Ayın Konuğu – Hande Burma

***

Bu ayki konuğumuz Hande Burma;

Üniversitenin ilk senesinde Hande ile ara ara sohbet ederdik, o dönemlerde de kadın hakları ile ilgiliydi, dünyada neler olup bitiyor takip ederdi. Benim çalışma hayatım, onun öğrenimine Ankara’da devam etmesi yolları bir süre ayırdı, sosyal medyada yeniden karşılaştık ve Hande’yi ağırlıklı olarak kadın hakları üzerine çalışırken ve çok yönlülüğünün törpülenmesine izin vermemiş olarak bulmak mutluluk vericiydi. 

Hande Burma kimdir?

Hande Burma, 1984’de Ankara’da doğdu. Trabzon’da ilkokul ve Anadolu lisesinde ortaokul ve liseyi de bitirerek önce bir yıl Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ardından Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenimini tamamladı.

Ankara’da avukatlık stajımı tamamlayıp ruhsatımı aldıktan sonra Trabzon’da yaşamaya başladım. 10 yıldır serbest avukatlık yapıyorum. Aynı zamanda bazı hobilerim var, onlarla ilgileniyorum. Onun dışında “gerçek anlamında Hande Burma kimdir” diye soruyorsak; bir anne, iyi insan olmaya gayret eden bir mücadele insanı denebilir.

Tangoyla ilgili paylaşımlarını ilgiyle takip ediyorum. Bize biraz bundan söz eder misin?

Dans benim için en büyük özgürlük alanı. Özellikle Trabzon gibi izole görece daha muhafazakâr denebilecek bir şehirde benim için özgürlük ve önemli bir ihtiyaç; ekmek gibi su gibi. Trabzon’a geldiğim ilk bir yıl, herhangi bir çevrem yoktu çünkü üniversiteyi başka şehirde okudum ve bütün arkadaşlarım başka şehirlerde yaşamlar kurdular. 7-8 sene memleketten uzak yaşayınca buradaki bütün düzen değişmişti. Döndükten sonra akrabalarınla sınırlı bir çevre edinmek istemiyorsun. Hem Trabzon’a hem mesleğime alışmak hem de kendime rüştümü ispat edebilmek için kendimi hunharca çalışmaya verdim. Hem çok kilo aldım hem çok sıkıldım çünkü sürekli ev ve iş arasında mekik dokuyordum. 

Bir arkadaşım -şimdi gelinim oldu, kardeşimle evlendi- dedi ki “seni bir organizasyona davet etmek istiyorum”. Trabzon’da bir dans kulübü varmış ve birinci yılını kutluyormuş. Sonra bana davetiyesi geldi ve her şeyine özen gösterilmişti, kadın eli değmiş gibiydi, “tamam, ben geliyorum” dedim. Harika bir geceydi ve ertesi gün de kaydolmaya gittim. O gün bugündür 9 yıl oluyor, Trabzon Dans Sporları Kulübünün hem öğrencisiyim hem sonrasında antrenörü oldum. 

Latin dansları yapıyorum yani salsa ve bachata yapıyorum aslında. Okulumuz şu anda tango ağırlıklı gidiyor ve 15-17 Mart haftası içerisinde bir tango festivali gerçekleştirdik. Bana sorarsan “tango dersi aldın mı?”, almadım. “Tango yapabiliyor musun?” dersen, bilmiyorum ama dansta iletişimi öğrendiğim için karşı tarafın bana verdiği komutları alarak 3-5 hareket yapabiliyorum diyebilirim. 

Müthiş bir özgürlük ve medeniyet. Her şeyden de önemlisi bir; kendi vücudunu tanıyorsun, iki; bir anlamda da takım çalışması çünkü bir partnerin var ve ona karşı sorumlusun, çok güzel bir bağlantı gerekiyor. İlişkiler üstü bir başka bağ kuruluyor dansçılar arasında ve bu bağ çok önemli.

Sanatsal bazı pozlar verdin, fotoğraflar bize çok güzel yansıyor; nasıl bir proje ve tecrübeydi?

Cem Demirel, İzmir’de yaşıyor; ben de ilk senemi Dokuz Eylül’de okuduğum için oradaki bağlantılarım vesilesiyle kendisiyle tanıştım. Fotoğrafçılık mesleğine girişte ilk yıllarıydı, cep telefonuyla, profesyonel olmayan makyaj malzemelerimizle, çoğu zaman kumaşı kendimize elbise yaparak ya da bazı dekoratif objelerle, bizim gibi normal insanların asla tahayyül edemeyeceği gözle bakarak fotoğraf çekiyordu. Biz de bunu aramızda bir anı, sosyalleşme olsun, bir gün bir yerde kullanılır gibi düşünerek çektik. Aramızdaki bağ ve iletişim kuvvetli olduğu için o, bana hiç “şöyle dur, böyle dur” demezdi, ben kendiliğimden poz verirdim ve o müthiş bir bağlantı çünkü sadece bakışarak anlaşırdık. Bu fotoğraf burada bir psikoloji ve sanat dergisinde dönem dönem yayınlandı. 

“Bir kitap okudum ve hayatım değişti” derler ya hani, bir gün bir kitap okudum ve bu kitabı çizdim ve her okuduğum satırda aklıma Cem geldi. Patti Smith’in Just Kids (çoluk çocuk) kitabıydı. Kitabın aynısını ona da aldım, aynı çizdiğim yerleri onun için de çizdim ve gönderdim. Cem okur okumaz sergi açmaya karar verdi. O günden bugüne pek çok sergisi oldu ve büyüyor. Onun profesyonelleşmesine ortak oluyor, çok gurur duyuyorum bununla; iyi ki yer aldım, onun modellerinden biri olduğum için çok mutluyum. 

Fotoğraf, Cem Demirel tarafından çekilmiş olup, sanatçının izni alınarak yayınlanmıştır.

‘Kadın’, senin için üniversitenin ilk yıllarında bile hassas bir konuydu, araştırırdın. Seni bu konuya çeken ne oldu ve bunun hukuku seçmen de etkisi oldu mu?

Hukuku seçmemde bunun etkisi olmadı bir şekilde kendimi hukuk fakültesinde okurken buldum. Hukuk fakültesinde öğrendiğimiz bilgi ve kazandığımız misyonun çok önemli olduğunu fark ettim. Bize toplum mühendisi olduğumuz söylenir dolayısıyla sadece kanunların yapılmasından sorumlu değiliz, o kanunların herkese iyi uygulanmasından ve doğru yorumlanmasından da sorumluyuz. Kadınlar korunmaya değer ve bir anlamda da korunmaya muhtaç gruplar olduğu için, toplumda hor görülen, ayrımcılık ve olumsuz durumlardan önce etkilenen kadın olduğu için, bu bendeki adalet ve hakkaniyet duygusunu çok tetikledi. Dedim ki kendime, “ben bilgimi bu grup için harcayacağım ve ne yapıp edeceğim buna gayret göstereceğim”. 

Trabzon Barosu’nda Kadın Hakları Komisyonu üyeliği yaptım, bir dönem de başkanlığını üstlendim; yönetim kurulu üyesiyim ve kadın haklarından sorumluyum aynı zamanda. Mümkün olduğunca çok kadına ulaşarak onlara umut olmaya çalışıyoruz. Ben de aile hukuku ağırlıklı olarak çalışıyorum dolayısıyla çok sayıda kadınla görüşmek durumundayım. Onların evlilik birliği içerisindeyken -daha çok bir ilişki içerisindeyken- ne kadar kırılgan olabileceklerini görüyoruz sonuçta insanız hepimiz. Hukuki bilgimle ben onlara bir güç oluyorum aslında çünkü yaşadıkları durum içerisinde ne yapacaklarını bilemeyebiliyorlar, en azından katkıda bulunuyorum.

Çalışan bir anne olarak kadın haklarında, kendinin deneyimlediği aksaklıklar ya da mücadeleler oldu mu?

Çocuğum doğduktan bir süre sonra önemli bir sosyal medya grubunun varlığından haberim oldu; ‘Beşer Yapım, Bakım, Onarım’, dünyanın her yerinden 40000’in üzerinde üyesi olan bir grup. Orada emzirmenin ne kadar önemli olduğunu okudum fakat ülkemizde bu durum çok önemsenmiyor. Anne sütü deniyor ama anne sütünü sağıp vermek de bir yöntem ve mama markaları “önce anne sütü sonra mama” diyor reklamlarında. Fakat şunu öğrendim bir mama kodu varmış, bir uluslararası mevzuat, biz de imzacıyız yani iç mevzuatımıza uygulamamız gereken bir şey. Bu kod gereği, mama markalarının hiçbir şekilde annelere, anne adaylarına veya onların birinci derece yakınlarına mama vermekle ilgili reklam yapmaması, bunun yasaklanması gerekiyor. Ben bunu bilmiyordum anne olduktan sonra öğrendim. Fakat sürekli reklamlarda olsun hastanelerde olsun ihlallerle karşılaşıyoruz. Halbuki emzirmenin önemi, sağlıklı bir toplumun yetiştirilebilmesi, anne ve bebek arasındaki bağlantının kurulması için çok büyük. Ancak süt izni ve serbest çalışan insanların hemen işe dönme zorunluluğu ve iş yerlerimizin çocuklu hayata çok uygun olmaması emzirmeyi çok zorlaştırıyor ve anneyi bu anlamda kısır döngüye sokuyor. Çoğu arkadaşım ya işe geç dönmek ya işinden ayrılmak ya da çalışmak zorunda olanlar emzirmeyi çok daha kısa sürede sonlandırmak zorunda kaldı.

Kadın hakları alanında seni en çok etkileyen çalışman neydi?

Biz, çoğu STK’lar ve partiler üstü, bağımsız, kadın hakları ile ilgili yürüyüşlere katılıyoruz. Son iki üç yıldır da 8 Mart’ta, 25 Kasım’da ve diğer önemli günlerde, şehir merkezlerinde stantlar açarak bilgilendirme yapıyoruz, bunları çok kıymetli buluyorum. Bununla beraber, barolarımızın bir adli yardım hizmeti var. Maddi durumu olmayan kişilere, ücretsiz avukat tayin edilen bir sistem. Fakat biz, bunu Trabzon’da kadınlar için yumuşattık, sadece üzerinde tapu var diye artık adli yardım hakkını kaybetmiyor kadın. Çünkü o tapuyu satarak bir gelir elde edemiyor bu hizmetimizi çok önemsiyorum. 

İkincisi aklımda en çok kalan müvekkillerimden birisidir; okutulmamış bir kadın, psikolojik şiddete maruz kalıyordu çocukları ile birlikte ve ailesi arkasında değildi. Bir şekilde bana ulaştı, davasını gördük. Bir yerel gazetede büro elemanı olarak kendisine bir iş buldu, boşanmasını sağladık, kendine güveni geldi. Çocuklarına bakıyor ve kendi gayreti ile gazetede başladığı konumundan yükselerek şu an çok başka bir yere geldi. Bu anlamda ona katkı sunmuş olduğum için çok mutluyum.

Boşanmalar üzerine, uluslararası platformda en çok karşılaştığımız zorluk, çalışmayan ve oturma ruhsatını eşinden dolayı alan kadınların, çocukların babayla yurtdışında kalarak annenin ülkeden çıkarılması ile tehdidiydi. Kadınlarımızın, çocuklar kullanılarak tehdidi ülkemizde de problem mi?

Genel olarak kadınların yumuşak karnı çocukları olduğu için çalışan, çalışmayan tüm anneler çocukları ile tehdit ediliyor. Hele kadının arkasında ailesi yoksa aile, “çocuğu nereden aldıysan oraya bırak da baba evine gel” diyorsa ya da “biz sana sahip çıkmayız çünkü dinimizde / ailemizde / örfümüzde /töremizde boşanma yoktur” gibi bir mantıksızlıkla kadına yaklaşılıyorsa istemeden de olsa kadın, o evliliği devam ettirmek zorunda kalabiliyor.

Acı bir şekilde deyişlerimize de yansımız bir tutum, toplumumuzda bu yüzyılda yaşatılmaya çalışılıyor “gelinliğinle girer ancak kefeninle çıkarsın”. Böyle vicdandan uzak bir tutuma karşı, bizim Türkiye’de kadınlara sunduğumuz ne gibi seçeneklerimiz var? 

Maalesef, aynen bu şekilde bir bakış acısı var.  Kadın STK’ların oldukça güçlü bir mücadelesi var, Trabzon’da da oldukça iyiler, genel olarak Türkiye’de de oldukça iyiler zaten. Kadın istihdamını sağlamaya çalışan dernekler var mesela önce el işleriyle el emeği ile bazı yerlerde iş sağlıyorlar ya da gelir elde ettiriyorlar; pasta, börek yaptırarak, örgü ördürerek vs. Bunlara ulaşılıp kadının geçimini sağlaması için bir gelir yaratılabiliyor. Bahsetmiş olduğum gibi baronun adli yardım hizmeti var böylelikle hiçbir ücret ödemeksizin bir avukat temin ediliyor. 

Üçüncüsü ve en büyük korumamız ise şu anda tartışmaya açılmaya çalışılıyor, açılmamalı, tüm kadınlar ve erkekler bunun karşısında durmalıyız. Kanunumuzda tedbir nafakası var, boşanmasanız da ayrı yaşamaya hakkınız olduğu müddetçe veya eşlerden biri diğerinin barınması ile ilgili giderlerini karşılamıyor ise nafaka ödemeye mecbur. Bunun için Medeni Kanun’un 169. Maddesi’ne dayanarak bir tedbir nafakası davası açıyorsunuz ve hâkimin tarafların sosyoekonomik durumunu araştırdıktan sonra bir karar vermesi gerekiyor. Bu anlamda nafaka birçok kadının hayatını kurtarıyor ama kesinlikle yetmiyor. Şu anki hayat pahalılığında ve çoğu insanın, kendini asgari ücretli gösteriyor olduğu yanlış bir düzende, gerçek sosyoekonomik durum tespit edilemiyor. Ya da tahsilat çok zor olabiliyor, icra takibi ile ancak alabiliyoruz. Kişi nafaka yükümlülüğünü yerine getirmezse hapis cezası var 3 aya kadar. Bu önemli bir caydırıcılık teşkil ediyor. Bununla beraber kadın şiddet görüyorsa ve gidebileceği başka bir yer de yoksa şiddet uygulayan kişinin evden uzaklaştırılması sağlanabiliyor. Evi terk etmek zorunda kalmışsa ve can güvenliği tehdidi varsa kendisine bir kadın sığınma evi sağlanabiliyor ve günlük belli bir ödenek çıkabiliyor yerel makamdan yani kaymakamlıktan ya da valilikten. En azından dört ay sureyle kadının kendisine ve çocuğuna yetebilecek bir harçlığı olmuş oluyor.

Uygulamada ne gibi zorluklarla karşılaşıyoruz?

Örneğin nafakaların geç hükmedilmesi; para, kadına bugün de lazım ama ancak 3-4 ay sonra hükmedilebiliyor. Ya da sosyoekonomik araştırmalarda kâğıt üzerinde farklı, gerçekte farklı sonuçlar olabiliyor. Özellikle aile şirketinde çalışanlar ya da şahıs şirketinde çalışanlar, kendisini sigortalı gösterip asgari ücretten maaş gösterebiliyor halbuki altında lüks araba var ama maaşı 2020 TL görünüyor. Siz ondan alsanız alsanız 500 TL nafaka alabiliyorsunuz ama o adam 500 TL’yi bir öğle yemeğinde harcıyor aslında. Bunlar, çok ciddi sıkıntılar.

Ya da bu bir dava konusu olduğu için kadının, bunu açarken harç yatırması gerekiyor. Ya da nafaka ödenmediğinde icraya koymak zorunda kalıyor ve yeniden bir harç ödemek zorunda kalıyor. Bu anlamda tahsilatı çok zor yapabiliyoruz.

Bir de karşı taraf isterse 20 aylık borcu olsun, sadece 3 aylık nafakayı yatırdığında hapis cezası düşüyor. Ama kalan paranın nasıl ödeneceğini devlet garanti altına almıyor. Biz böyle uygulama zorlukları yaşarken devlet, şimdi, nafakanın kaldırılmasını tartışmaya açmak istiyor, oldukça olumsuz bir durum. Zaten kanunumuz şartlar oluşmuşsa nafakanın kaldırılmasına izin veriyor örneğin kadının evlenmesi, çalışmaya başlaması gibi. Fakat karşı taraf diyor ki “biz süreli vermek istiyoruz, neden ömrümüzün sonuna kadar nafaka ödeyelim?”. Fakat bu savunma doğru bir savunma değil. Birincisi ödedikleri rakam geçim standardının çok altında oluyor, ikincisi zaten şartlar oluşursa kaldırılabiliyor, üçüncüsü de bu onların aile hukukundan doğan ahlaki yükümlülükleri. 

Nafakanın tamamen kaldırılmasından bahsetmek ya da belli bir süreyle sınırlandırılmasından bahsetmek özellikle küçük yerlerde çok çarpık ilişkileri beraberinde getirebilir. Erkek, kendinden yaşça küçük bir kadınla evlenebilir ve bir yıl dolmadan boşayabilir ardından evli kaldığı süre kadar nafaka ödemek isteyebilir. Pekiyi, o küçük yerde, küçük yasta dul kalan kadın bir daha nasıl evlenebilecek? Bir daha yeniden hayatını nasıl kuracak? Kimse boşanmak için evlenmiyor ve maalesef boşanmanın sonuçları hep kadınlar açısından çok ağır oluyor.

Kadın hakları alanında nasıl bir Türkiye hayal ediyorsun?

Güvenle yürüyebildiğimiz, kahkaha atabildiğimiz, hamile kalıp kalmayacağımıza ve nasıl doğum yapacağımıza kendimizin karar verdiği, aynı seviyede çalıştığımız insanlarla aynı maaşı alabildiğimiz, insan haklarından doğan tüm haklarımızı, fazla mesaiden süt iznine kadar, herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmadan alabildiğimiz, iş görüşmesinde “çocuk yapmayı düşünüyor musunuz?” gibi sorulara maruz kalmadığımız bir ülke tahayyül ediyorum. Ve özellikle de korunmasız yavrularımızın başına kötü şeyler gelmeden yaşayabildikleri bir ülke hayal ediyorum.

Kendin için planların neler?

Ben şu anda işime odaklandım ama iş tek başına yetmiyor. Her şeyden önce insanız, mesleğimiz gereği kötü sorunlar ve olaylarla muhatap oluyoruz ve hep insanlar arasındaki çatışmaları çözmeye çalışıyoruz. Bu bağlamda hem hayat enerjimi hem yaşama bağlılığımı hem de akıl sağlığımı koruyabilmek adına dans etmeye çalışıyorum, bütünsel beslenmeye ve dengede olma haline inanıyorum. Yiyip içtiklerime dikkat ediyorum, hayatımı temizlemeye, minimalizme yönelerek fazlalıkları atmaya gayret ediyorum. Bunu yaparken vücudumdaki fazlalıkları da atmaya dikkat ediyorum; glüten, asitli ve paketli gıdalar gibi. Kendime gün içinde bile farkındalık anları yaratmaya çalışıyorum, organizasyonlarda sunuculuk yapıyorum. Ruhsal, zihinsel ve fiziksel sağlığında, dengede kalarak hem iş hem sosyal hayatımı hem anne çocuk ilişkimi dengede yürütmeye çalışan biriyim.