Bu ayki konuğumuz yeni çıkan şiir kitabı Oyuncak Kelimeler ile Caner Gökçeoğlu.

Şiirde düşünce lirizmine önem veren şairimiz, az kelimeyle okuyucunun aklındaki ifadeye ulaşarak şiirdeki gizli imgeler aracılığı ile okuyucuyu kendi yolculuğuna çıkarmayı hedefliyor.

Sosyal medya hesabı ve kitabı ile tanıdığımız bir şairi, röportajımızda da aynı samimiyet, alçakgönüllülük ve demde bulabilmek oldukça keyif vericiydi. 

Tıpkı Caner Gökçeoğlu şiirleri gibi hayatın her alanına kısa, etkileyici ve düşündürücü bir şekilde dokunduğumuz röportajımıza sizleri davet ediyoruz:

Bize kendinizden biraz bahseder misiniz? Caner Gökçeoğlu kimdir?

1979 Ankara doğumluyum, uzun yıllar özel okullarda matematik öğretmenliği yaptım. Son 3 yılımda da Adilcevaz Anadolu Lisesi’ndeyim.

Aslen Eskişehirliyim.

Kendi dünyanızı yazıya dökmeye ne zaman başladınız?

Yazı yazmak ya da şair olmak ilk kez ortaokul sonlarında, lisede düşündüğüm bir şeydi. O dönem şairliğin çok daha kolay olunduğunu düşünürken, bol bol ve uzun uzun şiir(!)ler yazıyordum. O zaman yazdıklarımı, şimdi ciddiye bile almıyorum. “Kendime güvenerek ya da kendimi bularak şiir yazmak” ne zaman başladı diye sorarsanız bunun tam anlamıyla üç dört yıllık bir geçmişi var. Bunu da çok sevdiğim Sunay Akın ile birebir tanışmama ve bana olan ilgisine borçluyum diyebilirim, ondan çok destek aldım, yine onun beğenisi ve “yaz” demesiyle devam ettim ve bu şekilde bir kitap meydana geldi.

Şiir kitabınız “Oyuncak Kelimeler” neden yayınlanmak için 2018’i bekledi?

Bir dört yıllık süreç var, şiir yazıyorum dilebildiğim ancak bunun arkasında da kırkına varan bir yaşam deneyimi elbette. Birçok şair de aynısını söyleyecektir, şiirin beklemesi gerekiyor, şiir biraz dinlenmeli. Bir kitap olgunluğuna ulaşabilmesi için bu zamana kadar beklemesi gerekiyordu. Kendimce “kitap olma olgunluğuna ulaştı” dediğim vakit 2018 oldu.

Oyuncak Kelimeler, saygı duyduğumuz, sevdiğimiz isimlerden destek aldı, kitabın arka kapak tanıtımında katkıda bulundular. Sizce bu başarıyı yakalayan ne oldu?

Bunu başarıdan ziyade, değerli sanatçıların ve büyüklerimin şiire desteği olarak görüyorum. Daha ilk şiir kitabıyla çok büyük bir başarı elde ettiğim sonucuna elbette varamam. Sevgili Nebil Özgentürk, Sunay Akın başta olmak üzere ve tüm dostlara şiirlerimi gönderdim ve “arka kapak yazısı yazabilir misiniz?” diye sordum, onlar da bu yazıları verdiler. Bu da bana gurur veriyor. En azından kitabı ilk eline alan okuyucu için ilgi çekici oluyor, hepsine çok teşekkür ediyorum yazıları için.

Şiirlerinizden çok sevdiklerimden biri “Ekmek” oldu:

“Tanrım, 

oyun bahçelerin var değil mi

salıncakların, bebeklerin …

peki ya ekmeğin ? 

bugün de doyuramazsa beni annem

yanına gelecekmişim.” 

Ve yine “Oyuncak Kelimler” şiirinizde de diyorsunuz ki; 

“tüm çocukların, 

iki, üç, dört

tekerlekliyken oyuncakları

benimkiler

iki, üç, dört 

harfliydi

onlar 

yol aldılar bu yüzden 

ben ise 

yolu anlattım” 

Yoğun ve yüklü, çocukluk donemine yönelik şiirler… Bize biraz çocukluktan bahseder misiniz?

Şanslı olan birçoğu gibi ben de çocukluğumu güzel bir şekilde yaşadım, çocukluğuma ait büyük sıkıntılarım, travmalarım yok. Ama benim çocukluğumda; kitap okumak, ansiklopedi karıştırmak, atlaslara bakmak, kendi çapımda şehirlere yolculuk etmek, oyunlardan daha çok dikkatimi çekiyordu. Bu sebepledir ki şu sözleri çok sıklıkla duyuyordum; “Oğlum, haydi biraz dışarı çık oyna, bırak artık şu kitapları.” Bu, “oyuncak kelimeler” şiirimde, biraz daha oynasaydım özlemi var. “Ben ise yolu anlattım” diyerek de en azından okuduklarımın en az oynadıklarım kadar işe yarayabileceğini anlattım.

“ufalıyormuş insan

büyüdükçe kendini” 

diyorsunuz “Atlı Karınca” nın bitişinde ve bir cümleye bir çok anlam sığdırıyorsunuz. Bunu bize biraz daha anlatmak ister misiniz?

İlk başta anlatım bozukluğu gibi geliyor okuyanlara, “ufalmak” fiili olarak düşünüldüğü için. Hepimiz biliriz; Hansel ve Gratel, ekmek parçalarını ufalayarak evlerine ulaşmaya çalışıyorlardı ve kuşlar ekmekleri yediği için başaramamışlardı. Ömür de biraz bunun gibi, günlerimiz geçiyor, kendimizi ufalıyoruz, geriye dönmek zorlaşıyor. Bu kadarla yetinip daha fazlasını okuyucuya bırakalım çünkü şiir açıklamak, şairin kendisi için bile çok zordur. Hani bir ressam, sergisindeyken birisi gelip “bu resimde ne anlatmak istediğinizi bana anlatır mısınız?” diye soruyor, ressam da kâğıt kalem alıp resmin benzerini kâğıda çiziyor. Ben de benzer şekilde yorumu okuyucuların farklı anlamlar yüklemesine ve şiirin içindeki saklı imgeleri ortaya çıkarmasına bırakayım.

“Uzatmalı” dan bir bölüm seçiyorum;

“şairin ruhundan üfledi Tanrı 

bir kadın doğdu

yanında, uçmayı yeni öğrenen

bir çift yavru martı kanadı”

buradan kadının hayatınızdaki ve toplumumuzdaki yerine değinelim mi?

Tabi. İlerlemiş toplumlara baktığımızda kadının toplumdaki yerinin daha fazla olduğunu görüyoruz. Yani kadını toplumda ne kadar, çalışma hayatına, sanata, spora katabilirsek o kadar ilerlemiş oluruz diye düşünüyorum. Kadın; var eden, büyüten, yetiştiren bundan da önemlisi yaratan insanoğlunun ortak adı. Bu önemde olduğu için de “kadın” şiirlerimde özel yere sahiptir.

Ve “Kısa”; 

“kısa yazıyormuşum kime ne!

aşk bile üç harfli

okumasını bilene.” 

Gerçekten böyle bir eleştiri aldınız mı?

Evet. Daha uzun yazmamı salık veren arkadaşlarım vardı, “güzel yazıyorsun neden kısa bırakıyorsun”, “sanki devam edecekmiş gibi”, “devam etmesi lazım” tarzında. Bazı okuyucular da uzun şiirler istiyorlar, daha çok okumak istiyorlar belki. Ben konuyu şuradan ele alacağım; sevgili Sunay Akın’ın ilk şiir kitabı “Makiler” in önsözünde Cemal Süreya şöyle söylüyor; “Sunay Akın’ın şiirlerinde bir düşünce lirizmi var”. Şimdi ben de Sunay Akın’dan etkilenen bir şair olarak düşünce lirizmi ile yazmaya çalışıyorum. Bu tarz şiirlerin de kısa olması bir avantaj çünkü aklınızda bir ifade var en kısa ve etkili yoluyla oraya ulaşması lazım şairin. Bunu ne kadar az kelimeyle sağlarsak şiir o kadar başarılı oluyor. Şiirleri uzatırsam bu etkiyi yaratamam. Tabi ki uzun yazdığım şiirler de var ama benim amacım şiirin ilk tanımından yola çıkarak az sözle çok şey anlatmak. Benim için şiirin en önemli tanımı bu. Başka bir açıdan bakılırsa, “Kısa” en uzun şiirlerden biri; çünkü içinde aşk var ve aşk, okumasını bilen için sonu gelmeyecek bir şiirdir.

Kitabınızın “Eylül Soğuğu” bölümünde “Gölge”, “Eylül Soğuğu” var siyasi açıdan dikkat çekici bulduğum ve “Ağıt” var Erdal Eren’e ithaf ettiğiniz. 12 Eylül 1980 dönemi, size ne ifade ediyor?

Bir kere yaşım itibariyle o dönemi yaşamadım. 1987’lere kadar devam eden kısımları var ama o dönemlerde de çok küçüktüm. Tam anlamıyla 12 Eylül’ü; kitaplardan, belgesellerden, televizyon programlarından araştırarak biliyorum. Benim gözümde, 12 Eylül; sağ ve sol kesim olarak kutuplaşan Türkiye’de insanların birbirini çok fazla dinlemeden ya da dinlemeye çalışmadan silaha sarıldıkları bir dönem. Şiirde de belirttiğim gibi 

“Çocuktu

bir yaşını geceli

iki hafta olduydu.

ağladı ağladı sustu

büyüklerin oyunlarına

aklı hiç ermiyordu”. 

Çocuk gözüyle yine bakmaya çalışıyorum olaya, “sağa sola yığılmış gencecik bedenlerin” cesetlerinden oluşturulmuş bir eşitlik, bir gün sağdan, bir gün soldan asılan. 12 Eylül dönemine bazı insanlar tarafından kardeşin kardeşi öldürmesinden kurtulmak gözüyle bakılıyor ama 12 Eylül’e getirdikleri ile birlikte bakıldığında Türkiye’yi geri götüren bir süreç olduğunu düşünüyorum. 

Kitabımda Nazım Hikmet’e, Kazım Koyuncu’ya, Erdal Eren’e şiirler var. Erdal Eren her şeyi bir kenara benim gözümde katledilen bir çocuktur. Onun için yazdım, okunduğunda da ortaya çıkacaktır.

Nazım Hikmet’de ben vatan hasreti görüyorum, beni çok etkiliyor. 

O halde siz şiirleriniz okunurken siyasi önyargıların bir kenara bırakılıp biraz daha edebi bir eser olarak değerlendirmelerini mi istiyorsunuz?

Mutlaka. Çünkü bir siyasi taraftarlığın şairi olmak istemiyorum. İnsanların beni sadece benimle aynı siyasi görüşlere sahip oldukları için değil, benimle aynı dünyada aynı yürek çarpıntılarından etkilendikleri için okumalarını isterim ya da beni olduğum gibi “çocuk” halimle sevsinler. Beni gerçekten yakından tanıyanlar hak verecektir, okurlara ne kadar samimi gelir bilemem ama ben insanları gerçekten çok seviyorum ve oldukları gibi kabul ediyorum, aynısını da bekliyorum.

“Belki Bu Defa” da diyorsunuz ki;

“değil mi ki dünyayı 

bir şiir kurtaracak

deniyorum sürekli 

belki bu defa 

belki bu defa”

Sizce şiir dünyayı nasıl kurtaracak?

“Keşke dünyayı şairler ve kadınlar yönetseydi daha güzel bir dünya olurdu” diye bir söz var. Dünyayı şairlerin yönetmesi için daha çok şiir yazılmalı, dünyayı şairler yönetmeli, kadınlar yönetmeli. Daha güzel bir dünya için şiir gerekiyor, şiir bir bakış açısıdır, şiir bir sanattır. Sanatla uğraşan insanların ezici bir çoğunluğundan insana zarar gelmez hatta daha fazla ileriye gitmeye yol açar. Şiir düşünceleri etkiler, şiir siyasallaştırır bir anlamda, siyasal görüşleri geliştirir, dönüştürür, etkiler. Benim gözümde şiir bütün bir dünyadır. O yüzden ben gücüm yettiğince şiir yazabilirim.

[Caner Gökçeoğlu’nun resmedildiği yukarıdaki eser L. Bahar Birgehan’a ait olup sanatçının izni alınarak yayınlanmıştır.]

“Bozukluk” şiirinizde de şairin görevine bir atıf var. Sizce şairin görevi nedir ve yeni şairler bayrağı nereye taşımalı?

Şairin görevi, topluma ayna tutmak, toplumu dönüştürmek, değiştirmek, daha iyi bir hale getirmektir. Bazı şairler bunu çok açık bir şekilde yapıyorlar örneğin bir siyasi görüşü savunarak diğer yandan kendi dünya görüşünü dizelerin içine ustaca saklayabilen şairler de vardır, direk söylemez. Zaten şairin genel anlamda özelliği budur; direk söylememesi, kastetmesi, oraya yönlendirmesi. Her insanın savaşmadan barışarak birbirini dinleyerek anlayarak farklı görüşleri birbiri içinde eriterek daha iyiye daha güzele yol alması. Benim şiirlerimin tek amacı bu. Son donem için belki 70 ve 80’lerdeki kadar çok, amiyane tabirle, star kabul edebileceğimiz şairler azaldı, belki de Cemal Süreya ile sonu geldi. Haksızlık etmeyelim Sunay Akın’lar, Şükrü Erbaş’lar, ismini unuttuğum daha niceleri de vardır, hayatta olan değerli şairlerimizden ama bundan kırk sene öncesinin şairleri yok, şair üretemiyoruz. Bunda gençlerin şiire yönelmemesi var. Sosyal medya aracılığı ile adına şair diyen bir sürü şair türedi. Bilemiyoruz belki onların arasına ben de katılacağım bir süre sonra, zaman en iyi hakem bunu gösterecektir. Sosyal medya gerçek anlamıyla şiire zarar verdi. Şiir bu bakıma ayağa düştü, herkes şair oldu ama kalite aynı seviyede yükselmedi. Bizden sonra gelen şairler içinde “ben bunu başardım, sen daha iyisini başarabilirsin” sözünü vermek, beni okuyan gençleri “ben daha iyisini yapabilirim” diye etkilemek isterim.

Kitabınız bana kelimelerle ustaca oynandığı izlenimi verdi, sanki ilk kitap gibi değildi; demlenmiş olduğunun hissini veriyor.

Bir şair olarak aklımıza şu anda bile belli dizeler geliyor, imgeler ve uyaklar. Bazı şiirler anlık çıkıyor, bazı şiirler üzerinde çalışılarak oluşuyor, ancak her haliyle büyük emek isidir şiir. Röportajın başında da söylediğim gibi hiçbir şiir sadece bir anın şiiri değildir, şiir bir birikimin sonucudur.  

Hümanist ve bütüncül bir yaklaşımınız olduğunu gözlemledim. İnsanlara olan saygınız, sevginiz, ilginiz, okuyucularınızla diyaloğunuz hemen dikkat çekiyor. 

Ad olarak hümanizm diye mi adlandırmalı mıyız bilemiyorum ama şiirden konu açarsak; ben şiir paylaşmaya başladığım zamandan bu yana ilgi giderek arttı, insanların sevgisi hoşuma gidiyor ve ben de daha fazlasıyla onlara geri dönebilmek istiyorum.  Normalde sosyal medyada şiir ve aforizmalar çok paylaşılıyor hatta bir anlamda ayağa düşürülmüş bile kabul edilebilir. Buna rağmen öğrencilerim olsun, çevremdeki arkadaşlarım ve onların arkadaşları olsun, sağ olsunlar, ilgi gösterdiler. Benim ilk başlarda çekinerek hatta utanarak paylaştığım şiirlerimi beğendiler. Ben şu şekilde bakıyorum; bana ilgi gösteren okuyuculara karşı benim borcum var, ben onlara ilgi göstermek zorundayım. Çok nadir örnekleri hariç tutarsak eleştiri olsun ya da övgü olsun bütün mesaj yazanlara cevap vermeye çalışıyorum, ilgimi çekenleri takip ediyor, ben de beğeniyorum sosyal medya üzerinden.

Eşinizle ilgili bir paylaşımınızda şöyle yazmıştınız: “Kendimi başarısız bir şair olarak görüyorum, bu kadar güzel bir kadınla evliyken dünyanın en güzel şiirlerini yazabilmek gerekir”. Yine başka bir paylaşımınızda eşiniz ve çocuklarınızdan “dünyanın yedi harikasından dördü” diye bahsetmiştiniz. Bu şiirlere eşinizin ilham olduğu, güzel bir aile hayatıyla desteklenmekte olduğunuz izlenimini bıraktı bende. Bize bu aşktan ve ailenizden bahsetmek ister misiniz?

Eşimi çok seviyorum, karşılıklı olsa gerek ki bana olan desteğini her an hissediyorum. Kendisi de ressamdır, bazen onun yaptığı resimlere bakıyor, ilham alıyorum. Bazen söylediklerinden, geçmişte yaşadığımız olumlu ya da olumsuz şeylerden etkiliyor kelimelerimi. Size katılıyorum, iyi bir aile hayatı hangi işte olursa olsun başarıyı tetikliyor. Belki tek başına bir gösterge olmaz ama mutlaka itici bir güç oluyor. Ben de ailemin bu desteğini hep bir itici güç olarak hissediyorum, bunu da yazıya dökmek bana mutluluk veriyor.

Çok doğal, alçakgönüllü ve sevgi dolu bir yapınız var. İnsan sizin başarılarınızı izlerken, kendi arkadaşlarından, akrabalarından biri başarmış gibi seviniyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? 

Aslında bunun olumsuz bir yanı da var. Alçakgönüllülüğü çok fazla kabul etmeyen bir toplum olduk, sözde alçakgönüllülüğü severken, aslında “ben büyük şairim”, “ben her şeyin en iyisini yaparım”, “üstün insanım” diye ortaya çıkanlar toplumda daha çok ilgi görebiliyor. İnsanlar belki de ulaşılmazı seviyor.

Ama ben ulaşılmayı seviyorum, kendi dostlarımla beraber bu yolda devam edeceğim, bakalım nereye varır?

Popüler kültür ve narsisime çanak tutan yapısı, üreten alçakgönüllü, halkın içinde kalmayı tercih eden sanatçılarımızı etkiliyor gerçekten. Sanatçılarımızın ve de özel hayatı ile gündemde kalan ünlülerimizin takipçileri kıyaslandığında da müthiş bir hayal kırıklığı söz konusudur bende. Ancak ben bu sayısal çoğunluğu olan kuru gürültü kalabalıkla; üretilenler ruhlarına dokunduğu için, sanata, fikre saygı duydukları için destekleyen sayıca az ama öz kitlenin kıyaslanamayacağını düşünüyorum. Sizin de öyle bir kitleyle hitap etmekte olduğunuz inancındayım.

Bir ülkede içeriği doyurmayan bazı kitaplar, şiir kitaplarından daha fazla satıyorsa bunu bir düşünmek lazım. Şiir kitapları satmıyor. Şiir edebiyatın üvey evladı gibi. Bu sebeple, şiir kitabi başlangıç için yanlış bir seçim gibi kabul edilebilir. Ben şiir kitabıyla başlarsam daha küçük bir kitleye ulaşabileceğime dair eleştiriler de aldım, şiir okunmuyor. Ben şiiri seviyorum, şu aşamada şiirde diğer alanlardan daha başarılı olduğuma inandığım için şiir kitabı çıkardım. Şiir kitabıyla başlayıp öykü ve romana dönen yazarlar da var neden? çünkü şiire gereken önem verilmiyor. Nazım Hikmetlere, Cemal Süreyalara ne kadar değer verdiğimi umarım anlatabilmişimdir ama bizim yeni Nazım Hikmetler, yeni Cemal Süreyalar yetiştirmemiz lazım. Elbette bu kolay bir şey değil. Başka şairler de okunmalı, genç ve yeni şairler de okunmalı. 

Eskilerden dinleriz, insanlar evlerde buluşmalar tertip ederler, şiirler okuyup tartışırlarmış. Neden şiir günümüzde belirttiğiniz gibi bu kadar geride kaldı?

70’lerin kalabalık kadrolu, Münir Özkullu, Adile Naşitli Türk filmlerini, yenisini ortaya koyamadığımız için tekrar tekrar izleyerek o günlere geri gitmeye çalışıyoruz. Şu an şiirde de aynı şeyi yapıyoruz. “Nerede o eski şiirler” deyip yenilerini okumuyoruz. Zaten eski şairlerin şiir kitapları hâlâ çok satıyor ve satsınlar da zaten. Ama yeni kitaplara da bakmalıyız tıpkı yeni filmlere de bakmamız gerektiği gibi. Belki “Neşeli Günler” gibisi daha çıkmayacak ama “Babam ve Oğlum” çıkacak yeni şairlerden.

Caner Bey’in en büyük hayali nedir, nereye gidiyor Caner Gökçeoğlu?

İstanbul’da bir ada vapurunda birinden kendi dizelerimi duyarsam en büyük hayalim gerçekleşmiş olur.