RÖPORTAJ: AYŞENUR MAMA

Yazar Ahmet Seyhan ile yazın hayatına ve “Kedi’ye” adlı yeni kitabına dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz sizlerle…

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Ahmet Seyhan kimdir?

22 Aralık 1986 tarihinde Kayseri’de doğdum. Aynı zamanda, Kayseri’de öğretmenlik yapmaktayım. Son zamanlarda “Kedi’ye” kitabının yazarı sıfatını yüklendim. Şair, yazar gibi sıfatlara nail olmak için kat etmem gereken çok yol var, diye düşünüyorum. O yüzden, kendimi öyle adlandıramam. Mesleğim için de durum böyle. “İyi bir öğretmenim.” dediğiniz anda kendinize katacağınız bir şey kalmamış demektir. İyi yolda, doğru yolda olduğuna inanmak ve bu doğrultuda gayret göstermek önemli. “Ben buyum.” diye sarılacağım sıfatlardan daha ziyade kendimde değiştirmem, geliştirmem gerekenlerle ilgilenmek gibi bir huyum var. Öğretmen olduktan şunu daha iyi kavradım: İnsan, hangi çağda olursa olsun herhangi birinden bir şey öğrenebiliyor, kendine herhangi bir araçtan bir şeyler katabiliyor. Ben de öğrenmeye, çağın ve yaşamın gerektirdiği doğrultuda kendime bir şeyler katmaya, anlamaya gayret ediyorum, diyeyim.

Yazın hayatınız nasıl başladı? Size öncülük etmiş isimler var mı?

Lise yıllarından bu yana yazmaya hevesliyim. Farklı türler denedim o günden bu güne. Üniversite yıllarımda ağırlıklı olarak “deneme” türünde bir şeyler yazıyordum. O yıllarda kalemi çok sağlam olan arkadaşlarım vardı. Onların eleştirilerini dikkate alıyordum. Bana destek veren, yazmaktan vazgeçmememi telkin eden arkadaşlarım da vardı. Oturup onlarla hayata, edebiyata, sanata dair şeyler konuşurduk. Kendi dünyamızın farklı yönlerini keşfettik. Bir şeyler üretmek, anlatmak ve insanlara kendimizce bir şeyler bırakmak gayesini taşıyorduk. “Söz uçar, yazı kalır.” sözü misali, bir kitap yazma gayem vardı yüreğimin bir köşesinde. Birkaç başarısız girişimim oldu. Ardından, bana cesaret veren bir hikâyeye rast geldim. Ona dair anlatılacak şeylerin güzel olacağını düşündüm. İnsanlara güzel bir hikâyeyi anlatmak, onların yüreğine dokunabilmek yolunda da şiirin yardımı olacağına inandım sonra. Şiirler kaleme aldım. “Kedi’ye” böyle ortaya çıktı. Güzel bir yürek, güzel bir hikâye ve güzel arkadaşlar bu konuda bana öncülük etti ve yardımcı oldu. 

Yazarken nelerden esinlenirsiniz? 

Salt şunu anlatırım, diyemem. Mevzu bahis şiirse çoğu insan “aşk” ile ilişkilendirir onu, onunla özdeşleştirir. Ben; toplumun son zamanlardaki aşk anlayışını pek anlamamış, o anlayışın dışında kalmış biriyim. Şiir, ya sizin dışınızda kalanlarla beslenir ya da hayallerinizle. Ona da “ilham” deniyor işte. Yaşadıklarımı biraz hayallerimle harmanlarım. Bu durum bazen değişir, hayal kırıklıklarımı anlattığımı fark ederim. Çevremde özlemini duyduğum, duyduğumuz şeyleri ararım; kendi arayışımızı anlatırım. Kimi zaman onu bulacağıma inanır, “umut”tan esinlenirim, kimi zaman “hüzün”e döner yazdıklarım. Bu, biraz da az önce bahsettiğim hikâyeyle ilgili bir durum sanırım. Esinlediğim hikâyenin gidişatına bağlı olarak bazen mutlu, bazen hüzünlü olabiliyordum. Kendimi bir kalıba sokmadan, o anın getirdiği duygu, durum neyse kalemimi serbest bırakıyorum. O anlatıyor, ben dinliyorum.

Örnek aldığınız yazar veya şairler var mı?

İkinci Yenici şairlerini severek okurum. Aklıma ilk gelenler; Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar, İsmet Özel; bunların yanında Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Orhan Veli, Özdemir Asaf, Sabahattin Ali gibi isimler; ancak tek bir kanala, kaynağa bağlayamam örnek aldıklarımı. İnsan okudukça kitaplarla, kitaptakilerle bir bağ, bir ortaklık kuruyor. Kendini tanıyor, anlamlandırıyor. Ben de bana, bana ait olanlara dair şeyleri bulduğumda onları tekrar tekrar okuyor; her defasında yeni bir şey keşfediyorum.

Haziran ayında okurlarla buluşan “Kedi’ye” adlı kitabınızdan bahseder misiniz? Bu kitabı neden yazdınız?

Bahsettiğim gibi, şair sıfatını kazanmak adına yapılan bir iş değil bu. Bu; bir yolculuğun belki de ilk adımı, güzel bir hikâyenin yansıması. Temelleri arkadaş sohbetlerinde kurduğumuz hayallerle, kendi dünyamız içinde yer alan güzelliklerle atıldı. O dünyadaki güzelliklerle bir yüreğe dokunabilirsem ne mutlu, diyen bir kitap ortaya çıktı. Tanık olduğunuz, yüreğinizden taşan bir şey varsa onları anlatmak istiyor insan. Sait Faik; “Yazmasam deli olacaktım.” demiş ya, belki de bundan. Bir çocuk, annesinin elbisesinden çekiştirip; “Bak…” diye gösterir heyecan duyduğu şeyleri, tutamaz içinde. Onun gibi, içimden taşan şeyleri içimde tutamadım ve yazdım.

“Kedi’ye” okurlara hangi mesajları vermeyi amaçlıyor?

“Şunu anlatıyor…” dersem olayın büyüsü bozulur galiba. Yazma süreci bittikten sonra olay, artık kitapla okuyucu arasında bir münasebete döner. Yazı bir şeyler anlatır, okuyucu ondan bir anlam çıkarır. Biz de bunu okuyucuya bırakalım isterseniz. Onlar, okuduktan sonra karar versinler. Ben yönlendirirsem belli bir bakış açısıyla değerlendirilecek kitap, ister istemez. Okuyanlar, istedikleri gibi değerlendirebilir. Az önce de ifade ettiğim gibi; “Bir yüreğe dokunabilmek…” Bunu gaye ediniyor bizim kedi.

Kitabın isim hikâyesi nedir?

Kitabın ismini ben vermedim. Kitabın isminin bir hikâyesi var elbet; ama o bende kalsın. Ondaki gizemi daha çok seviyorum. Okuyanlar ona bir anlam vermeye çalışıyorlar, bu güzel. Kimi birine atfedildiğini düşünüyor, kimi “içimizdeki kediyi” anlattığımızı… Bir arkadaşım; “Aslında kediler nankör olarak bilinir; ama aslında bizler onların günahını alıyoruz galiba. Böyle olmuyor mu, el birliğiyle yozlaştırdığımız şeylerin sorumluluğunu başkalarına yüklüyoruz, başkalarını suçluyoruz. Kediler suçladığımız gibi suçladıklarımız oluyor, bazen kedileri suçladıkları gibi bizi suçluyorlar.” dedi. Çok hoşuma gitti bu yorum. İsmini oraya yazan benim, anlamı okuyucunun artık. Böyle olunca daha çok sahipleniyor okuyan. Bu durum da beni mutlu ediyor.

Sizce kitap, beklenen başarıya ulaşacak mı?

Bu, ne beklediğinizle alakalı bir durum. Bazen yazdığınız bir şey 15-20 yıl sonra değer görür, bazen gördüğü değeri görmeye sizin ömrünüz yetmez. Beğenilme kaygısı taşırsanız bencilleşirsiniz. Yazdıklarınızın naifliği, anlamı, anlattıkları değersizleşir. Anlatmak, hissetmek daha güzel. Ben, bahsettiğim üzere insanlara bir şeyler bırakma hayalini taşıdım, bunu da iyi kötü başardım. Asıl başarı bu benim için. Tabii ki kitabın beğenilmesini isterim; ama önceliğim bu değil. Bencilleşmek istemiyorum.

Kitabınıza bir okur gözüyle nasıl bir yorum yaparsınız?

“İnsan kendi sesini tanıyamaz, kendi şiirini değerlendiremez.” diye bir sözü var Cemal Süreya’nın. Buna bir okuyanın dilinden cevap vereyim o zaman: “Kalitesini bilmem; ama hikâyesi güzel, o beni etkiledi. ‘Bu benim.’ dediğim satırlar oldu.” 

 Hazırlık aşamasında olan yeni bir eseriniz var mı?

Yazmak bir alışkanlık benim için, o hayatımda hep var. Kesin bir tarih veremem; ama yetkinliğe ulaştığına inandığım zaman yayımlamak istediğim bir kitap olabilir tabii. 

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Okumayı hayatımızın temeline almak gerekiyor. Bir öğretmen olarak bunun eksikliğini görüyorum. Okudukça güzelleşecek dünya, okudukça fark edecek insan kendini de dünyayı da. Kendi kitabım özelinde bunu söylemiyorum elbet. Benim kitabımı alıp okuyacaklar, yanında bir kitap daha alsınlar lütfen. Kitapların o gizemli ve güzel dünyasını aralayalım hep birlikte.