SENEM ANATACA

Gelin, her daim içtenlikle gülümseyen, çocuk gelişimcisi genç kadının yaşamına, hayallerine, başarılarına birlikte tanıklık edelim, bizleri kendi gözündeki Şirinlerle ve çocuklarla buluştursun.

Meltem Tokgöz kimdir?

Meltem Tokgöz, çocuk gelişimine kendini adamış bir öğretmen aslında, ama birçok kimliği de var. Koleksiyoncu bir yanım var, şirinler koleksiyonum var, sosyal medyada en çok o kısımda kendimi tanıtıyorum.

Gençliğinde 10 yıl voleybol oynamış, hep neşeli diye tarif edilen, tek çocuğum. Tek çocuk olmaktan yana dertliyim, çocukları çok sevdiğim için. Küçüklüğümden beri, “kardeşim olsun, kardeşim olsun” diye direten bir Meltem vardı hep. Sonra çok da streslidir, Meltem: Her şey gerçekten iyi olsun, düzenli olsun, kimse üzülmesin, kimse kırılmasın derken, kendini yiyen bir insan.

Üniversite sınavına girerken yanlış bir seçim yapıp işletme okurken, “bu, benim olamaz. Hayatım boyunca gidip gelemem, neşem söner benim” diyerek rotadan çıkıp kendimi ikinci üniversitede buldum. Yıllar sonra dönüp işletmeyi de bitirdim ama, yani, o rotayı iyi kıvırdım 3. sınıftayken. Böylelikle, çocuk gelişimi okudum şimdi lisansa tamamlıyorum. Yüksek lisans da yapmak istiyorum inşallah.

Sosyal sorumluluk projelerinde yer almayı seviyorum. Özellikle işin içine biraz daha girdikten sonra (çocuk gelişimine, anaokuluna, eğitim sektörüne girdikten sonra) şunu fark ettim: Gerçekten çok açık var. Öğretmen olmak istemeyen insanlar, öğretmen olmuş. “Hani hiç olmazsa, yavrum, kendi çocuğunu büyütürsün” denip (liseler o zamanlar öyleydi; şimdi, biraz, sistem değişti) Anadolu ve fen liselerine puan tutmayınca, meslek liselerine gönderilen birçok kadın, şu anda anaokulu öğretmenliği yapıyor. Bu yüzden, bu alanda biraz daha öğretmen ve ebeveyn eğitimleri vermeye kendimi adadım.

İkinci üniversite, yüksek lisan derken eğitim hayatınız ile ilgili detaylı planlarınız var, nereye kadar böyle ilerleyecek?

İşletme okurken; ben, çok anlayamadım, üniversite hayatını. Gençler, bana; “Sevmeden okunuyor mu?” diye sorduklarında, diyorum ki hep; “Evet, öyle ya da böyle okunuyor. Üniversiteye girdikten sonra çok büyük bir şey yaşamazsanız, bitiyor”. Ama severek okumanın ne demek olduğunu, ben, ikinci üniversitemde anladım. Her üniversitenin vizesi, finali, bütünlemesi sıkıntı veriyor ama sıkıntı vermek var, sıkıntı vermek var. İkisi arasındaki farkı, çok net yaşadım. O yüzden, kendi sevdiğim alanda, doya doya gerçekten istediğim noktaya ulaşana kadar gidecek böyle.

Neden şirinler?

Koleksiyonculuk kısmı, biraz değişik bir tutku, ben de aslında yeni yeni farkına varıyorum. Küçükken çizgi film izlemeyi çok severdim, televizyon açılır orada şirinler döner, Heidi vb. falan… İçlerinde, en çok şirinleri severdim. Bilinçaltı herhalde. Çocuk gelişimi okuduktan sonra biraz kendimi de irdelemeye başladım, bu konuda; “acaba neden?”. Onu da izledim bunu da izledim, taş devrini de izledim, Mickey, Minnie, hepsini izledim. Onların da oyuncakları var, hepsinin; isterseniz, onların koleksiyonunu da yapabilirsiniz aslında ama şunu gördüm, şirinlerde: Ben, tek çocuk, akrep burcuyum; ikisi de bilinir ki inatçıdır, hırslıdır, şımarıktır hep kendi istediği olsun ister vs. Oysa ben, herkesin mutlaka bu hayata gelirken yapması gereken bir yeteneği olduğuna inanlardanım. Bu bazen hobimizle bazen işimizle bazen bir iletişim kanalıyla ortaya çıkıyor, sosyal platformlarda çıkabiliyor ama herkesin bir yeteneği olduğuna inanlardanım. Büyüdükçe fark ettim, sanırım şirinlerde de beni en çok etkileyen birbirlerini yetenekleri ile oldukları gibi kabul etmeleri oldu. Örneğin; hepsi gözlüklünün o çok bilmişliğine sinir oluyorlardı ama kimse onun gibi olmaya çalışmıyordu. Ne bileyim, aşçı şirin mesela, “ben de kitaplara gömüleyim, ben de gözlüklü gibi olayım” demiyordu. Usta şirinin yerine geçmeye çalışmıyorlardı. Orada, herkes birbirinin yeteneğiyle çok mutluydu, bazen sinir olsalar bile rahatlıkla ifade edebiliyorlardı; “of sıkıldım ama gözlüklü” diyorlardı. Ya da agresif şirine, hoşlanmadıklarında bunu anlatıyorlardı. Sanırım, bu nokta etkiledi beni küçükken ve izlerken de kendimi bulduğumu düşünüyorum. 

Büyüdükçe ve şirinler tekrar gündeme geldikçe ben de söyle bir şey oldu: Ya gerçekten böyle bir dünya mümkün! Aslında biz zorlaştırıyoruz bu durumu; herkes, birbirinin ayağını kaydırmaya çalışıyor. İyiyse bırak o işi o yapsın, sen de farklı bir alanda iyisindir belki ve gider onu yaparsın. Herkes, karşı taraftakine “onun gibi olacağım” diye bakarken kendi yeteneğini fark edemiyor, köreltiyor. Bu sefer, yaş ilerliyor, özellikle 30’larI geçtikten sonra, evlenemediyse “ben de evleneceğim”, müdür olamadıysa “ben de müdür olacağım”, “onun yerine, ben geçeceğim” gibi hırslarla, böyle değişik bir alan yaratıyoruz kendimize. Bu şirinler vasıtasıyla benim içime çok fazla yerleşmiş olmalı o yüzden daha sonra tekrar şirinler gündeme geldi, oyuncaklar almaya başladım ve oyuncakla gitgide çoğalmaya başladı. Ben “onu da alayım”, “bunu da alayım”, “yurtdışından şu gelmiş” diye diye ve birike birike, bazı koleksiyoncularla iletişime geçtim. Onlar da “size bunu da gönderelim”, “bunu da yapalım” derken, düşündüm ki ben kendimi bari bunlarla ifade edeyim sadece bir dolaba koymayayım, alıp beraber fotoğraf çekeyim vs. derken de böyle çoğaldı.

İçinizdeki o, “kimse üzülmesin” diyen sesten de biraz bahsedelim mi?

Şöyle ki, çok “hayır” demeyi sevmeyen biriydim aslında ama yavaş yavaş demeye başladım. Hani hepimizde vardır ya “aman, karşı taraf darılmasın, gücenmesin” düşüncesi, belli aralıklarda. Bazen insanlar onu ergenlikte kırıyor, bazen daha geç yaşlarda kırıyor bazen de hiç kıramadan kendi evetlerini söyleyemeden de büyüyebilen bir kesim var. 

Kendim kırıldığımda ne hissettiğimi bildiğim için, karşı tarafa bir şeyi anlatırken, söylerken daha kırmadan daha incitmeden de bunun yapmanın bir yolu vardır diye denerim. Tabi, karşı taraf da sizi aynı şekilde düşünecek diye bir şey yok. Bazıları, daha çok ‘dan… dan… dan…’ diye sizin yüzünüze vurabiliyorlar. İnsanlar, sosyal medyayla haşir neşirken daha çok bu hataya düşebiliyor ve yorumlar çok patavatsızca olabiliyor. Siz, bir şeyler yazarken, videolar çekerken “acaba şu anlaşılır mı, bu anlaşılır mı” diye dikkat ederken, mesela anneler gününden bahsederken annesi olmayanlar da var ya da şu anda hastanede hasta olanlar var, anne ve çocuktan bahsederken çocuğu olamayan, anne olmak isteyen insanlar var diye düşünürken size saldırıcı yorumlar yapabiliyorlar; “sen de şöyle misin sanki”, “sen de çok biliyorsun”, “sen bu konuyu biliyor musun ki?”. Bu noktada, biraz daha net durmam gerektiğini, son iki yılda içselleştirdim. Yine çok kırıcı olamıyorum ama sınırlarımı koruyorum. Hani, ilk tanıştığımızda “hep mi neşelisiniz?” diye sormuştunuz ya, neşesiz çok nadir görürsünüz beni. Hep gülümsemeyle her şeyin daha pozitif olacağına inananlardanım. Küçüklüğümden beri böyle olduğum için, kırgınlıklarım çok oldu insanlara karşı. Ama o noktada da iletişimi kesme taraftarayım. Baktım ki karşı taraf anlamıyor, anlatmaya çalışıyorum ama o, birbirimize girelim istiyor; o söylesin, ben söyleyeyim falan. Böyle şeylerle ben yoruluyorum ve gereksiz bir zaman kaybı geliyor bana. O noktada, iletişimi kesmek benim için çok daha önemli. Çok nadirdir hayatımda -5-6 kişi gibi-, çizgimi net koyup iletişimi kestiğim olmuştur. Oradan da geri dönüşü çok zor, benim hayatımda bir daha olmayacaklarını bilirler.  Sadece bir düğünü, cenazesi, hastası olur ve duyarsam mutlaka mesajımı iletirim. 

Yapınız hassas ve kırılgan olduğundan empati kurmanız kolaylaşıyor gibi geliyor kulağa, böyle de söyleyebilir miyiz?

Evet! Yani, duygusal zekâ benim için çok önemli. Ergenlik dönemlerinden sonra içine girdiğim bir konu oldu, çocuklara da uygulamak istiyorum. Bu nedenle, bu kısım, bende biraz fazla açılmış olabilir.

Tek çocuk olmanızın, çocuk sevginize etkisinden söz ettiniz, o halde çocuk gelişimine yönelmenize etkisi olduğunu da söyleyebiliriz, değil mi?

Evet, kesinlikle! Bayramda seyranda, vardır ya hani salonun ortasındaki halıya oturup etrafına küçük çocukları toplayan abla, o hep bendim. Çocuklarla hep bir onu oynayayım bir bunu oynayayım severdim. Aileler de rahat ederdi, bayramlarda, yeni yıllarda, “Meltem nasılsa geliyor” diye. Onlarla oyun oynarken, oyunun gücüne inandım. 

Üniversitede işletme seçimi yaptığımda ve aslında o bölümü okumak istemeden her gün -trafiğe göre- gidiş dönüş, 4-4.5 saatim yollarda geçerken ben sürekli çocuk gelişimi kitapları bitiyordum. Onu alıyordum bitiyordu, bunu alıyordum bitiyordu ve okuduklarımı da böyle bayramda seyranda, arkadaşlarda, annemin arkadaşlarında, çocuklar olduğunda, onlarla birlikte uygulamaya başlıyordum ve bu durum ben de çocukların ve çocukluğun ne kadar kıymetli olduğu farkındalığını yarattı. Kendi çocukluğumdan ne kadar izler taşıdığımı da irdelememe sebep oldu. O kadar büyük etkisi var ki “belki kardeşim olsa onunla doyuma ulaşır, çocuk gelişimi okumazdım” diyorum.

Şu ana kadar katkıda bulunduğunuz sosyal sorumluluk projeleri nelerdir?

İki tane platform var biri onkoloji anneleri, biri de minik kalpler mutlu olsun. Minik kalpler mutlu olsun, köy okullarında daha dezavantajlı şartlarda eğitim gören çocukların çeşitli kırtasiye malzemeleri, anaokulu ise oyuncak vb. malzemelerinin toplanmasına yardımcı olan bir platform. Ben, Aret Vartanyan’In kişisel dönüşüm programına katıldığımda, bu platformdan Yıldız Hanımla tanıştım böylelikle onlara öğretmenlerin eğitimi konusunda destek vermeye karar verdim. Oradaki öğretmenlerin de bilgiye ihtiyacı var çünkü büyükşehirdekiler gibi her türlü eğitime ulaşamıyorlar, onların şartlarında o kadar olanak olmuyor. O noktada, minik kalplerle eğitici videolar çekmeye başladım. COVID çıkmasaydı, bu donemde okul ziyaretlerimiz olacaktı, onlara gidip eğitimler vermek için. İnşallah, daha sonra gerçekleştireceğiz bunu da.

Onkoloji annelerinde de çalışmalar şu şekilde; çocuğu onkoloji bölümünde yatan annelerin biraz motivasyona, desteğe ihtiyaçları oluyor ve bu konuda çocukların gelişimine, onlar yataktayken onlarla daha iyi nasıl vakit geçirebileceklerine, neler yaparlarsa onlara iyi geleceğine dair konuşuyoruz. Hatta bir ara onlara şirin dağıttık. Biraz, onlara mentor bebek gibi olsun, onlara güç versin diye. Benim gidip onlara, şirinleri neden biriktirdiğimi, kendim üzgün olduğumda onlarla nasıl kendimi iyileştirdiğimi ve onlara da nasıl hayal kurabileceklerini anlattığım birkaç hastane gezimiz de oldu.

Çocuk gelişimcisi olarak çocuklar size ne ifade ediyor?

Ah, o şu anda derya deniz benim için. 

Her bir çocuğun çok özel olduğuna inanıyorum ve her bir çocuğun da çok farklı gelişimlerinin ve çok farklı yönlerinin olduğuna inanıyorum. Çocuk, benim için uçsuz bucaksız bir deniz gibi içinde birçok şeyi, birçok duyguyu, birçok yeteneği, birçok hayali barındıran bir bünye ve mucizevi bir yaradılış. Çocuklarımızı, çok yanlış yönlere yönlendirdiğimizi düşünüyorum. Bunları gözlemlerken bir de çocuklar benim dünyamda bu kadar önemli olunca, okullara, öğretmenlere, ailelere anlatmak, eğitimler vermek istiyorum benim için çocuk gelişimci Meltem öğretmen olarak çocuk ne demek, doğru yönlendirmek istiyorum. Her biri mucizevi bir varlık ve onların mucizelerini keşfederken onlara, yardımcı olmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden de aslında çocuk gelişimci olmayı çok istedim. Çocuklara dokunabilmeyi ve hayatlarını bu anlamda yönlendirmeyi çok istedim çünkü körelttiğimiz ve kestiğimiz, ket vurduğumuz anlar oluyor çocuklara ve onların o ışıklarını kaybetmesi demek hayat boyu mutsuz olmalarına sebep olmamız demek. Bu yüzden benim görevim, her bir çocuğun kendine has özelliklerini kaybetmeden bir yetişkin olmasına gayret etmek.

Kendinizi çok gözlemlediğinizi ve kişisel gelişime olan ilginizi seziyorum, bunun için neler yapıyorsunuz?

Çok okuyorum. Kendi çocukluğuma bakıp kendimi daha fazla bildiğimde ve hissettiğimde, karsımdakini de daha net fark ediyorum. Bu yüzden çok okuyorum.  Kendimi tanımak ve geliştirmek için çeşitli programlara gittiğim, çeşitli eğitimler aldığım oldu. NLP eğitimi almıştım, Aret Vartanyan’dan kişisel dönüşüm programı aldım. Çeşitli psikoloji kitapları okudum. Bu karantina surecinin de bana en büyük etkisi o oldu; okumak isteyip de okuyamadığım bütün kitaplara fırsat buldum. Çünkü okuduğunuzda kendinizle baş başa kalıyorsunuz. Sosyal medyada vakit geçirmeyi, müzik dinlemeyi, hayaller kurmayı, bir şeyler yazmayı, fotoğraf çekmeyi, arkadaşlarımla sohbet etmeyi de çok seviyorum ama onların hiçbirinde tam olarak içe döndüğümüze inanmıyorum. Yani, kafalarımız hep biraz daha dışa dönük, yapmak istenilenlerle falan oluyor. Ama okuduğum her bir cümlede, benimle ilgili kısmı bulup “aha!” diyebiliyorum. Aslında ışığın yandığı, bu her bir noktayı gördüğümde, benim için, bir çocukta temas edebileceği bir noktayı temsil ediyor. Bence, bu yüzden okumak, benim için böyle çok kutsal bir parçam. 

Bir taraftan koleksiyonculuk, bir taraftan konuşmalara, eğitimlere gidiyorsunuz, diğer tarafta sosyal projeler, tüm bunlarla nereye doğru gidiyorsunuz? Birleşiyorlar mı bir yerde? Ortak bir hedefleri var mı?

Koleksiyon kısmında, Sunay Akınla çok iç içeyim, hocam olarak bana yol göstersin diye. Koleksiyon yapmaya başladıktan 4 yıl sonra kendisiyle irtibata geçtim. O bana “dur dur, onun bir zamanı gelecek çok güzel bir şey olacak, bekle” diyor. O alanda bekliyorum. Koleksiyon amacıyla başlamadım ama gitgide çok büyüdü, 2000 parçaya yaklaştı. Babamla yaşıt şirin var evde, 1966 doğumlu. Çok guzel anılar bunlar. Şirinlerle birleşir mi bilmiyorum ama hayatımda yapmak istediğim şey; ulaşabildiğim kadar çok çocuğa ulaşmak, çocuk gelişimci kimliğimden sıyrılmamak. Çocuk gelişimci olarak daha fazla aileye nasıl ulaşabilirim? Aile ve öğretmen eğitimlerimi, seminerlerimi artırarak ulaşabilirim o yüzden onları çok artırmayı hedefliyorum. Sınıf ortamı da çocuk gelişimciler için işin mutfağı ve beni besleyen yer. Orası, benim terapim.