Dost – Düşman, Mâhutlar ve Gafiller Bu Cesur Sese Kulak Vermeli. 

(İKİNCİ VE SON BÖLÜM)

Oğuz Çetinoğlu: Türkiye’de İngiliz destekli  Nasturi ve Şeyh Sait gaileleri sonrasında olumlu bir gelişme sağlanabildi mi?

Dr. Bilâl N. Şimşir: ‘Sınır ve İyi Komşuluk Antlaşması’ndan sonra Türkiye, sınırın Irak tarafında kalan insanlara (yani Türkmenlere) iki ay içinde vatandaşlıklarını seçme hakkı tanınmıştır. Fakat bir göç veya nüfus mübadelesi öngörülmemiştir. İki ay içinde Türk vatandaşlığını seçmemiş veya seçmeye vakit bulamamış olan bütün soydaşlarımız Irak'ta kalmıştır.

1926 antlaşmasında Irak Türkleri hakkında başka bir hüküm yoktur. Bu yüzden, antlaşma, ‘Türkmenlerin haklarını korumadı’ diye cahilce eleştirilmiştir. Gerçi Milletler Cemiyeti sisteminde ‘Azınlıkların korunması / ekalliyetlerin himâyesi’ çok revaçtaydı. Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan birçok milletlerarası antlaşmada, bu arada Lozan Antlaşması'nda, azınlık haklarıyla ilgili bölümler vardı. 1926 antlaşmasına böyle hükümler konmaması ise çok isâbetli olmuştur. Çünkü Türkmenler antlaşmada ‘azınlık’ veya ‘ekalliyet’ diye zikredilmiş olsalardı, bugün Irak'ta üçüncü aslî unsur veya üçüncü millîyet olma haklarını kaybederlerdi. Türkmenlerin o antlaşmada (ve ondan sonraki anlaşmalarda) ‘azınlık’ sayılmamış olmaları sâyesindedir ki bugün Irak Türkmen Cephesi, Türkmen halkının Irak'ta ‘üçüncü aslî unsur’ olma hakkını her forumda arayabilmektir. Türkiye adına o antlaşmayı yapmış olan ileri görüşlü büyüklerimizi, haksız yere eleştirmek değil, rahmet ve şükranla anmak gerekir.

Atatürk'ün barışçı dış politikasında Türkiye'ye komşu ülkelerin önemli ve öncelikli bir yeri vardır. Bu politika, batıda Balkan Paktı'nın, doğuda da Sadâbad Paktı'nın kurulmasına varmıştır. Bu çerçevede Irak'la da dostluk ilişkileri geliştirilmiştir. Kral Faysal’ın Türkiye'yi ziyâretinden sonra Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile İktisat Bakanı Celal Bayar, ittifak antlaşmasının ön görüşmeleri için karayoluyla Bağdat'a giderken, Musul, Erbil ve Kerkük şehirlerini ziyâret etmeyi de unutmadılar. Oralardaki Türkmenler, anavatan Türkiye'den koptuktan on yıl sonra, Türk bakanları karşılayıp ağırlamakla coştular.

Türkiye-Irak dostluğu Türkmenlerin de yararınaydı. Bu dönemde Irak'la imzalanan çeşitli anlaşmalardan bir tânesi, sanki doğrudan Irak Türkleri düşünülerek yapılmıştı. Bu, 9 Ocak 1932 günü imzalanan Türkiye-Irak İkamet Mukavelenâmesidir. Bu sözleşme ile Türk vatandaşlarının Irak'ta, Irak vatandaşlarının da Türkiye'de oturmaları, çalışmaları, iş tutmaları, mal mülk edinmeleri düzenlenmiştir. Türkmenler, Irak vatandaşlığını muhafaza ederek Türkiye'de oturma, çalışma, ev bark sâhibi, iş güç sâhibi olma, mal mülk edinme, ticâret yapma ve çocuklarını Türkiye'de okutma, meslek sâhibi yapma imkânlarına kavuşmuşlardır. Türkmenlerin Türkçe / Türkmence öğrenim görmeleri, mahkemelerde de Türkçe kullanma izni gibi başka haklar da tanındı. 1932 yılında da ek kültürel haklar verildi. 

Çetinoğlu: Verilen hakların kullanılması ve iyileştirilmesi ne zamana kadar devam etti?

Dr. Şimşir: Daha Atatürk'ün sağlığında, Irak'ta tersine bir gidiş baş gösterdi. Türkmenlere tanınan kültürel haklar, birkaç yıl iyi-kötü uygulandıktan sonra birer birer ortadan kaldırılmaya başlandı. 

Çetinoğlu: Sebebi belli mi?

Dr. Şimşir: Bu tersine gidişatın arkasında Hatay vardır. Bağdat yönetimi, Hatay konusunda sapla samanı karıştırmış; boş yere kuşkuya kapılmış, pirelenmiş ve şöyle düşünmeye başlamıştı: ‘Türkiye Hatay'ı ilhak ettiğine göre, pekâlâ Musul'u da ilhak edebilir.’ Öyleyse bu bölgedeki Türkmenlerin tezelden icabına bakıp Türkiye'nin önünü kesmeliydi... Bu yersiz kuşku ve bu sakat düşünce, Irak yetkililerinin zihinlerine saplanmıştı bir kere.

Çetinoğlu: Kötüye gidiş hep devam etti mi?

Dr. Şimşir: Hayır. 29 Mart 1946 târihinde Türkiye ile Irak arasında yeni bir ‘Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması’ ve bir de ‘Eğitim, Öğretim ve Kültür İşbirliği Protokolü’ imzalanmıştır. Bu protokol Irak Türkmenlerine geniş imkânlar sağlamış, adeta yeni ufuklar açmıştır. Bu protokol vesilesiyle Türkiye ile Irak'ın birbirlerine öğrenci, öğretmen ve uzmanlar göndermeleri, her iki memleketin kültür ve târihiyle ilgili bütün konuların araştırma ve incelenmeleri için kolaylıklar gösterilmesi öngörüldü. Irak okullarından alınan diplomaların Türkiye'de ve Türk okullarından alınan diplomaların da Irak'ta denkliği tanındı. Doktora diplomaları da denkliği tanınanlar arasındaydı.

Irak okullarının verdiği bütün diplomalar Türkiye'de geçerli sayılınca, diplomasını alan Iraklı gençler Türkiye'ye akın etmeye ve Türk okullarına girmeye başladılar. Iraklı Arap ve Kürt öğrenciler önce Türkçe öğrenmek için zaman harcarken; Iraklı Türkmen öğrenciler anadilleri sâyesinde onlara fark attılar ve Türk okullarında daha çabuk başarılı oldular. Türkiye'de Türk bursuyla, parasız yatılı okuma imkânlarına da kavuştular.

O yıllarda Mülkiye ve İstanbul Teknik Üniversitesi hâricinde üniversiteye giriş imtihanı da olmadığından Irak liselerinden mezun olan öğrenciler Türk üniversitelerine imtihansız girebildiler. Böylece, Irak Türklerine çok önemli bir imkân ve ayrıcalık sağlanmış oldu. Ayrıcalık diyoruz, çünkü diğer ülkelerdeki Türk çocukları Türkiye'de okuma imkânlarından hepten mahrumdu. Batı Trakya'dan, Rodos'tan, Makedonya'dan, Kosova'dan, Dobruca'dan, Kırım'dan, Bulgaristan'dan kalkıp Türkiye'ye gelebilmiş ve Türk üniversitelerine girebilmiş bir tek Türk çocuğu yoktu. Yalnız Irak Türkleri ile Kıbrıs Türklerine böyle bir imkân sağlanabilmişti.

Türk üniversitelerinde okuyan yürekli Türkmen gençleri, Irak Krallığının son yılında, Nisan 1958'de Türk Hükümetine önemli bir muhtıra sundular. Irak Türkleri üzerine Ankara'nın dikkatini çektiler. Krallık rejiminde Türkmenlere yapılan baskıları bir bir sayıp döktüler. Özetle şunları söylediler:

Biz, Türkiye'de öğrenim gören Kerküklü gençler, Irak Türklerinin dert ve dileklerine T. C. Hükümetinin dikkatini çekmek ve âcil tedbirler alınmasını istiyoruz. Irak Türklerine yapılan baskıların başlıcaları şunlar: Araplaştırma politikası tâkip ediliyor, kültür alanında çeşitli baskılar yapılıyor, Türk eserleri yok ediliyor, ekonomik baskılar uygulanıyor, Kürt tehlikesi var...’

Irak Türklerinin Türkiye'den dilekleri: ‘Kerkük'te Türk Konsolosluğu açılsın. Türk Kültür Merkezi kurulsun. Türk okulları açılsın, öteki okullara Türkçe dersleri konulsun, yeni Türk harfleriyle gazete çıkarabilecek bir basımevi kurulsun. İş Bankası şubesi açılsın. Irak Türklerinin can ve malları güvenceye alınsın. Irak Türklerine yayınlar gönderilsin. Ankara Radyosu'nun dış Türklere dönük yayınları artırılsın ve bu yayınlarda Kerkük Türklerine yer verilsin, Türkçe filmler gösterilsin, Irak'ta Türk eserleri canlandırılsın. Iraklı Türk öğrencilere Türkiye'de öğrenim bursları verilsin, yurt sağlansın.’ 

Çetinoğlu: 1958’de Irak’ta, ‘İhtilaller Dönemi’ diyebileceğimiz felaketli yıllar başladı. 

 Dr. Şimşir: Evet. O günden bu güne 61 yıl geçti. Bunalımlar devam ediyor.  

14 Temmuz 1958'de Bağdat'ta çok kanlı bir askerî darbe yapıldı: Krallık devrildi, kral, başbakan ve rejimin ileri gelenleri paramparça edilerek öldürüldü; parçalanan Başbakan Nuri Said Paşa'nın bir kolu da bizim büyükelçiliğin bahçesine fırlatıldı! Cumhuriyet ilan edildi. Ardından darbeyi yapan General Abdülkerim Kasım da bir darbeyle devrilip öldürüldü. Sonra darbeler darbeleri izledi ve en sonunda Arap Baas Partisi'yle birlikte Saddam Hüseyin iktidar koltuğuna oturdu. Ama o da koltuğunda rahat duramadı. Önce İran'a, sonra Kuveyt'e savaş açtı ve sonunda ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle devrildi, uzun müddet saklandıktan sonra yakalandı ve idam edildi.

Bu fırtınalı yıllarda çok sayıda Türkmen de öldürüldü. Büyük Türkmen katliamı, Irak’ta Cumhuriyetin ilânının birinci yıldönümü kutlamalarında, 4 Temmuz 1959’da yapıldı. 3 gün süren katliam süresince yüzlerce kişi vahşet içerisinde katledildi. Katliamlar, sonraki yıllarda da devam etti. 

Başbakan Demirel'in, Cumhurbaşkanı Sunay'ın, Dışişleri Bakanı Bayülken’in, sonraki yıllarda Dışişleri Bakanı Çağlayangil’in, son olarak da Cumhurbaşkanı Korütürk’ün Irak ziyaretleri, Irak Cumhurbaşkanı El-Bekir'in, Irak Dışişleri Bakanı Abdül Baki'nin Türkiye ziyaretleri sebebiyle geçici yumuşama dönemleri oluşturduysa da, Türkmenler hep ezildiler, katledildiler. 

Çetinoğlu: 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, bu hakların kullanımında olumsuzluklara sebebiyet verdi mi?  

Dr. Şimşir: 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın, Irak Baas rejimi tarafından Türkmenleri ezmek için bir bahane olarak kullanıldığı söylenebilir.

Amerika’nın, İngiltere ile birlikte Irak’ı işgal etmesinden sonra da Türkmenlerin kötü kaderi değişmedi. 

Dr. Çetinoğlu: Günümüze ait bir durum değerlendirmesi yapar mısınız? 

Şimşir: Irak’ta bir fiilî durum vardır ve haksızdır. Türkiye bu olup bittiyi kabul edemez. Böyle bir haksız fiilî duruma boyun eğmek Türk’e hiç yakışmaz. 

Çetinoğlu: Peki Türkiye ne yapmalı? 

Dr. Şimşir: Türkler târihte kendilerine yakışanı hep yapmışlardır. Yine yapabilirler. Yapmalılar. 

Çetinoğlu: Mesela?

Dr. Şimşir: Yıl 1795. Rusya, Prusya ve Avusturya bir olup Polonya Devleti'ni parçalayıp paylaşmışlar ve haritadan tamâmen silmişler. Bugün Irak'ın parçalanması gibi bir şey. Yeryüzünde artık Polonya diye bir devlet yok... Rusya, Prusya ve Avusturya o dönemin Düvel-i Muazzama’sı, yani büyükleri. Onların üçünün birleşik kuvveti karşısında durabilecek bir başka güç yok yeryüzünde. Tıpkı bugün ABD'nin hava gücü üstünlüğü karşısında durabilecek hiçbir güç olmadığı gibi. ‘Biz yaptık, oldu; itiraz eden varsa boyunu görelim.’ Deyip oturmuşlar Polonya topraklarının üstüne. Dünya boyun eğmiş, bu durumu sineye çekmiş.

Bu haksız fiilî durumu dünyada bir tek devlet tanımamıştır: O da Osmanlı-Türk Devleti'dir. Ne zamana kadar tanımamıştır? Sonuna kadar; yani, Polonya Devleti, Birinci Dünya Savaşı sonunda Zümrüdüanka kuşu gibi kendi küllerinden yeniden dirilerek târih sahnesinde haklı yerini alıncaya kadar. Yani, 127 yıl boyunca tanımamıştır! Dile kolay 127 yıl! Koskoca bir asır, artı bir çeyrek asır, artı 2 yıl!

Osmanlı Hükümeti, Polonya'nın haksız yere parçalanıp paylaşılmasını tanımamakla kalmıyor, aynı zamanda Polonyalı mültecilere destek veriyor. Onları Türkiye'ye kabul edip Polonezköy'e yerleştiriyor ve her yıl Düveli Muazzama'nın bu büyük ayıbını onların yüzlerine vuruyor: Osmanlı Sadrazamı, İstanbul'daki yabancı diplomatlara verdiği yıllık dâvette her defâsında Rus Sefirine, Alman Sefirine ve Avusturya Sefirine soruyor: ‘Polonyalı meslektaşınız nerede acaba? Aranızda göremiyorum da!’

Bu upuzun 127 yıl içinde İstanbul'da tam 106 Osmanlı-Türk Hükümeti değişmiş, ama Polonya'nın paylaşılmasını reddeden politika hiç değişmemiştir. Devlet politikası dediğimiz işte budur. Hükümetler gelir geçer, devlet ayakta kaldıkça devlet politikası devam eder gider. Devlet politikasındaki bu süreklilik ve sebat sâyesinde Türkler târih önünde haklı çıkmıştır. Büyük devletler ise haksızdı.

Polonyalılar Türklerin bu büyük dostluğunu hiç unutmamışlar, ders kitaplarında da bunu çocuklarına anlatıp belletmişler. Polonyalı kuşaklar bunu öğrenerek yetişmiştir. Polonya'nın yeniden doğuşundan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilânından hemen sonra Türkiye ile Polonya tekrar diplomatik ilişki kurdular. Nisan 1924'te ilk Türkiye Cumhuriyeti Elçisi Varşova'ya, Haziran 1924'te de ilk Polonya Büyükelçisi Ankara'ya tâyin edildi. İlk elçisini Türkiye'ye gönderirken Polonya Cumhurbaşkanı Stanislas Wosjcichovvski'nin Atatürk'e yazdığı 10 Haziran 1924 târihli mektup, alışılmış bir güven mektubundan epeyce farklı ve anlamlı târihî bir belge niteliğindeydi. Polonya milletinin şükran duygularını da bildiriyordu. 

Çetinoğlu: Muhteşem, hayâli cihan değer bir hâdise… Irak'a ve Türkmenlere dönersek… efendim? 

Dr. Şimşir: Türkiye, Irak'ta Türkmenlere tam eşitlik, tam hak ve adâlet esasına dayanan politikasında sonuna kadar sebat edebilir. Polonya örneğinde olduğu gibi… Türkiye, devlet politikasında sebat derse, eninde sonunda haksızlık sona erer, hak yerini bulur. Bu topraklarda yan yana yaşayanlar Türkler, Araplar, Kürtlerdir. Dışarıdan gelen Amerikalı, İngiliz değil. Onlar bugün var, yarın yok. Onların dayatma düzeni de bugün var, yarın yok. Bu toprakların düzeni, bu topraklarda yaşayan insanlara uygun, eşit ve âdil olmalı. Amerikalı öyle istiyor diye, Iraklı Türkmen ikinci sınıf vatandaşlığa mahkûm edilemez; Kürt Peşmerge, bin yıldır o toprakları yurt tutmuş olan Türkmen’in yurdunu elinden alamaz. Almak isterse mücâdele sürer gider.

Ankara Türkmenleri yönlendirmesin.’, ‘Türkiye, Irak'ın içişlerine karışmasın.’ Gibi anlamsız sözler ise geçersizdir ve kabul edilemez. Türkiye, ta başından beri Irak'ın bağımsızlığına, egemenliğine, bütünlüğüne tam ve mutlak olarak saygılıdır. Bugün de Irak'ın toprak bütünlüğünü en fazla savunan ülke Türkiye'dir.  Bunda şüphe yoktur, tereddüt yoktur.

Türkiye'nin Irak Türkmenleri ile ilgilenmesine gelince, bu bir tabiat kanunudur; siyasî söylemlerin de, kararların da, hükümetlerin de üstündedir. Bundan sarfı nazar etmek düşünülemez. Türkiye Türkleri ile Irak Türkmenleri, bir elmanın iki yarısı gibi, aynı milletin insanlarıdır, sâdece siyasî sınırla birbirinden ayrılmışlardır. Türkiye, elbette sınırlara saygılıdır. Fakat Türkmenlerle ilgilenmeye de devam edecektir. Bunun aksini söylemek düpedüz riyakârlık olur. Türk’le Türkmen’in birbirleriyle ilgilenmemesi eşyânın tabiatına aykırıdır. Onların kendi kendilerini inkâr etmeleri demektir. Böyle bir şey Türkiye'den de Türkmenlerden de istenemez, beklenemez.

Açık konuşalım: Türkiye'nin Türkmenlere ilgisi, İsveçlinin hobi kabilinden Kürtlerle ilgilenmesine benzemez; Amerikalının konjonktürel Kürt sevgisine de benzemez; onlarınki bugün var, yarın yok. Bizimki ise ezelî ve ebedîdir. Ta uzaklardan bölgemize gelip Kürtleri istedikleri gibi yönlendirmeyi kendileri için bir hakmış gibi gören Avrupalı ve Amerikalının, Türkiye'nin Irak'taki soydaşlarıyla doğal ilgi ve bağlarına söz söylemeye hakkı olamaz.

Irak'ın bir bölgesinde 'Kürdistan' kurmaya kalkışanlar, bir başka bölgesinde de 'Türkmeneli' kurulmasına zemin hazırlamış olurlar. Türkiye, Irak'ın bütünlüğünü, üniter Irak Devleti içinde Türkmenlere eşitlik tanınmasını savunmaktadır. Ama Irak'ta şu veya bu şekilde yeni bir düzenlemeye gidilirken, federasyona gidilirken Türkmenlere de eşit haklar verilmesi gerekir. Türkiye, her hal ve şart altında Türkmenlere ilgisini hep sürdürecektir. Irak'ın zararına değil, Türkmenlerin yararına olarak ilgisini sürdürecektir. Türkiye, Türkmenler için her zaman hak isteyecek, eşitlik isteyecektir. Türkiye her halde soydaşlarının Irak'ta ikinci sınıf insan durumuna düşürülmesine hiç razı olmayacaktır.

Dr. BİLÂL N. ŞİMŞİR

1933 yılında günümüzde Bulgaristan sınırları içerisinde bulunan Osmanpazarı'nda doğdu. 1957 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. 3 yıl kadar aynı fakültenin Diplomasi Târihi Kürsüsünde asistan olarak çalıştıktan sonra Dışişleri Bakanlığı’na geçti. Paris, Şam, Lahey büyükelçiliklerinde başkâtip ve müsteşar, Londra'da maiyette başkonsolos olarak; merkezde şube müdürü, daire başkanı, genel müdür yardımcısı ve genel müdür olarak görev yaptı. Arnavutluk, Çin, Avustralya ve Güney Pasifik ülkelerinde büyükelçi olarak Türkiye'yi temsil etti. 38 yılı Dışişlerinde olmak üzere 41 yıllık devlet hizmetinin ardından 1998'de emekliye ayrıldı.

1976 yılında Türk Târih Kurumu üyeliğine, daha sonra da eski Türk Dil Kurumu üyeliğine seçilmiş olan Şimşir, yoğun yayın yapan târihçi ve araştırmacı yazarlarımızdandır. Bugüne kadar 70 cilt kitap ve 190 kadar ilmî makale yayımlamıştır. Atatürk konusunda Türkiye'de en çok eser vermiş olan târihçilerimizden biridir. Büyük bölümü yabancı dilde olan eserleri, dünya kitaplıklarında, dünya kataloglarında yer alan Şimşir, Ermeni meselesinin târihi üzerine de derin araştırmalar ve yayınlar yapmıştır.

Yayınlanmış kitaplarından bazıları: *İngiliz Belgeleri ile Sakarya'dan İzmir'e /1921-1922: (1972), *Malta Sürgünleri: (1976), Bulgaristan Türkleri: (1986), Osmanlı Ermenileri: (1986), Ankara… Bir Başkentin Doğuşu: (1988), Bizim Diplomatlar: (1996), Doğunun Kahramanı Atatürk: (1999), Dış Basında Laik Cumhuriyetin Doğuşu: (1999), Şehit Diplomatlarımız: (büyük boy, 2 kitap, 2000), AKP, AB ve Kıbrıs: (2003), Türk-Irak İlişkilerinde Türkmenler:  (2004), Kürtler: (2007).