Elbette, tüm ebeveynlerin yumuşak karnı çocukları. Ancak prematüre annelerinin yeri, gönlümde bir ayrı. İkinci kızımın 31 haftalık prematüre doğumu, belki biraz da ülkemizden bu kadar uzakta olmanın etkisiyle de birleşince bir başka yormuştu. 40 gün sonra, hastaneden evimize döndüğümüzde “artık her şey daha kolay ve güzel olacak” derken, biz hastanenin steril yoğun bakım ünitesinden, birçok hemşire ve doktorun kollarından, ev ortamına getirdiğimiz 2 kiloluk bebeğimizle, yoğun bakımda yaşamadığımız korkuları yaşadık. Şanslı olduğuma hep çok inanmışımdır, o süreçte Gülben Hanım Dubai’de göreve başladı. Bebeğimizin sadece klinikte doktoru olmadı aynı zamanda 24 saat ulaşabildiğimiz bir aile meleğimiz de oldu. O nedenle bu ay ki konuğumuzu sizlere tarafsızca tanıtamayacağım, zira kendisine hem mesleğine aşık bir doktor olduğu için saygı duyuyor hem de mesai saatleri dışında da çocuğumuzun sağlık sorunları ile kendisini rahatsız etmemize rağmen biz, anneler ve babalara, gösterdiği destek, anlayış ve güler yüzü çok seviyorum. Kolay sağlanır bir denge olmasa gerek.

Buyurun, sevgili Dr. Gülben Efes’i her yönüyle birlikte tanıyalım:

Gülben Efes kimdir?

Maceraperest, doğa aşığı, hümanist, kendini geliştirmeyi ve etrafına faydalı olmayı seven bir insanım. Aynı zamanda iki çocuk annesi olan bir çocuk doktoruyum. Hayatımın ilk ve orta öğrenim yıllarını Antalya`da geçirdikten sonra Hacettepe Üniversitesi`nde 11 senelik doktorluk ve uzmanlık eğitimimi tamamladım. Ardından Ankara`da özel hastanelerde ve sonrasında kendi kliniğimde çalıştım. Bir buçuk senedir ailemle birlikte Dubai`de yaşamaya ve çocuk doktorluğu yapmaya devam ediyorum.

Neden tıp okumayı seçtiniz?

Biraz klasik bir cevap olacak ama ben küçük bir çocukken hep bir insanın hayatını kurtarmayı hayal ederdim. Üniversite sınavı öncesinde de bütün meslekleri tekrar düşündüm ve tıp fakültesi dışında bir şey istemediğime karar vererek bütün tercihlerimi tıp fakülteleri arasından yaptım.

Çocukluk hayalinizi gerçekleştirip bir doktor olarak hayat kurtarmaya hazır olduğunuzda, sizi hiç hayal kırıklığına uğratan bir mesleki tecrübeniz oldu mu?

Biz doktorları hayal kırıklığına uğratan en büyük şey bence hastalardan gördüğümüz sözlü ve fiziksel şiddet. Bunun bizde yarattığı psikolojik travmayı ve meslekten soğumayı tarif etmenin yolu yok. Ben ve meslektaşlarımın büyük çoğunluğu bu mesleği gerçekten sevdiğimiz ve idealimiz bu olduğu için yapıyoruz. Karşılığında aldığımız bir hayır duasının, “iyi ki varsınız, Allah başımızdan eksik etmesin” sözünün bizde yarattığı mutluluk çok büyükken, işittiğimiz hakaret ve tehdidin yarattığı hayal kırıklığı ve üzüntü de bir o kadar derin ve onarılmaz oluyor. Türkiye’de çalışan meslektaşlarımın güven ve huzur içinde mesleklerini yapabilecekleri günlerin gelmesini ümit ediyorum.

Sizce bu güvenlik nasıl sağlanabilir?

Hukuk devleti olmanın gereklerinden birisi, kanun koymak ve uygulamak. “Sağlıkta şiddet yasası getirilsin” diye yıllardır sesimizi duyurmaya çalışıyoruz, yoksa bu meslek bitiriyor. Güvenliğinin olmadığı bir işi, doğal olarak kimse yapmak istemez. Korona döneminde yasa çıkarıldı ama yeterli düzeyde olmadi. İnsanlar kanunlarda veya uygulamalarda boşluk buldukları an hemen o boşluğu dolduruyorlar. Devlet, güvenliği bozanlara gerekli yaptırımları ve cezaları anında uygularsa caydırıcı olur. Kanuni boyutunu bilemiyorum tabi ama mesela bizim aklımıza gelen ceza, bir doktora şiddet uygulayana 2 sene boyunca sağlık hizmetinden yararlanamama cezası verilse veya acilde düzeni bozana belli bir süre acil serviste temizlik vs. gibi bir pozisyonda çalışma cezası verilirse bu olayların azalacağını düşünüyoruz.

Sanıyorum ki çocukların hayatınızda özel bir yeri var ki uzmanlığınızı onlar üzerine seçmişsiniz. Sizce sizi çocuk doktoru olmaya yönlendiren neydi?

Tıp fakültesinde okurken, 4. sene hastanede eğitim almaya başlarsınız ve bütün branşları tek tek görme şansınız olur. Son senede ise iki üç günde bir nöbet tutarken hastanenin tüm bölümlerinde çalışırsınız. Bu sayede hem tecrübe edinirsiniz hem de hangi bölümü sevdiğinizi anlama fırsatınız olur. Ben intörn iken bebek odası ve yeni doğan bölümlerini çok sevmiştim. Hatta bebekleri o kadar seviyordum ki anneler “bizim bebekleri bu kadar seviyorsunuz doktor hanım, kendi çocuğunuz olunca acaba ne kadar çok seveceksiniz” diyorlardı. Çocuk doktoru olduktan sonra da her zaman iyi ki pediatrist olmuşum dedim, erişkin doktoru olsam bu kadar severek yapabileceğimi düşünmüyorum.

Uzun seneler ve de uluslararası alanda tecrübeye sahip bir doktor olarak, çocuk gelişimi alanında bizlere nelerin iyi gitmekte olduğunu ve nelere daha çok dikkat gerektiğini söyleyebilir misiniz?

Ben çocuk gelişimi alanında Türkiye'deki annelerin çok ilerlediğini düşünüyorum. Bu konuda medyanın ve kolay bilgiye erişebilmenin payı çok büyük. Aynı zamanda ebeveynlerin, çocukları ile eskiye göre daha ilgilendiklerini ve daha araştırmacı olduğunu gözlemliyorum. Çocuk gelişimi, aile ile başlıyor ama aile ile bitmiyor. Çocuk büyüyor, okula gidiyor, topluma karışıyor. Okulların sadece öğretime değil, eğitim ve gelişime çok fazla katkıları olduğunu biliyoruz. Eksiğimiz olan kısmın, eğitim kısmı olduğunu düşünüyorum. Daha açarak söylemek gerekirse çocuklara insani değerleri, ahlak kurallarını ve evrensel doğruları daha iyi öğretmemiz gerektiği fikrindeyim.  20-30 yıl sonra dünyanın nasıl bir yer olacağını bilmiyoruz. Çocuğunuz yapay zekâ mühendisi, DNA uzmanı vb. olabilir ama sosyal becerileri ve değerleri olmadan hayatta başarılı ve mutlu olması zor olacaktır.

Ahlaki kurallar ve evrensel doğruları kendi çocuklarınıza öğretirken hangilerine öncelik verdiniz ve nasıl bir yöntem izlediniz? 

Biz ebeveyn olarak doğru, dürüst, çevreye ve topluma saygılı ve nezaketli, hoşgörülü, sorumluluk sahibi bireyler yetiştirmeye çalışıyoruz. Tabi ebeveynlik çıktığınız yolda öğrenilen ve hayat boyu süren bir macera.

Doktorluk görevinize başladıktan sonra iki evlat annesi oldunuz. Anne olunca, bir çocuk doktoru olarak perspektifiniz değişti mi? 

Bu soruda genelde insanların aklındaki cevap “anneleri daha çok anlamaya başladım” gibi olacaktır ama ben her zaman çocukları daha iyi anlamaya başladığımı düşünüyorum. Her zaman çocukları çok seviyordum, sevgimde değişiklik olmadı ama onları daha çok anlamaya ve empati yapmaya başladım. Bu bir taraftan kötü bir şey. “Niye?” derseniz bir anımı örnek vermek istiyorum. Ben asistanken servisimizin danışman hocası, saygıdeğer bir çocuk kardiyoloğu hocamdı. Her gün sabah ve akşamüstü servise gelip, hastaları tek tek gezip vizit yapardık. Maalesef hastalarımızın büyük bir kısmı onkoloji hastalarından oluşuyordu. Hocamız, “çocuklar, benim yüreğim kaldırmıyor; bu küçücük çocukları böyle görmeyi, siz bana durumları hakkında bilgi verin” derdi. O zamanlar bu durum bana çok ters gelmişti ve hiç profesyonel bulmamıştım. Ama yıllar geçip anne olunca anladım ki empati yapmamak elde olmuyordu artık. Fazla empati yapmak da kişinin kendisine çok zarar veriyor ve profesyonelliği gerçekten bozabiliyor. O yüzden aradaki sınırı çok iyi koyabilmek gerekiyor. Bendeki ikinci önemli değişiklik de çocukların haklarını anlamam yönünde oldu. Onları, gerektiğinde ebeveynlerinden bile korumak yönündeki sorumluluk büyük ve önemli bir sorumluluk. Anne babaların farkında olmadan yaptıkları hataları düzeltmek ve doğruları göstermek de en önemli görevlerimizden birisi.

Hukuk ve tıp gibi bazı alanlarda, ülke değiştirmek ve çalışmaya devam edebilmek, devlet ve meslek birlikleri tarafından sıkı denetlenen meslek grupları olmaları açsından oldukça zor olabiliyor. Sizin bir Türk doktor olarak yurtdışına çıkarken tecrübeniz ne oldu?

Türk doktorların başka bir ülkede çalışması gerçekten çok zor.  Her ülkenin dışardan doktor alırken farklı koşulları var. Amerika, İngiltere veya Avrupa Birliğine dahil olan bir ülkede eğitim almamışsanız, aldığınız eğitimi çok ince ayrıntısına kadar belgelemek, 3-4 tane yazılı ve sözlü sınava girerek kanıtlamak zorundasınız. Bunları geçtiğiniz takdirde bile uzmanlığınız sayılmıyor, ancak pratisyen hekim olarak çalışma hakkı elde ediyorsunuz. Yeri gelmişken şunu belirtmek isterim ki, yurt dışında yaşadığım bir buçuk sene içerisinde gördüğüm kadarıyla Türkiye'deki doktorların eğitimi, tecrübesi ve hastaya yaklaşımı dünya ortalamasının çok üzerinde. Yurtdışında yaşayan Türk vatandaşları, sağlık kontrolleri ve rahatsızlıkları için Türk doktorlarını tercih etmekteler.

Şu an Türkiye’de Tıp Fakültelerinde okumakta olan üniversite öğrencilerinin ileride yurtdışında doktor olarak çalışabilme şanslarını artırabilecekleri, önerebileceğiniz yöntemler var mı?

Çok çaba gerektiren bir durum ama ne kadar erken bu işi amaç edinirler ve yollarına yön verirlerse o kadar kolay olur. Uzmanlığı almadan, tıp fakültesinde okurken gitmek istedikleri ülkenin dilini öğrenmeleri ilk şart. Mezun olur olmaz da yurtdışı sınavlarına girip, uzmanlığı yurtdışında almalarını öneririm. Ama “yurtdışındaki ülkelerde uzmanlık eğitimini Türkiye ile karşılaştırırsak nasıl?” derseniz, gördüklerimden Türkiye’deki eğitimin çoğu yerden daha iyi olduğunu söyleyebilirim.

Ruhunuzun maceraperest ve doğa aşığı yanını, nasıl besliyorsunuz?

Yarama parmak bastınız. Üniversite yıllarımda dağcılık yapmıştım. Trekking, kampçılık, doğa ile baş başa olunan her şeyi severim fakat çok yoğun çalıştığım için ne yazık ki yeteri kadar vakit ayıramıyorum. Herkese ilginç gelecektir ama Dubai'de Ankara'dan daha çok doğa ile iç içe alan var. Biz de boş vakitlerimizde ailecek parklara, doğal yaşamı koruma alanlarına ve çöl kamplarına gidiyoruz.

Hümanizm dendiğinde, sizi en çok kaygılandıran konu nedir?

Şu anda Amerika'da gördüğümüz durumun benzeri birçok yerde yaşanabilir. Amerika'da ten rengine dair ayrımcılık varken dünyanın birçok yerinde de sınıf, cinsiyet, ırk ve etnik ayrımcılık mevcut. Ne acıdır ki azalması gerekirken de gittikçe artıyor. O yüzden çocuk gelişimi ile ilgili sorunuzda, eğitim ve ahlaki değerlerin önemi üzerinde durmuştum. Aksi taktirde çocuklarımıza yaşanılır bir dünya bırakamayacağız

Sizce insanın kendini geliştirmesi neden önemli? Kendinizi geliştirmek için siz neler yapıyorsunuz? Bu kişisel gelişim yolculuğunuz nereye doğru gidiyor? Ne hedefliyorsunuz?

İnsan hareket eden bir varlık ve hareket demek yaşamak demektir. Beynimiz de vücudumuz gibi hareket ediyor ama bu hareketin yerinde sayma şeklinde değil, her zaman ileriye doğru olması gerektiğini düşünüyorum. Bunun için hem mesleğim ile ilgili yayınları ve gelişmeleri takip ediyorum, hem de ilgim olan diğer alanlarda daha çok okuyup öğrenmeye çalışıyorum. Bizim neslimiz, tek bir meslek edinmeye ve tüm hayatı boyunca o işi yapmaya yönelik olarak eğitim aldı ve yetiştirildi. Geleceğe dair öngörülerde ise bizim çocuklarımızın hayatları boyunca 2-3 farklı konuda uzmanlaşacakları söyleniyor. Kaldı ki kendimden örnek verecek olursam son dönemde ben bile birden çok alanla ilgilenir oldum. Dubai‘ye geldikten sonra  yoga ve meditasyonla ilgili kendimi geliştirdim. Ayrıca tekstile olan ilgim ve eşimin de bu alanda faaliyet gösteren şirketi sebebiyle, ev tekstili ile ilgili konuları öğreniyorum. Buradan sonraki hedeflerimde ve hayallerimde, “Sınır Tanımayan Doktorlar”da gönüllü bir yardım organizasyonuna katılmak, bir süre Çin`de bulunarak Çin ve Uzakdoğu tıbbı hakkında bilgi sahibi olmak ve bir Uzakdoğu manastırında meditasyon eğitimi almak var.

Uzakdoğu tıbbını uzun yıllar Batı dışladı, şimdi yeniden gündeme geliyor. Sizin bir doktor olarak tıbbi sürece takviye olarak takip ettiğiniz alternatif yöntemler var mı?

Benim için çok derin bir konuya değindiniz. Oğlumda ve hastalarımda tecrübe ettiğim biorezonans yöntemini takip ediyorum. Ayrıca akupunktur ve fonksiyonel beslenmeyi de öneriyorum.

Bize biraz biorezoans, akupunktur ve fonksiyonel beslenmeden de bahseder misiniz?

Biorezonans ve akupunktur benzer altyapıya sahip. Vücudumuzdaki enerji akışı ve frekans mekanizmasına dayalı bir tedavi şekli sunuyorlar. Tıp eğitimi, pozitif bir bilim. Ben ve meslektaşlarım da buna göre eğitim aldık ve düşünme, değerlendirmelerimiz de her zaman bilimsel değerlere dayalı olmalıdır. Bazı insanlar bu yöntemlerin bilimsel olmadığını ileri sürebilir ki ben de 4-5 sene öncesine kadar şüpheyle yaklaşanlardandım. Daha sonra oğlumun çok ağır alerjisi sebebiyle bu yöntemleri daha çok araştırıp okudum ve deneyince de gördüm ki çok faydalı oluyor. Bizim batı dünyasındaki tıp eğitimi modeli ve düşünce yapısı olarak çok geliştirdiğimiz yönlerimiz var ama bazı eksik taraflarımız da var. Hastalıkların kaynagini sadece bildiğimiz sebeplerle açıklamaya çalışıyoruz ve eğer bildiğimiz sebeplerden birisini bulamazsak da sebebi bilinemeyen olarak adlandırıyoruz. Sonrasında da şikâyetleri ortadan kaldırmaya yönelik tedavi veriyoruz yanı aslında sebep hala orda duruyor, dolayısıyla da hastalık da devam ediyor. Doğu tıbbı bu konuda batıdan daha ileri, sebebi bulmaya daha odaklı çalışıyor ve insan vücuduna daha bütüncül yaklaşıyor. Bu yöntemler de klasik batı tıbbı ile çözülemeyen sorunların çözümünde başarılı olan ve insanı daha bütüncül ele alan yaklaşımlar.

Yoga sizin için ne ifade ediyor?

Yoga benim için artık hayatımın bir parçası hem fiziksel hem ruhsal olarak kendimi yenilediğim ve dinlendirdiğim özel alanım.

Meditasyon size neler kazandırdı? Uzakdoğu’da bir meditasyon eğitiminin size katkısı ne olur?

Meditasyon, benim kendi iç yolculuğumu başlattı. Dünyanın koşuşturmacası içinde durup etrafıma ve içime bakmamı sağladı. Daha yolun başındayım ilerde çok daha fazla şeyler katacağını düşünüyorum. Uzakdoğu’da bir eğitimin dünyayı ve kendimi farklı bir açıdan görmemi sağlayacağını ve bilgi olarak da bana birçok şey katacağını umuyorum.