nerelerde izleyebileceğiz?

Yurtiçi ve yurtdışı festival sürecimiz başladı. Filmimiz önümüzdeki hafta İstanbul Kısa Film Festivali’nde gösterime girecek. Yurtdışında Haziran ayı içerisinde birçok festival düzenleniyor. Film o festivallerin içinde de yayınlanacak.

Öfke, pişmanlık, sevgi, acı bu kısa filmin içinde hepsinden birer parça bulabiliriz. Sen bu filmi çekerken seyirciye ne çok hangi duyguyu aktarmayı istedin?

Hepsini aktarmak istedim. Sen de izlerken fark etmişsindir; sadece tek bir duygudan bahsedemeyiz. Film cenazeyle başlıyor ve sonra bir yol hikayesine dönüyor. İzleyici de ne hissettiğini tanımlayamıyor. Yazarken de çekerken de beni içine çeken şey bu oldu. Nur ve Alina’yla konuşurken de aynı şeyleri hissettiğini söylemişti. Oyuncular için de çok zevk verdi, çünkü her halini ayna gibi kamerada görebiliyorsun. Tüm bu duyguları aynı anda yaşatabilip, hem de bunu bir kısa filmin içine sığdırmak bana mutluluk verdi.

Kısa filmlerin içinde bir kısa filmin bu kadar popülarite olması ve bu filmin senarist ve yönetmen koltuğunda oturmak sana neler hissettiriyor?

Kısa film çocukluğumdan beri içinde olmak istediğim bir alandı. Ortaokulda bile arkadaşlarımızla birlikte kısıtlı imkanlarımızla bir kısa film çekmiştik. Şuan Türkiye’de kısa filmin değeri verilmiyor. Birçok insan kısa filmlerin öğrenci filmi olduğunu düşünüyor. Bu kesinlikle yanlış. Dünya festivallerinde de müthiş kısa filmler yapılıyor. Kısa filmler için bir alan açılması lazım. Dünyada açılmaya başlandı. Türkiye’de de açılmaya başlayacak. Bundan dolayı bizim kısa filmimizin basında değer bulması benim açımdan çok önemli. Kısa film çekmek isteyen gençlere ilham olmak beni çok sevindiriyor.

Bundan önce Cesur ve Mahallenin Bazı Kedileri adlı kısa filmlerinde yurtiçi ve yurtdışı festivallerinde bazı ödüller almış. Babamın Öldüğü Gün filmi için festivallerden nasıl bir dönüş bekliyorsun?

Ben filmin iyi izleyiciyle buluşmasını istiyorum. Festival izleyicisi ve festival jürisi sürekli değişiyor. Bu yüzden nasıl bir festival süreci geçiririz kestiremiyorum. Ben bu filmin hikayesini herkes izleyebilsin diye yola çıktım.

Sinema sektörü hem çok kaygan bir zemin hem de üretip başarılı olduğun zaman yeri doldurulamayacak bir hisle tanışıyorsun. Senin sinemayla ilk tanışman nasıl oldu?

Benim babam Diş Hekimi ve çok yoğun çalışan bir insandı, ama o yoğunluğun içinde bile beni her hafta sinemaya götürürdü. Annem de beni hep destekledi. Ben en mutlu anlarımda, en hüzünlü zamanlarımda hep sinemaya gittim. Ben küçüklüğümden beri nerede olmak istediğimi biliyordum. Şuan en mutlu olduğum yerdeyim. İlk önce tiyatro, sinema, en sonunda televizyon dünyasının içinde olmanın mutluluğunu yaşıyorum.

Hem senaryo yazıyorsun hem yönetmenlik yapıyorsun. Ben bu alanda daha hakimim dediğin yer neresi?

Ben sette olmayı çok seviyorum. O setin hakimiyetini kurma, insan ilişkilerini yönetme, fikir üretme arzusu beni mutlu ediyorum. En büyük hayallerimden biri kendi uzun metraj filmimi çekmek... Senaryo olarak da kendi dünyamı yaratmayı çok seviyorum.

Üniversite’de okurken aynı zamanda reji içerisinde çalışmaya başlamışsın. O yıllar nasıl geçti?

Ben üniversiteyi çok özlüyorum, çünkü çok keyifliydi. Şimdi çalıştığım için zaman çok yoğun geçiyor. O dönemde araştıracak, okuyacak, izleyecek zaman bulabiliyordum. Üniversitedeyken “Bu yılları çok arayacaksın” derlerdi. O zamanlar inanmazdım, ama gerçekten öyle oldu.

Seni pes etme noktasına getirten, sektörün hiyerarşisinde kaybolduğunu düşündüğün anlar yaşadın mı?

Ben pes edebilen bir insan değilim, olmuyorsa daha çok üzerine giderim. Olmuyorsa neden olmadığını sorgularım. Daha iyisini yapana kadar devam ederim.

Üniversite yıllarında çalışan toy genç çocuktan şimdi kendi filmini çeken bir yönetmen olarak yolculuğuna baktığın zaman içinde tamamlanmışlık hissi var mı?

Öyle bir his yok ve hiçbir zaman da olmayacak. Asıl tamamlanmışlık hissi doğarsa o zaman sorun olabilir. Bence bu sektördeki hiçbir insan ben oldum dememeli. Ben daha çok yolum olduğunu düşünüyorum. On yıl sonra da böyle hissedeceğim.

Daha çok gençsin, ama hayatımın filmi diyebileceğin filmi çektin mi? O film seni nerede bekliyor?

Şuan hayatımın filmi dediğim bir film yapmadım, ama beni heyecanlandıran bir hikayem var. Onu çekersem hayatımın filmi diyebilirim.

Yeni sürprizler, yeni projeler var mı?

Kısa filmin festival filmiyle ilgileniyorum. Bir iki sene bu filmin geleceğiyle oyalanacağım. Yazın yeni bir hikaye çekebilirim. Şuan “Kasaba Doktoru” filminin yardımcı yönetmenliğini yapıyorum. Çok heyecanlıyım.

Röportaj: Gizem Yıldız

Yeni Çağrı Gazetesi’nden alıntıdır.