Sevgili okurlarım sıkı durun, şimdi bir kardelenin sayfasını aralamaya ve onun yol hikayesine revan olmaya, sesine mikrofon uzatmaya ne dersiniz?

Siz ne dersiniz bilmem ama ben buna kararlıyım. Hadi bakalım! Haa, siz kardelenin öyküsünü bilir misiniz? Evvela ondan bir sağlık verelim de, sonra yavaş yavaş yerlerimize geçelim… Hadi bakalım!

Evet sevgili dostlar, kardelen iradedir her şeyden önce. Tüm dünyayı kendine hayran bırakan güzelliğinin sihrinde, sadece ve sadece irade vardır. Kökü soğandır, soğangillerin kızıdır o. Acıdır kökü, acıdır tadı, yolculuğu da; zira ayazdadır dadadır ama o çetin kış şartlarına, hatta baharla inat tüm dünyaya meydan okurcasına başını dağlara kaldırıp, güzel olmak ve güzelliğini ılgıt ılgıt esen rüzgarlara katmak zorundadır. Her şeye baş kaldırdığı gibi, Güneşe baş kaldırdığı gün öleceğini bilse de, gün gelir Güneşe bile meydan okurcasına baş kaldırır ve güzel ölür kardelen! Dedim ya o iradedir, iradenin ta kendisidir. Evet, kardelenlere bakmak çok kolaydır da, lakin kardelen olmak, ya da kardelen olanları görmek, görebilmek çok zordur sevgili dostlar…

Ege topraklarında yetişen bir kardelen… Denizlinin olmayan denizinde yüzmeyi, hayatın labirentlerinde koşmayı öğrenen güçlü bir kadın o. Ben her güçlü kadının içinde bir mücadele yolculuğu olduğuna inanmışımdır hep… Güç Ve Mücadele! Bana göre güçlüklerle kafa kafaya gelmeden, kendindeki gücü farkına varan kadın yoktur… Dedim ya, önce güçlük, sonra güç! Öyle ya; Koşuyorsa, mutlak dizlerinin üstüne düştüğü anlar olmuştur! Büyük sularda yüzüyorsa, mutlak küçük sularda boğulduğu anlar olmuştur!

Belki de çok daha başka, bambaşka bir yolculuk hikayesidir bu. Velhasıl-ı kelam adı her neyse ama ilk adı mutlak mücadeledir… Güçlük Ve Mücadele!

Evet, bir gün instagram keşfet sayfasında dolaşırken bir video dikkatimi çekti. Seboşun geleneksel köy ürünleri… Aşama aşama yapılışı, tanıtımı vs…

Kaynayan kazanlar, bulut oluşturan dumanlar arasında akça pakça bir kız. Diksiyon olağanüstü. Anlatımdaki tonlamalar harika. Öyle ki yaptıklarının tadını anlatımlarıyla damağında bırakıyor edeta. İnsan yemediği yemeğin tadını bilir mi hiç? Bilmez elbet, ancaak bu kız öyle bir anlatıyor ki, lokmayı kazanlara banıp, adeta ham yaptırıyor.

Öyle sıcak, öyle samimi bir kızcağız ki; ayağında şalvarı, başında yazması, kaynayan kazanlar, ateşin dumanı… Allah’ım neredeyim ben, nasıl bir dünya içerisindeyim, cennetten küçücük bir köşe adeta, ana kucağı gibi sımsıcak; “Allah Allaah” dedim içimden hem gece saat bilmem kaç, karnıma bir açlık, içime bir sıcaklık düştü. İnsanın canı sirke çeker mi hiç? Çekmez mi? Heee siz öyle sanın, vallaha canım sirke çekti ve kendimi buzdolabında buldum. Ya’Rabbim bu nasıl anlatım şekli… Neyse artık ara ara takip ettiğim bir sayfa oldu; Sebahat Tanışman

@sebosun_gelenekselkoyurunlerihttps://www.instagram.com/seb osun_gelenekselkoyurunleri

Eh adı üstünde; “Geleneksel Köy Ürünleri “ Denizli kardeleni Sebahat Hanımın çektiği her video bir ressamın elinden çıkmış gibi benim yüreğime astığım tablolar oldu… Öyle ki keçileri çok sevdiğim için, içimden “Ah be, şimdi şu köşede birde keçi olsaydı nede güzel dururdu” diye geçirdiğim çok oldu ve böylece tablonun uzaktan ressamı oldum bende.

Ha zamanla bu kızımıza hakaret edenlerde gözümden kaçmadı değil hani! Yahu alkışlanacak bir kardeleni yuhalama niye? Niye olacak canım kedi ulaşamadığı ciğere mundar dememiş miydi? Kendinin yapamadığını başkası yapınca ona düşmanlık bizim en tanıdık vasfımız ya.

Şimdiii, Sebahat kızımıza sorularımızı sorup, sözü birazda ona bırakalım ha ne dersiniz?

Sebahat Hanım, bir başak tanesinin toprağa ekilişinden, değirmene kadar giden bir yol hikayesi vardır ya hani... Oysa biz başak tanesinin tamlığını, fırında bir ekmek olarak gördük hep. Oysa o yol hikayesinin tüm ayrıntıları bizim bilmediğimiz taraf(taydı)tı. Eğer biz, bir başak tanesinin değirmene kadar ve hatta fırına kadar uzayan o yol hikayesini bilseydik, kepeğinden söz etmeye dilimiz dönmeyecekti. Ama bilmiyoruz ve dil uzatabiliyoruz işte. Evet, siz ekiminden biçimine kadar fırına giden bir başak tanesinin ta kendisisiniz, biliyor musunuz? Bize o başak tanesinin toprağa ekilişinden, biçilişinden ve bu yol hikayesinden biraz bahseder misiniz? Mesela, nasıl başladınız? Sizi bu serüvene sürükleyen ne oldu. Düştüğünüz boğulduğunuz ve “Artık yeter, düşmek değil, koşmak… Boğulmak değil, yüzmek var” dediğiniz bir hikayeniz oldu mu?

Aslında öncelikle yazdıklarınızın beni çok duygulandırdığını bilmenizi isterim Dilek Hanım ve çok teşekkür ederek başlayayım anlatmaya... Siz sorularınızı maddeler halinde sormuşsunuz ancak aslında her cevabım birbiriyle o kadar iç içeki, ben bi başlıyım yazmaya içimden geldiği gibi siz isterseniz sıralamasını yaparsınız, olur mu?

Dilek Hanım, takipçilerimin ve sevenlerimin hep merak ettiği ama benim nedenini bilmediğim sebeplerden bir türlü açıklamaya korktuğum bir soru bu, nasıl başladığım konusu. Ya da benim korkum, şevkimin birçok kez kırılmış olmasından da kaynaklanıyor olabilir. Bilmiyorum. Belki de şuan yolun başında olsam, cesaret edebilir miydim? Kendime bile cevabını veremediğim bir soru bu aslında. Şöyle ki; evde evin annesi güzel yemekler yapar ve ev halkının gözünün içine bakar; “Acaba beğenildi mi?” diye. İşte bendeki de bu sanırım. Yüz binlerin gözünün önünde yaptıklarımı servis ediyorum… Bir küçücük tencerecik kiraz reçeliyle çıktım ben bu yola… Sonrası da ufacık tefecik içi dolu turşucuk…

Hiç kaygı taşımadım alırlar mı? Yaptıklarım elimde kalır mı? Ama evet çok istedim alsınlar beğensinler. Arkadaş, eş, dost ayıplarlar mı? “Aaa Seboş internetten turşu satmaya başlamış” diye! Evet çok dalga konusu oldum! O zamanlar tek destekçim babaannemdi. 80 yaşında, uzun ömrü olsun. Beni, kendi adını taşıyorum diye ayrıca bi sever. İki, üç şahsi fotoğrafın olduğu instagram sayfamı çevirdim, reçel turşu sayfasına. Ben sayfayı çevirdim, peşine insanlar bana kafalarını çevirdi. En sevdiğim arkadaşlarım, takipten çıktı!!! Yurtta aynı odada kaldığım arkadaşım, yolda görünce beni, ben kazan başından kalkıp eve gidiyorum ya; “Ay ne olmuş sana böyle, yüzün gözün kızarmış çok kötü görünüyorsun” dedi…

İşte o an anladım beni olduğum gibi kabul edenleri de, etmeyenleri de. O kişi bende hala engellidir mesela. Sevdim mi tam, sildim mi bir kalemde.

tam, sildim mi bir kalemde. Çarşıda pazarda benim duyacağımı bile bile “Turşucuuuu, reçelciiii “ diye seslenenlere burdan selam olsun... “Aaa Seboş internetten reçel mi satılır? Ay ben olsam şalvar ile çekinmezdim, saçına başına niye dikkat etmiyorsun” diyenlere de... Zamanla arkadaş bildiklerim hep azaldı.

Annem dedi; “Gençsin, bak yaşıtların giyinip süslenip geziyorlar, bırak bu işleri gez yaşa!” Babam dedi; “ Ayıp herkes görüyor mu seni?” Sanırım zamanla ya alışıp kabullendiler, ya da yaptığımın doğru olduğunu hatalı bir şey yapmadığımı idrak ettiler artık kimse karışmıyor.

Sebahat Hanım, bu yolun tamda şu an durağında, yanınızda bulunan tüm yol arkadaşlarınıza baktığınızda, en başından beri mi, yani tünelin sonunu görmeden yanınıza katılanların durağı mı, yoksa önce inanmayanların, olmaz diyenlerin, şevk kıranların ancak tünelin sonundaki ışığı gördükten sonra yanınıza katılanların durağımı burası? Her ikisi de mi yoksa?

En başından beri yanımda olanlarda vardı, sonradan katılanlarda oldu, yanımda gibi görünüp her an sırtımdan vurmaya hazır olanlarda... Hepsini tattım ve tarttım.

Yola birlikte çıktıklarım da var, sonradan katılanda yanımda şuan. Babaannem demirbaşım. Dengeyi severim iş hayatında da, özelde de. Mesela sayfamda özel bir paylaşım çok nadir olur. Ailem, çocuklarım yoktur orda.

Cemile yenge katıldı, sonra diğerleri ve biz olduk tabi ki artık daha zevkli olmaya başlamıştı. Vitrini pazarlamam babaannemin çektiği, Cemile yengeyle kazanların başında o çığırtkan sesimle ürün tanıttığımız şalvarlarımızı çekip düzelttiğimiz, gülüştüğümüz, eğlendiğimiz, zaman zaman sinirlendiğim videolarımıza, Cemilesi, Necla’sı, Ayşe’si, Fatma’sı da eklendi... Çapa tarlasında, yakıcı sıcakta çalışmaktansa, sabit düzenli işleri vardı artık… Onlar benim elim ayağım, ben onların ekmek kapıları olmuştum artık…

Çok pes ettiğim oldu, ağladığım sabahlara kadar uyumadığım… Ama en sevdiklerimden aldım tam destek. Şimdi binlerce kişiye sistem olarak online olmayan ama her daim online olmaya çalışan Meleğim var, evet gerçekten adı da Melek. Kameraman, yol göstericim babaannem var. Üreten eşim baban ailem var. Ürünleri tadıp puan veren gurme oğlum ve kızım var.

Sebahat Hanım, yaptığınız her şey kendi bahçenizden, kendi üretiminizden mi? Eğer öyleyse bu işinizin vitrin kısmını kolaylaştırıyor olmalı ancak öncesinde nasıl bir yol izliyor, bu vitrini nasıl pazarlıyordunuz?

Her şey kendi mahsulümüz mü? Evet, ama artık yetmez olmuştu, hem gücüm hem yetiştirdiğimiz sebzeler meyveler… Meyve sebze boldur eşim, babam çiftçidir. Karabuğdaydan, mis kokulu elmaya kadar çok şükür her şey bolluk içinde… Dedim satmayın dışarı, farz edin ben başkasıyım, bana verin, ben alacam, zaten hepsi benimdi. Bende istek hırsın onlarda nihayet farkına varmıştı. Benim için domates biber ektiler, kiraz mevsimi git topla ne yaparsan yap dediler. Şeftali, kayısı, elma, kiraz, çilek... Artık kendi mahsulümüzde kat kat değerlenir oldu.

Sebahat Hanım, bu yeni yolunuz, bağ bahçesi olan bir çok kadının yol hikayesi olmuştur eminim. En çok da sizi örnek alanlardan köstekçileriniz olduğunu düşünüyorum ben? Çünkü böyledir; örnek alır, artık önündeki karları kürüyüp yol açmasına gerek yoktur… Açtığın ayak izlerinden yürür, ancaak senide ortadan kaldırmayı ve yıpratmayı politika edinir. Bu konuda neler söyleyeceksiniz? Şevkinizin kırıldığı anlarda tüm şevk kırıcılarınızı sizi daha da güçlendiren bunu bile sirke olarak yudumladığınız, her yudumu da dönüşümünüze kattığınız kişiler olarak mı görüyorsunuz?

Şevkimin kırıldığı başlarda çok oldu, hala da olmuyor değil ama tecrübe de ediniyor insan zamanla. Yıpratıcı olayları tepkisizliğimle yendim çoğu zaman. Çünkü artık sadece ben yoktum. Burası, benlikten çıkıp biz olunan yerdi. Birçok kişinin evine ekmeğini götürdüğü yerdi. En ağlamaklı olduğum zamanlarda bunu getiririm hep aklıma. Artık pes etme gibi bir lüksümde olamazdı, bu beni daha da kamçıladı. Çok süslü püslü ekrandan çok şevkimi kıran pes ettiren oldu. Ürün almadan kötü yorum atan attıran, almış ama iğrenç ötesi bir şey yemiş gibi yazan çizen, rakip olan ama müşteri gibi yazan fiyat alan yorum atan... Artık instagram takipçilerinin büyük bir çoğunluğu bunların farkında; gerçek alıcıyla, boş konuşanı da ayırt edebiliyorlar. Yastığa başımı koyduğumda, yeter yapmıcam artık deyip sabah gözümü babamın meyve bahçesinde açtığım oldu. Pes etmek yapımda yok. Pes etmeyi sevmem. Eve, çok hırslıydım ama çelme takanları göremeyecek kadarda saf… En yakın bildiğime benzer sayfadan açıp instagramı öğrettiğimde oldu hem de, ilk çelmeyi ondan yedim. Ben şuan bu durumdayım. O hala yerinde sayıyor. Sanırım herkes kalbinin ekmeğini yiyor. Bazen abuk sabuk yorumlar geliyor; biraz dinlensene, gözünü para hırsı bürümüş gibi… Mesela eşlerine her sabah işe giderken, bunu diyebiliyorlar mı? Gitme bugün işe dinlen, gözünü para hırsımı bürüdü diye. Bu da benim işim, bizim işimiz. Dinlenecek zamanlarımız elbette oluyor, ailemle birlikte ama onları göremeyince videolarda, kazan başında yatıp kalkıyorum sananlar da var.

Sebahat Hanım, “Bir tencereyle başladım, şu anda tonlarca kazanlarla devam ediyorum” diyorsunuz? Mesela tencereden kazana, kazandan öteye yatırımlar yapabiliyor musunuz? Geleceğin büyük iş kadını olma yolunda görüyor musunuz kendinizi, yada bu yönde hayalleriniz var mı? Ne gibi hayalleriniz projeleriniz var, neler yapmak istersiniz mesela?

Evet, minicik minicik tencere ve sonrası koca koca kazanlar. İnşallah daha fazlası da gelecek. Gelmeli inanıyorum. Eğer alay konusu olduğum işten şimdi onlarca insan ekmek yiyorsa, dahası neden olmasın, niçin Kooperatif kurmayalım dimi ama? Evet, her sabah telefona uyanıyordum, ya mesaj, ya arama… Seboş tekrar reçel istiyoruz, 7 katlı bir binanın tüm katından sipariş aldığımı bilirim ben. Baktım yetmiyor, reçel alan turşuda soruyor, tarhana da soruyor. Hadi Seboş durma davran yap! Hep yenilerini ekledim. 2 kavanozluk tencereden 120 kavanozluk kazana geçtim! Yılda 4 e katladı kazanlarım ve babaannem tarif ve tecrübeleriyle hep destek oldu, kalmadı kameramanlığa terfi etti. Gel yaklaş babaanne, babaanne az kaldır, babaanne öte git gözüme soktun telefonu… babaannem; “Kızım bunun kırmızı ışık yanmıyor ge bi bak çekmiyomu ne bilen ben hadi gaa yetiversin bu kadar tamam oldu deyip deyip çekti videolarımı. Yani demem o ki, babaannem de 80 yaşında bir ninenin güzel video çekimleri yapabiliyorsa, her şeyin insan azmine bağlı olduğunun ispatı değil midir? Çalışmayan kadın kalmasın, muhtaç olmasın koca eline, sadece ilacını almak için, tek 5 lira harçlık için kimse muhtaç olmasın kocasına. Eli iş tutan her kadın gayret etsin, çabalasın, hazıra dağ dayanmaz. Allah her kadının yardımcısı oluyor, yeter ki istesinler. O atölyenin kapısı inşallah kara kışta da açılacak. Kazanlarım boş kalmadı, kalmayacak. Daha da artacak. Bu lezzetlere dokunan, ellerde çoğalacak. Hayallerim sınırsız ve inanıyorum olacak. Önceleri herkes beğensin istedim sonra gördüm ki yüz binlerce kişiye hitap etmeyebilir herkesin damak tadı farklıdır; şeker oranından tutunda, baharatına kadar. Evlerimizde bile seçiciyiz her şeyi beğenip yemiyoruz da, para verip almışız kulp mu bulmayacağız dimi ama? Sonra bunu idrak ettim. Sen işini bildiğin gibi yap herkese beğendirmeye çalışacağım diye üzülürsen kendin olmaktan çıkarsın… Özetlemek gerekirse ben inanmak ve sabır derim, olduğun gibi olmak, doğal olmak samimi olmak, iyi niyetli olmak, işte işin püf noktası da, bereketi de budur Dilek hanımcığım. Bu vesile ile bana en başından yol arkadaşı olan, tanımasalar da sofralarından biri ev halkından biri gibi davranan, kardeşim, ablam, teyzem, abim olan hani o kadar ki komşuna gidip de bi kase yoğurt falan istersin o samimiyetle sipariş aldığım, sipariş vermeleri şart değil varlıklarıyla, yorumlarıyla, beğenileri ile bugünlere gelmemde payı olan binlerce takipçime de teşekkürü borç bilirim.

Sebahat Hanım tencereden kazana ölçü tutturmak zordur illaki, evet babaanne tecrübelerinden faydalanıyorsunuz ancak zorlandığınız, ölçü tutturamadığınız durumlar odlumu ve bu gibi olası durumlarda kurtarıcı olarak neler yap(tınız)ıyorsunuz mesela?

Size bir sır vereyim mi? Çok defa kazanları çöpe attığım oldu. Çünkü benim damak tadıma uygun, Seboş’a özel olmalıydı. Yaptım olmadı, baharat ekledim, bi çeşit aroma ekledim, şekerini azalttım, tuzunu çoğalttım… Öyle zor ki o kazanlarda kıvam ve tat tutturmak. Hani bazı takipçilerim der biz evde bi tencere reçel yaptık öldük bittik. Gerçekten çok doğru, hele ki yeni bi tarif deniyorsanız risk çok fazla... Attığım yaktığım oldu. Tabi atarken konu komşuya göstermedim. Aklıma geldikçe gülüyorum, kan kusarsın, kızılcık şerbeti içtim dersin o hesap.

Sebahat Hanım, hepimiz çok iyi biliyoruz ki tezgah önünü gösterip, gözümüzün içine baka baka nerden hangi ara, hangi dereden çürük torba dolduruyorlar filelerimize anlayamıyoruz bile ve siz ne güzel bir yüreksiniz ki… Evvela dürüstlüğünüz için tüm sevenlerinizin adına bir teşekkür çiçeğini gönül vazonuza koyarak hakkınızı teslim etmek isterim. Evet, kıvam ölçü tutturamadığınız ürünlerinizi yarıdan yarıya satabilirdiniz de, kim nerden bilecekti ki ama siz olması gerektiği gibi dürüstçe davranıp, onları çöpe dökmüşsünüz… Konu komşu görmesin diye utana utana dökmüşsünüz ama kaliteden ve dürüstlükten ödün vermemektir bu, ondandır ki bunu övüne övüne anlatın ki, aramızda birçok yırtığa yama, birçok yamaya dikiş olsun! 7’inci bölüm tamamen sizin; anlatmak istediğiniz, mesaj vermek istediğiniz, ya da size sorulmasını istediğiniz ne varsa burada soruda sizin, cevapta.

İstiyorum ki, insanımız doğal gıda tüketsin, doğala yönelsinler, geleneksel dediğimiz tarifleri uygulasınlar, zarar gelmez. Çocuklara katkı maddeli zararlı şeyler yedirmesinler! Mis gibi tarhana çorbasını herkes bilsin, pişirsin evladına. Raf ömrü çook uzun olan bir gıdanın niçin aylarca bozulmadığının farkına varmalarını istiyorum! Ateş kokulu, is kokulu reçellerin olduğu kavanozların üzerileri ikinci ayında küflenince içinde katkı maddesinin, koruyucunun, renklendiricinin olmadığı bilincine varmalarını istiyorum! Salamura yaprağının sapsarı olanının incecik olanında kimyasallar ile sarartılmış, inceltilmiş olabileceği riskini bilsinler istiyorum! Doğal yapılan salçada hazır salça tadı bulamayınca çemkirmesinler istiyorum! Aradaki farkı bilsinler istiyorum! Doğal olanın bozulması gerekiyor, bozulmalı! Elma sirkesi dediğin, elma kokmalı! Turşu dediğin, üstü ebelenmeli ( beyaz örtü)

Sebahat Hanım, ne kadarda sıcak, sımsıcak cevaplandırdınız tüm sorularımızı; tıpkı kaynayan kazanlarının içinden çıkardığınız reçelleriniz gibi, birazda her hasetçiyi izale edecek, arındıracak sirkeleriniz gibi! Bu kadar içten bir anlatımı anlattığınız gibi, olduğu gibi bırakıyorum bende.

Böylesi daha güzel, daha samimi ve daha organi©k! Vaay be, “AH GÜLİZAR” romanımı sanki yeniden yazdım ve okudum gibi, bir halet-i ruhiye’ ye büründüm. Dışarıda Mevsim; kış, ayaz! Evet, sevgili okurlarım, siz bu kısa romanı nerden okursunuz bilmem ama ben her taraftan bakarak yazıyorum. Kadın olmak; her kadının adının en başında “Ah” olmak, “Ahh Gülizar, Ah Sebahat” olmaktır birazda kadın olmak… Ahlardır insanı yoran, yakan kül eden ama yine ahlardır insanı küllerinden var eden, kendi eden. Ahlardır insanı tam dibini görecek bir mumken, sokak lambası gibi etrafına ışık veren, huzur veren. Ahlar değimlidir kadınların kara kışları, değil midir acıları kürüyenlerin nefesi? Dünyanın ahları vurdu mu kadının sırtına sırtına, hatta nefesini kesene kadar vurdu muydu ensesine ensesine, yetmedi bide dizine, takatine; Bir Ahhh çeker kadın ve o bir “Ah”, bin Ahhhh’a dönüşür… İşte o dönüşlerdir kadını güçlü kılan, boyun eğen değil de, kardelen gibi karları delip dünyaya baş kaldıran. İki harflik bir kelimdir ya “Ah”, bakmayın siz onun böyle kısacık durduğuna; kadın bir ah çekti miydi, dünyanın boynuna yedi kez dolanacak kadarda uzundur haa; zira o kadının çektiği ahtır. Ve yine kadındır kadına “Ah” olan, “Ah”ları yaşatan, haset eden, hasedinden düşmanlık eden… Soruyorum? Ey insanoğlu neden maksadın bu kadar kusur aramak ki? Bilmez misin ki; kendi kusur deryanda damla göremezken, başkalarının damla kusurunda okyanus görmek sadece ve sadece can yakan halata dönüştürür seni. Veee Bilmez misin ki; can yakan halat olman, ya da o halata tutunman hangi zirveye çıkartsa seni, yukarılarda bir yere tutturmaz, tutunamazsın ama aynı hızla düşürür seni bilesin(iz). Ey Ademoğlu, Havva kızı; kötülüğü, kisveyi ekme yüreğine, o kötü tohum toprağına düştü müydü, evvela seni yakar… Geri de yangın, geride duman, geride is kalır… Kendi ektiğini biçtiğin tarlanın adı haset olurda, hasadında kül kalır! Ey Ademoğlu, Havva kızı; yürüdüğünüz yolları sizden önce kürüyüp size yol açanlara kötü düşünmeyin; Zira o yolda emek var, emeğe kötü düşünmeyin ki, sizlere açılan yollarınızda kapanmasın; Zira o yolda “Ah”lar var! İnsanın kaderini birazda nasıl baktığı ve nasıl gördüğü belirler ve nankörün rızkı da, kaderi de aldığı ahlarla kör olur, bilesin(iz)! Unutmayın ki bir “Ah”la saltanatlar devrilir. Sevgili Sebahat Tanışman, çok teşekkürler güzel bir söyleşi oldu… Yolun açık, arkandan gelecek kadınlarımız çok olsun ve her kadının kendi adının başındaki “Ah”ların dönüşümü hep güç, hep irade ve iradenin simgesi olan kardelenler gibi dünyaya meydan okuyan dik duruş, onurlu, emekçi, mücadeleci kadınlarımız olsun. Ve her birine şimdiden selam olsun ve selam olsun evvela sana Ah Sebahat, selam olsun yol arkadaşların Cemile kadına, Melek kıza, Necla, Ayşe, Fatma Kadına. Selam olsun, seksen yaşındaki kameraman ninene. Selam olsun babanın o muhteşem sebze meyve bahçesine ve hatta kaynayan kazanlarına, kavanozlarına, sirkelerine, mis gibi kokan tarhanalarına, reçellerine, turşularına bir değil binlerce selam olsun. Selam olsun, eleğini emeğe, emeğini ekmeğe dönüştürdüğün o cennet bahçene, bereket evine. Selam olsun, gündüz başında uçuşan kelebeklerine, gece öten çekirgelerine. Ve son söz, son selam hasetçilere yine bizden olsun… Ne demiştik? “Unutmayın ki; bir “Ah”la, kendi küllerinden yeni yeni Baharlar, gebe Kışlardan kardelenler derviş-ir Ve yine bir “Ah”la saltanatlar devrilir!”

Röportaj: Dilek Ejder