Ceylan Hanım merhaba, nasılsınız?

Teşekkür ederim, çok şükür iyiyim. İnşallah sizler de iyisinizdir ve her şey harika gidiyordur. 

Meslek hayatım boyunca yaptığım onlarca röportajımda bir çok yazarlarla yahut eğitim koçlarıyla sayfalar çıkarsam da ilk defa sizin gibi biriyle karşılaştım. Sizinle olmak ve böyle bir sayfayı yapacak olmam beni tahmin edemeyeceğiniz kadar heyecanlandırdı. İyi ki benimlesiniz diyerek başlamak istiyorum. Kısacası tarif etmemiz gerekirse ne iş yapıyorsunuz?

Aslında kendimi bir yazı arkadaşı olarak tanımlıyorum. Teknik anlamda; yaklaşık 10 yıldır yeni yazarlara yazar koçluğu, fikir aşamasındaki ya da yarım kalmış eserlere geliştirici editörlük ve tamamlanmış eserlere editörlük ve yayınevi danışmanlığı yapıyorum. 

“Yazıyla Bireysel Dönüşüm” markasından ve işleyişinden söz eder misiniz?

Yazıyla Bireysel Dönüşüm; son yıllarda moda deyimle “Kişisel gelişim” olarak adlandırılan benimse “Bireysel dönüşüm” tanımlamasını daha anlamlı bulduğum, kişinin kendine, özüne giden yoldaki dönüşümünde ve idrakinde yazıyı bir araç olarak kullanmasını teşvik eden bir sistemi içeriyor. Bana ulaşmış olan eser ne türde olursa olsun, öncelikle yazarı ile bağlantıyı sağlayarak, bu yolda ona bir yazı arkadaşı olacağımın güvenini vererek, yukarıdan bakan bir editörlük anlayışının tersine, yazarın bu taslakla yapmak istediklerine, hedeflerine ve yazınının ruhuna nüfuz ederek, teknik anlamda editörlük çalışmalarıyla da bunu birleştirerek taslağı bir kitap haline getirmek için yapılması gereken çalışmaları belirleyip, sonuca ulaştırıyoruz.

Yazımın girişinde de söz ettiğim gibi yazmayı ne çok seven bir milletiz. Fakat ne kadar doğru yazıyoruz? 

Bu tespit çok yerinde. Çünkü özellikle okuma haritası ve benzer araştırmalarda yazma oranımız okuma oranımızdan oldukça yüksek. Mesleki olarak da bunu deneyimlediğimi söyleyebilirim. Özellikle son yıllarda artan kişisel gelişim merakı ile birlikte bu alandaki yayınları okuyan, atölyelere giden ve kendine doğru yolculuk yapan insanların sayısında artış olduğunu görüyoruz. Bu da özellikle yaşamöyküsü temelli eserlerin ortaya çıkış sürecini hızlandırdı. Benim de sıkça dillendirdiğim; “Kendi hikayeni en iyi sen anlatabilirsin” şiarından yola çıkarak, kendi hikayesini, yaşadıklarını anlatma ihtiyacı duyan kişilerin sayısında da oldukça artış var. Bu bir yanıyla terapi anlamında en faydalı yöntem. Ama bunu bir roman haline dönüştürmek bir zanaat barındırıyor ve her zanaatta olduğu gibi burada da ustalaşmak ve bu bir sanat haline getirebilmek için çaba sarf etmeniz gerekiyor. Hayat hikayeniz, yaşadığınız bir olay ya da hayalinizdeki romanı ortaya çıkarmak için yazar koçluğu ve geliştirici editörlük ile birlikte yazdıklarınızı nitelikli bir formata dönüştürebilir ve ürün vermek istediğiniz türün gerekliliklerini yerine getirebilirsiniz. Böylelikle de “yazan” olmaktan “yazar” olmaya doğru yolculuğunuz başlayacaktır. 

Karşınıza gelip kitap çıkarmak istiyorum diyen birisine ne gibi tavsiyeleriniz var? 

Öncelikle bazı sorular soruyorum. Taslak metin ne hakkında? Kime hitap ediyor? Ben bir okuyucu olarak bu kitabı neden okumalıyım? Kendinizden bahseder misiniz? Bu sorulara ilaveten taslak metnin gönderilmesini istiyorum. Hem yanıtlardan, hem de gelen metinden yola çıkarak bir inceleme raporu hazırlıyorum. Bu editörlük öncesi danışmanlık aşamasını oluşturuyor. Bu raporda birlikte çalışıp çalışmama kararım ile birlikte, metni yazım, noktalama, anlatım ve üslup açısından değerlendiriyorum. Eserin ihtiyaç duyduğu revize düzeyi, ayıracağım süre ve sayfa sayısına bağlı olarak bir hizmet fiyatı belirliyorum ve bunu yazara gönderiyorum. 

Bunun yanında yazdıklarını inceleyip, öncelikle bir yazar koçluğu hizmeti almasını önerdiğim, kitabı için yazım, dil ve anlatım açısından henüz istenen verimi veremeyeceğini düşündüğüm isimler de oluyor. Onlara da sen yazamazsın gibi kesinlikle tasvip etmediğim bir yazı yargıçlığına sapmadan, daha iyi nasıl yazabileceğin konusunda sana destek olabilirim tarzı bir koçluk çözümü ile dönüş yapıyorum. 

Yeri gelmişken söyleyeyim, edebiyatımızda bundan 40-50 yıl önce başlamış olan seçkinci bir bakış ile şekillenen herkes yazamaz tespitine katılmıyorum. Buna karar verebilecek bir merci olduğunu da düşünmüyorum. Yazmak tüm insanlara bahşedilmiş bir yetenek. Dolayısıyla herkes yazabilir. Yani kimi günlük yazar, kimi iç döküş metinleri, kimi küçük bir hikaye ya da çocuklarına bırakacağı yaşanmışlık metinleri. Bunları değerlendirip, iyi ya da kötü anlamda bir görüş bildirmenin yersiz olduğunu düşünüyorum. Ama mesele bu yazılanların basılmasıysa, yani metnin kitap haline gelmesiyse o noktada iyi yazmak ve anlatmak konusunda bir yazar koçu ve editörden destek alınması ve her gün bu işe belli bir süre ayrılması, emek verilmesi ve zanaatın sanata dönüşmesi noktasında mesai harcanması konusunda hemfikirim. 

"Yazıyorum ama bitiremiyorum" diyenlere hangi en büyük desteğiniz ne oluyor?

Bu cümleyle oldukça sık karşılaşıyorum ve deneyimlediğim hadiselerin çoğunda gördüğüm gibi bunun yazardaki mükemmeliyetçilik olgusundan kaynaklandığını söyleyebilirim. Bunu biraz açalım. Bir kitap yazmak için yola çıkan yazar, henüz daha yazma eylemini sürdürürken, okuyucuyu, yayınevini, çok satıp satmayacağını v.b yazma eyleminden tamamen uzak tutulması gereken pek çok etkeni yazıyla baş başa kalması gereken bu sürece dahil ediyor. 

Bu süreci yaşayan, yazdıklarını beğenmeyen, sürekli yırtıp atan, yeniden başlayan ama bir türlü yazdıklarından tatmin olamayan kişilere yaptığım önerimi buradan da yinelemek istiyorum: Şimdi durun ve elinizdeki metni sakince bırakın Sonrasında da yazdıklarınızı samimiyetle inceleyecek bir editöre gönderin. Bitmiş olması şart değil. Ne kadar yazabildiyseniz. Tek şart aynı kısırdöngüye girmemek adına bir kez bile incelemeden ne yazdıysanız göndermeniz. Bu adımı daha iyi yazmak ve sizin de içinize sinecek bir süreci başlatmak için atın. Unutmayın; editöre gönderilen metinler direkt matbaaya gitmiyor ve metin sizin onayınız olmadığı takdirde okuyucusuna ulaşmayacak. Bilemezsiniz; belki de o hiç beğenmediğiniz cümle kitabınızın adı olacak. ( Bunu yaşadığımız metinler oldu.) Yeter ki o cümleyi neden yazdığınızı içselleştirebilin.  

Pandemi sürecinin bir çok yazar adayına getirdiklerinden bahseder misiniz? 

Yaşanan ve dışarıdan görünen haliyle “kötü” olarak adlandırdığımız her olayın içinde bir fayda barındırdığına inanıyorum. Bunu kişisel olarak kendi hayatlarımızda defalarca deneyimlesek de toplumsal anlamda yaşanan olaylarda bu bakışı edinme konusunda acemiyiz. Pandemi sürecinin de bu durumu en güncel haliyle yaşadığımız bir dönem olduğunu düşünüyorum. Süreçte; mecburi bir yalnızlık hali gibi görünse de temelde kendimize dönmemiz, akşamdan akşama uğradığımız evlerimizde gerçekten kalmaya başlamamız, kendimizi tanımladığımız pek çok şeyin ( meslek, mülkiyet, sosyal hayat v.b)  ciddi anlamda işlevsiz kalması ve daha pek çok sonuçla yüz yüze geldik. Bu noktada iki seçeneğimiz oldu; kaygılanmak ya da kabul etmek. 

Kabul edenler, yani bu sürecin var olduğunu, yaşanacağını, duyulan kaygı ya da korkuyla geçmeyeceğinin idrakine varanlar, hepimiz gibi temelde bu duyguları yaşasalar da odaklarını başka tarafa çevirip, bakış açılarını değiştirdiler. Bu değişikliği en çok da yazmayı seven ve buna ayırdığı vakitten şikayet edenlerin yaptığını söyleyebilirim. Onlar bu süreci yazmak için bir fırsat olarak gördüler ve kullandılar. Artık yazmamak için bir bahaneleri yoktu, evdelerdi ve okuyucuları ile buluşmasını istedikleri kitaplarına o bir türlü ayıramadıkları zaman kendi inisiyatiflerindeydi. Hem de hiç olmadığı kadar. Bunun devamında, bu sürecin ürünlerini nitelikli kitaplar olarak bulacağımıza inancım tam. Yaşanan sürecin kendisinin konu edildiği, süreç öncesi hallerin farkına varışlarının karşılığı olan metinler, işlerini yapmaktan yazmaya fırsat bulamayan pek çok alandan uzman ve daha pek çok türde eserlerle adım adım buluşuyoruz ve bu daha da artacak. Bu bence büyük bir fayda, yeter ki kullanalım ve kabul edelim…

Her yazıyorum diyene yol arkadaşlığı yapıyor musunuz, kriteriniz nedir?

Hem evet hem de hayır Bir önceki soruda da belirttiğim gibi, her ortaya çıkan metin kitap olamayacağından, ön inceleme aşamasındaki elimdeki taslağın kitap potansiyelini değerlendiriyorum. Henüz o aşamada değilse, yazarına yazar koçluğunu öneriyorum. Bu yüzden yaptığım tamamen bir evet ya da hayırdan ziyade bu metin kitap olmanın hangi aşamasında ve ben buna nasıl destek verebilirim noktasında oluyor. Bunun sonucunda da bazı metinlere yazar koçluğu, bazılarına geliştirici editörlük, bazılarınaysa sadece redaksiyon yapılmasını, bunun için edebiyat mezunu isimleri yönlendirebileceğimi ve eğer bir yayınevi görüşmesi varsa, direkt ilgili yayınevine gönderilmesini, redaksiyon aşamasının da orada yapılmasını önerebiliyorum. 

Nasıl editör olunur, editör ne iş yapar ve editörlere nasıl kitap gönderilir biraz bilgi verir misiniz?

Bunun birden fazla yolu var. Öncelikle kişilerin meslekleri boyunca ellerine pek çok metin geleceği ve bunların hepsini iyi bir okuyucu değerlendireceklerinin farkında olmaları gerekiyor. Bunun tek şartı da okumayı sevmek. Okumayı seviyorsunuz, yeni metinleri ve hatta okuduğunuz kitapları pek çok farklı bakış açısından değerlendirebiliyorsunuz ve en önemlisi iyi ya da kötü gibi yargılardan uzak geliştirmeye yönelik bir bakış açısına sahipseniz, editörlüğe adım atabilirsiniz. Bunun için dergilere, gazetelere ve yayınevlerine stajyer olarak başvurabilir, bu alandaki kurslara katılabilirsiniz. Ama en etkili ve faydalı olanı bir editörün yanında çırak olmanızdır. Bu işi bir taş ustasının bir zanaatkar olarak taşı işleyip onu bir sanat ürününe dönüştürmesinden farksız metni adım adım işlemek ve onu bir sanata dönüştürmek olarak düşünürsek, her zanaatta olduğu gibi editörlüğü de bir zamanlar kendisi de bir çırak olan bir ustanın yanında deneyimlemek, yapa yapa öğrenmek en sağlıklı ve keyifli olanıdır. Bana ya da birlikte çalışılacak editöre metin gönderilirken, içerik hakkında bir özet bilgi, hedef kitle, bu kitabı yazma amaçları ve biyografileriyle birlikte taslak metinlerinin gönderilmesini öneriyorum. Bunu yaptıktan sonra editörün dönüşü ile birlikte yola çıkabilirler. 

Yayınevi seçiminde dikkat edilmesi gerekenleri söyler misiniz? 

Birlikte çalıştığım ve danışmanlık isteyen isimlere de ilettiğim gibi burada da yayınevi seçimindeki en önemli unsurun dağıtım ağı olduğunu üstüne basa basa söylüyorum. Yayınevinin isminden ziyade önemli olan kitabınızın fiziki ve online olarak pek çok satış noktasına ulaşması. Zaten bunu en etkili şekilde yapan yayınevlerine de geleneksel yayınevi diyoruz. Bu noktada eğer orta ölçekte ya da butik bir yayıneviyle çalışacaksınız; öncelikli olarak sormanız ve sözleşmenizde yer alması gereken unsur dağıtım ve sizin bu dağıtımı takip etmeniz olmalı. Size verilecek bir kullanıcı adıyla kitaplarınızın hangi satış noktalarına ulaştığını ve satış rakamlarını öğrenmek yasal olarak da hakkınız. Bunu size verebilecek ve dağıtım ağı size uygun olan bir yayıneviyle anlaşma yapabilirsiniz. Anlaşma noktasında yayınevinin yazarlarına imza günleri düzenlemesi ve fuarlarda stant açması konusunda da ayrıntılı bilgi almanız tanıtım anlamında önemli unsurlar. 

Eğer bir yazar ilk çıkışını yapmış bir yazar kitabını nasıl tanıtır ve kitabı çıktıktan sonra nasıl bir yol izlemelidir? 

Yazarın tanıtımını da üstlenen geleneksel yayınevleri yeni yazarlara şans vermeyince, orta ölçekte, butik ya da ücretsiz kişisel yayıncılık ile kitabını piyasaya çıkaran yazarlar da bu süreci kendileri üstlenmek durumunda kalıyor. Bu alanda PR ajanslarıyla çalışan yazarlar dahi var. Bu da anlaşılabilir bir durum. Çünkü kitabının tanıtım ve reklam anlamındaki tüm sorumluluğu yazarın üstünde oluyor. Yeni yazarlara önerim; bu anlamda öncelikli olarak sosyal medyayı etkin kullanmaları yönünde olacaktır. Kitaba dair sosyal medya hesabı açılması, buradan alıntı ve bilgileri paylaşması, Instagram ve Facebook’taki kitap okuyucu ve tanıtım hesaplarına ulaşmaları, ki bunların sayısı oldukça yüksek, kitap tanıtım sitelerinde paylaşım yapılmasını sağlamaları, ilgili YouTube hesaplarında söyleşiler gerçekleştirmeleri bu yollardan bazıları. Başlangıçta adım adım ilerlese de doğru kanalları tercih etmeleri ve emek vermeleri durumunda sosyal medyayı kendi faydalarına olacak şekilde kullanacaklarını ve okuyucu kitlelerini arttıracaklarını söyleyebilirim. 

Yakın gelecekte ne tür projelerle bizimle olacaksınız?

Öncelikli hedefim; son derece keyifle ve severek yaptığım işimde yazarların içine sinecek ve daha çok okuyucu ile buluşmalarına köprü olacak eserlere her adımda daha iyi hizmet vermek. Bu alanda ben oldum demeden, her adımda kendimi geliştirmek ve bu gelişimin yaptığım işlere, içinde yer aldığım projelere adım adım büyüyerek yansıması. Hazırlıklarını yapmaya başladığım projem ise; editör olmak isteyenlere yönelik atölyeler. Bu atölyelerde editörlüğün inceliklerini, bakış açısını, sistemini ve çalışma yöntemlerini alanda yer almak isteyen isimlerle paylaşmak, örnek metinler üzerinden uygulamalar yapmak ve bu atölyelere katılan isimlerle bir ağ oluşturmak istiyorum. Hazırlıkların tamamlanması sonrasında duyuruları ve kayıtları sosyal medya üzerinden almaya başlamaya niyet ediyorum. editorceylan” isimli Instagram hesabım ve “Yazıyla Bireysel Dönüşüm” isimli Facebook sayfam buradan bana ulaşabilirler.

Son olarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?

Yazıyorlarsa, bunun bir cesaret işi olduğunun bilinciyle kendilerine ve yazdıklarına güvensinler. Yazdıklarını geliştirebilecek editörlere ulaşmaktan ve paylaşmaktan da çekinmesinler. Bazen kalpten açığa çıkan bir cümle bir kitap olabiliyor. Yola çıksınlar, yol görünecektir. Yazsın ya da yazmasın, herkese neyi yapmayı seviyorlarsa onu bir iş haline dönüştürmenin yolunu aramalarını diliyorum. Böylelikle çalıştıklarını anlamayacaklar

KUTU:

Doğum tarihi: 09.01.1982

Burcu: Oğlak ama 30’undan sonra yengeç ( yükselen)

En sevdiği huyu: “An”ın çocuğu olmaya çalışmam.

Sevmediği huyu: Sevmediğim huylarımın sebebini ve bana faydasını buldukça, sevmeye başladım. Devam ediyorum.

Uğurlu sayı: 7

Uğurlu günü: Çarşamba

En sevdiği renk: Beyaz

En sevdiği söz: “Arayanlar bulamaz ama bulanlar hep arayanlardır.” Beyazıd-ı Bestami

Röportaj:  Elif Hayvalı