Aydın Akyüz: Şiir, şairin aynası olmalı

RÖPORTAJ: AYŞENUR MAMA

Başarılı şair ve yazar Aydın Akyüz ile yazın hayatına ve “Çekmecemdeki Mercek” adlı kitabına dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz sizlerle…

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Aydın Akyüz kimdir?

Kendimi şair olarak nitelemeye cesaret edemiyorum; çünkü bu, Dîvan Şiiri’nden İkinci Yeni’ye kadar usta şairlerin olduğu bir yerde çok büyük bir iddia olur. Onun yerine ‘şiir yazarı’ olarak tanıtıyorum kendimi, en azından bulunduğum aşamada böyle diyorum. Kitabın ön sözü olarak yazdığım şiirde belirttiğim gibi şiiri arayan, onu okuyan, onun için ter döken ve paylaşmaya çalışan biriyim. Ben de bir okurum ve şiiri öğrenmeye çalışıyorum. Her şeyden önce şiir, benim için geçici bir heves veya dönemsel bir yönelim değil; kendimi ifade edebildiğim, düşüncelerimi haykırabildiğim, duygu paylaşımı yapabildiğim bir anlatım biçimidir ve yolculuğunu yaptığım sanat yoludur. Şiirlerimi okuyanlar, hakkımda mutlaka bir kanıya varacaklardır. 

Yazın hayatınız nasıl başladı?

Yazın hayatına başlamak için önce okur olmak gerekir. Okuryazarlığı temel okuma ve yazma becerisinden ziyade felsefi ve sosyolojik açıdan ele almak gerekir. Belli bir değer, yararlı bir bilinç ve sanat üreten kişidir bence okuryazar. İyi bir okur olmak gerek bunun için. Benim okuma serüvenime gelirsek; ben, emek ve alın terinin diyarı Zonguldak ilinin bir köyünde büyüdüm. Çobanlık da yaptım. Bunun çok katkısı oldu bana aslında. Doğayı gözlemledim ve tanıdım. Mevsimleri bizzat çilesini çekerek yaşadım. Özellikle kışın çok çilesi vardır bu işin. Ne yazık ki bunları yaşarken kitaplardan, şiirlerden, sosyal hayattan mahrum kaldım. Giyecek ayakkabı bulamıyorduk, kitabı kim bilsin de alsın? Bazen sadece maddi imkânsızlıklardan değil, bilmemek veya öncelik vermemekten de kaynaklanabiliyor bu durum.  Etrafımızda okuyan birini görmeyince o kültür de öyle pek kolay kazanılmıyor. Okullarda, özellikle lisede öğretmenlerimiz hep tavsiye ederlerdi. Tabii orası da bana kitap okuma kültürünü kazandıramadı. Bizim öğrenmeye kapalılığımızdan belki de deneyimleyip de tatmayışımızdan… Bu arada lise, benim mihenk taşımdır; çünkü orada edebiyat öğretmenim, benim hayatımı çok etkiledi. Sırf ona olan hürmetimden dolayı edebiyat okudum daha sonra. Edebiyat öğretmenimiz, ödev vererek kitap okutmaya çalışırdı. En büyük katkısı da onun sayesinde şiir yazmaya başlamam oldu. Daha sonraları yazdıklarımı not etmeye de başladım. Orası, bir başlangıçtı benim için. Derken liseden mezun oldum. Çalışma hayatına atıldım. Birçok işte çalıştım. Bir yandan da okuyorum tabii. Bir ara bir şey oldu, hafta sonuydu ve tatil günümdü. Hafta sonları televizyonda çok güzel kültür-sanat programları olurdu. Bir programda bir uzman, Avrupa’daki ve bizdeki kitap okuma istatistiklerini veriyor. Bizde tabii ömründe sadece bir kitap okuyanlar, hatta hiç okumayanlar var. Hatırladığım kadarıyla adamlar senede en az yirmi sekiz kitap okuyorlarmış o gün için. Şimdi bizde ise günde en az on dakika okuyan var. Yeni nesli görüyorum, okuyor. Neyse, adam; “Bu durumdan utanmalıyız.” diye anlatmaya devam etti. Benim de gururuma dokundu gerçekten. Hemen gittim bir kitap aldım. O günün sabahına kadar okumuşum o hırsla. Saate baktığımda iş saati gelmiş. Nasıl da zevkli bir şeymiş kitap okumak, dedim. O günden itibaren elimden geldiğince okumaya çalıştım. Herkesin hayatında böyle keskin başlangıçlar olmuştur mutlaka. Asıl mesele, okuma zevkini çocukluktan edinebilmek. Bence bu konuda tüm ailelere eğitim verilmeli. Yaşadığımız birçok sosyal sıkıntının nedenlerinden biri de okumamak zaten.

Yaşar Kemal’in ve Sabahattin Ali’nin kitapları, onları tanıdıkça beni gerçekten çok etkiledi. Şiirle de tanıştım bu okumalarda. Orhan Veli ve Nâzım Hikmet bana şiiri sevdirdi. Okudukça okuduğum kitaplardaki nitelik, arttı ister istemez. Sonraları İkinci Yeni, şiirde kendimi bulduğum yer oldu. Özellikle Cemal Süreya ve İlhan Berk, beni gerçekten derinden etkileyen isimler oldu. Onlardan ayrı olarak Abdürrahim Karakoç, Oktay Rıfat, Behçet Necatigil, Ümit Yaşar Oğuzcan, Şükrü Erbaş ve daha birçok şair… Bir yandan da şairlerin hayatlarına merak sardım. Biyografi, şiir inceleme ve eleştiri kitapları okumaya başladım. Şiiri öğrenmeye başladım. Hâlâ devam ediyorum. Kendime uzun süreli hedefler koymak gibi bir yaklaşımım vardır. Otuz yaşıma gelince kitabımı çıkaracağım, demiştim. İlber Hoca’nın dediği gibi artık söz söyleme zamanıydı. Lise yıllarımdan beri yazdığım şiirlerin kenarda köşede zayi olmasına gönlüm razı olmadı. Bu alanda artık ben de varım, dedim ve son yıllarda yazdığım şiirleri de katarak geçtiğimiz ocak ayında ‘Şikâyetim’ adlı ilk kitabımı yayımladım. Sonrasında yeni öğrenmelerle kendimi geliştirerek yazmaya devam ettim. Bir kitaplık şiir birikti çekmecemde. Bu kitap da böyle çıktı.

Yazarken nelerden esinlenirsiniz?

İnsan, etten ve kemikten oluştuğu gibi duygulardan da oluşur. Duygularını bazen tecrübe, sezgi ve hayalle elde ederken; bazen de duyularla elde eder. Şiir yazmak isteyen için malzeme çok. Bu malzemeyi bulmak ve işlemek de şairin işidir. Bunu dert edinmek lazım ilk başta. Ortaya çıkan duyguyu şiire dönüştürme iradesi lazım. Bu irade olunca şiir yazacak an çatıp geliveriyor kalemin ucuna veya klavyenin tuşlarına. Buna ‘ilham’ diyenler de vardır. Veysel Çolak der ki; “Esin, dile düş gördüren şeydir.” Dil; sahibinin esinini alır, sözcüklerle bir tasarım oluşturur. Bu tasarının ilk dizesi, (Valery’ye göre) Tanrı vergisidir. Gerisini de zaten şair, yaşantılarıyla oluşturur. Şiire dair edindiği fikir ve bilgiyle kendince bir poetika yaratır şair. Sonra imgeler kurar ve bir kalıp çıkar ortaya. Böylece şiir denilen yapı oluşmuş olur.

Bana gelince; spesifik olarak şiir yazmak için uğraşmıyorum. Bir durumdan, olgudan veya bir olaydan etkilendiğim zaman o yazma dürtüsüyle hemen not ederim bir yerlere evde değilsem. O anı kaydetmezsem üstünden vakit geçtiğinde etkisi kayboluyor; çünkü ben, o duyguyu o an yaşadım, bunun aynısını başka zaman yaşamam mümkün değil. O ‘ilk dize’ dediği olay bu işte. Sonra yazmaya koyuluyorum. Genelde hiçbir plan yapmadan yazıyorum, akışına bırakıyorum. Şiir bir yanıyla tesadüf işidir bence. Bazen anlatmak istediğim duyguyu besleyecek okumalar ve araştırmalar yaptığım da oluyor. Sözlük karıştırıyorum mesela. Sözcüklerin başka anlamlarını bulmaya çalışıyorum. Atasözü ve deyimlere de bakıyorum; çünkü ben, o duyguyu sözcüklerle anlatacağım. Herkesin söylediği şeyler olursa o yazdığımın efsunu ve etkisi olmaz. Mitolojiden ve tarihten yararlandığım da oluyor. Pek tabii bunlar, yaşantılarımdan geliyor. Yukarıda bahsetmiştim; şiir, şairin aynası olmalı. Şiirimi okuyan, benim hakkımda az çok bir kanı elde edebilmeli. 

Esin kaynağım, bazen halkın içinden insanlar olabiliyor. Kitaba sığmayacak hayatlar var. Çok renkli karakterler var. Bunlar, kendini şiire sokuyor zaten yaşantılarıyla. Çocukluğum da esin kaynaklarımdan birisidir. İnsan, yetişkinliğini çocukluğuna borçludur veya çocukluğunun kurbanıdır. Mutluysa da mutsuzsa da sebep orasıdır. Bilinçaltında yaşatır kendini o çocukluk. Aslında hiç büyümez. Hep ayak bağı olur insana. Ben de kendi çocukluğumda içimde kalan duyguları elbette aldım şiirime. Bu, çok doğal. Bazı zamanlarda da hayallerim, esin kaynağım oluyor. Hatta gördüğüm rüyayı yazdığım da oldu. Bazen de gelecekte neler olabileceğine dair düşünceler, şiir unsurum olabiliyor. Kısaca; esin kaynağım, benim geçmişim, şimdim ve birikimim. Zaten şiir; andaki gerçeği anlatmalı, yarını anlatmalı, daha da ilerisini ve sonu anlatmalı. Bunları yaparken insanları esinleyebilmeli ve etkileyebilmeli. Okurun büyülendiği ve etkisine kapılıp kendi gerçekliğini bir an için unuttuğu şiirler de olmalı. Hayal kurdurabilmeli okuruna. Gerçek olmak zorunda değil her zaman. Her ne olursa olsun, bir hikâyesi olmalı ve inandırıcı olmalı. 

Geçtiğimiz ekim ayında okurlarla buluşan “Çekmecemdeki Mercek” adlı kitabınızdan bahseder misiniz? Bu kitabı neden yazdınız?

Okurların kitabı beğeneceğine eminim. Bir kere kapak tasarımı çok güzel oldu. Adını yansıttı tam olarak. İçinde her türden ve duygudan şiiri barındırıyor. Salt aşk şiirleriyle oluşmuş bir kitap değil. Felsefeden, sosyolojiden, tarihten ve mitolojiden esinlenerek yazdığım şiirler de var. Okurken düşündüren şiirler var. Hatta ilk okuyuşta bir şey anlamayıp tekrar tekrar okumaları gereken şiirler de var. Gerçek kişilikler de yer alıyor. Kitap, duygu yüklü. Okuyan, o duyguyu mutlaka hissedecek. Belki kendiliğinden ifade edemediği duygularını kitaptaki şiirlerle ifade etme gibi bir durumu ortaya çıkacak. 

Kitabı yazma nedenimden bahsetmiştim; şiir, benim hayatımın her yerinde. Her türlü duygumu artık şiirle ifade edebiliyorum. Yazdıkça da birikiyor tabii. Özellikle pandeminin ilk zamanlarındaki o kısıtlama dönemlerinde eve tıkanıp kaldık. Bu, benim için büyük bir fırsat oldu. Bu dönemde şiire yoğunlaşabildim ve pek çok şiir yazdım. Birikenleri de gözden geçirdim. İkinci kitabımın zamanın geldiğini gördüm. Neticede bu kitap, böyle ortaya çıktı. Pandemi kitabı da diyebiliriz aslında buna.  

“Çekmecemdeki Mercek” okurlara hangi mesajları vermeyi amaçlıyor?

Birkaç örnekle bu sorunuzu cevaplayayım o zaman:

İnsan, sevdiklerinin hep yanında olmasını ister. ‘Mercek’ şiirimde bunu anlattım. İyilik biriktirmek üzerine bir şiir var. Her bir güzel davranış, iyiliktir ve önümüzden de onları göndereceğiz. Büyümek için acele etmemek gerektiğini ve yer yaşın doyasıya yaşanmasını konu edinen bir şiir var. Atasözlerinin ve deyimlerin ifade ettiği anlam ve oluşumları üzerine şiirler var. Teknolojinin getirdiği yenilikler ve bunların yaşantılarımızı değiştirmesi üzerine şiirler var. Defnenin hikâyesini anlattığım mitolojik bir şiir var. Ardıç ağacı üzerine bir şiir var. Başka bir dünya hayali, sonsuzluk düşüncesi, çocukluk kavramı, gelecek tasarımı, sanat üzerine düşünceler, ölüm kavramı gibi olguları anlattığım şiirler var. Bunlar üzerinden vermek istediğim mesajları net olarak görebileceklerini düşünüyorum. 

Kitabın ismi, nereden geliyor?

Kitabın arka kapağındaki ‘Lens’ adlı şiirimle aslında bunu göstermeye çalıştım. Bir de ‘Mercek’ şiiri var. Bunlar, farklı şiirler olmasına rağmen kitabın adını ifade etmeleri için yazılmış şiirlerdir. Hayatın hoş olmayan tarafları çok, biliyorsunuz. Bazen tatsız olaylara şahit olabiliyoruz veya medyadan görüp okuyoruz. “Bunlar olmasa keşke.” diyoruz; fakat her şeye rağmen iyi niyetimizi kaybetmiyoruz. Kitapta bununla ilgili yazdığım ‘İyi Yanım’ şiiri var. Orada da bunu açıkça dile getirmeye çalıştım. “Yaşanan tüm bu olumsuzlukları kıran bir şey olsa da görmesek, bize iyi gösterse.” deriz bazen. Bu meyanda mercek, aslında bu görevi üstleniyor. Bildiğiniz üzere mercekler, gözlüklerde de kullanılır. Işığı kırıp göze yansıtır. Ben, merceğin bu işlevine ‘olaylara karşı paratoner görevi üstlenme’ anlamını yükleyerek kitabın isminde kullandım. Ben, gözlük kullanıyorum zaten. Gözlüksüz her şey bulanık; ama gözlüğü takınca her şey capcanlı oluyor. Elimize bir mercek alıp rahatlama gibi bir durum oluşturmak adına böyle bir metafor kullanmak istedim. Bakınca mutlu oluyorsun. 

Çekmeceye gelince; önemli, değerli ve özel eşyalarımızı çekmecelere koyarız. Bu, bir sandık da olabilir. Söz gelimi, mutlu anlarımızı da çekmeceye koyabilsek, mesela ‘Özlenen Kokular’ şiirimde bahsettim; baharda çiçeklerin kokularını veya sevdiğimizin ya da bebeğimizin kokusunu bu çekmeceye saklayabilsek… Mutsuz olduğumuzda veya özlediğimizde çekmeceden çıkarıp hissedebilsek… Mercekle ilgili anlattıklarımı anımsarsak kendimizi kötü hissettiğimizde, kötü bir olayla karşılaştığımızda sihirli bir değnek misali çekmecemizden merceğimizi çıkarsak ve o olayı bize yumuşatsa ondan hiç etkilenmesek… Çekmecelere ihtiyarlar, gözlüklerini koyar. Lazım olduğu zaman çıkarır oradan. Biz de eski resimleri ve yazılan mektupları çekmeceye veya sandığa saklarız. Eğer hâlâ kâğıda yazıyorsak yazdığımız şiirleri de çekmeceye koyarız. Bilgisayarın klasörlerini de bu kapsamda düşünebiliriz. Ben, bu düşüncelerle bu ismi koydum. Bu şiirler, böyle bir çekmeceden çıktı. Bu kitaptaki şiirler de çekmeceden çıkarıldığında size çok şey katacak. Bu konuda iddialıyım.

Sizce kitap, beklenen başarıya ulaşacak mı?

İşin doğrusu; satış anlamında böyle bir beklentim yok. Zaten öyle bir anlayışla da yazmadım şiirlerimi. Kitabı alıp çekmecelerine koyduklarında ve çekmecelerinden veya kitaplıklarından çıkarıp ara sıra okuduklarında, hatta çocuklarına da okuttuklarında o başarıyı sağlamış ve amacıma ulaşmış oluyorum doğal olarak. Bir kitabı satış miktarıyla değerlendirmek bence yazarına haksızlık olur. Çoğu zaman reklamla oluyor zaten bu işler. Önemli olan reklamla da olsa okuyucunun beğenmesi ve kitabın talep edilmesi. Günümüzde en azından tanıtıma ihtiyaç duyuyor kitaplar. Her gün onlarca eser çıkıyor belki de. Çok değerli eserler bilinmediği için değer göreceği günleri bekliyor bundan dolayı.

Kitabınızı bir okur gözünden nasıl değerlendirirsiniz?

Estetik, içten, doğal, gerçekçi ve gerçeküstü yanı olan; mutlu eden ve heyecanlandıran, ara sıra çıkarıp okunabilecek şirin bir kitap. Her şeyden önce samimi. Mutluluk hissi uyandırabiliyor bitirildiğinde. Akılda kalıyor ve tavsiye etme fikri, çoktan oluşmuş oluyor kafalarda. 

Yazarken örnek aldığınız, izinden gitmeyi hedeflediğiniz yazarlar var mı?

Örnek aldığım; ama kopya etmediğim birkaç şair ve yazar elbette var. Yukarıda da bahsetmiştim; İlhan Berk, beni derinden etkileyen isimlerin başında yer alıyor. İkinci Yeni şairlerini zikretmiştim zaten; Gülten Akın, Şükrü Erbaş, Haydar Ergülen, Enis Batur, İbrahim Tenekeci, Nurullah Genç, Sunay Akın, Sezai Karakoç gibi ustalar… İsimleri buraya sığmayacak kadar şair var ve ben, bunların hepsini okumak istiyorum ve kendimi zorunlu da hissediyorum. Bu türle uğraşan kişinin ancak bu yolla gelişebileceğini düşünüyorum. Haluk Oral, Yücel Kayıran, Veysel Çolak gibi şiir inceleme ve araştırma alanında yazanları okumaya çalışıyorum. Özellikle Ahmet Bican Ercilasun gibi yazılı ve sözel edebi varlıklarımız ve kaynaklarımızla ilgili çalışmalara imza atan bilim insanlarımızı özellikle takip etmeye çalışıyorum.

Yazarlardan Yaşar Kemal, başta geliyor. Çukurova’yı anlatışına hayranım. O köy ve kasaba dilini, insanını ve folklorunu eserlerinde birebir yaşatması, çok değerli bir kültür aktarması bana göre. Fakir Baykurt ve Kemal Tahir de bu açıdan paha biçilemez yazarlar ve ben de fırsat buldukça onların bütün eserlerini okumaya çalışıyorum. Orhan Kemal ve Sabahattin Ali, olmazsa olmazım.  Hasan Ali Toptaş’ın harika bir kelime dağarcığı var ve sözcükleri ustalıkla kullanıyor. Mustafa Kutlu, fevkalâde bir öykü yazarı. Çok farklı bir tekniği var. Tasavvufi yanı çok özel. Film tadında hikâyeleri muhteşem. Yazdığı dergiyi de takip ediyorum zaten. Atsız, Peyami Safa, Cemil Meriç gibi fikir adamlarının yanında günümüz yazarlarından birkaç isim daha var. Yabancı yazarlardan da takip ettiğim birçok isim var. Onlar gibi olmam mümkün değil; ama onlardan çok şey öğreniyorum.

Hazırlık aşamasında olan farklı bir eseriniz var mı?

Şiir yazmaya devam ediyorum. Başka türden eser çalışmalarım da var; fakat şiirden vazgeçmeyi asla düşünmüyorum.

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Sizinle röportaj yapmaktan çok büyük bir keyif aldım. Okurlarınıza kitabımı tavsiye ediyorum. Şiir gibi hayatınız, hayatınız da şiir olsun. Bu fırsatı verdiğiniz için ayrıca teşekkür ediyorum. Selâm ve hürmetle… Hoşça kalın.