İSTANBUL ÇOK GÜZEL BİR AŞIKLAR ŞEHRİ

BURADA EŞİMLE EL ELE DOLAŞMAYI SEVİYORUZ

RÖPORTAJ: YAŞAR ŞENYÜZ

Türk podyumlarının en popüler kardeş mankenleri olan Tan kardeşlerin küçük kardeşi Şebnem Tan ile hemen pandemi öncesinde Galata da bir araya gelerek bir röportaj gerçekleştirdik. Fransa da ve İtalya’da ki işlerinden fırsat bulup ailesi ile hasret gidermeye gelen Sevgili dostuma kayıt cihazımı uzattım ve ben samimiyetle sordum, o da içtenlikle dobra dobra cevapladı.

-Sevgili Şebnem , kısaca bize Şebnem Tan kimdir? Nasıl keşfedildi, neler yaşadı, anlatırmısın?

-Ankara doğumluyum, ablam Mimarlık Fakültesini  kazanınca Ankara dan İstanbul’ a geldim,1985 yılıydı. İlkokulu Ankara’da okuduk, sonra Beşiktaş Atatürk  Anadolu Lisesi’ne geldim. Sonra Mimar Sinan Üniversitesi İç Mimarlığı kazandım, sanatla hep ilgim olmuştu o  yüzden bu bölüme yöneldim. O sıralar ablam reklam filmlerinde oynamaya başlayınca bende onun arkasından Türkiye Güzellik Yarışmasına katıldım.  Ablam ‘ Miss Model Word’ Kraliçesi oldu. Ablamında dereceleri benden çoktur mesela. Sonra ben de onun izinden yürüdüm. Bir gün Nişantaşı’nda onunla beraber kuaföre gittim. Bu kuaför de çok güzel işler yapmış olan Ali Yatkın’dı. Ablamın saçı yapılırken bende köşede ablamı bekliyordum. Bu sırada Ali Bey şakayla karışık “Bugün Bulvar gazetesinin açtığı Türkiye Güzellik Yarışması’nın başvurları için son gün, saat 5’te katılımlar kapanıyor. Şu kardeşini de yazdıralım” dedi. Ardından hemen Bulvar gazetesinde çalışan bugün benimde yakın arkadaşım olan Değerli Gazetecilerimizden Barbaros Yüksel’i telefonla aradı ve “Sana çok güzel bir kız gönderiyorum” dedi. Yani kısaca beni ablamın işi için gittiğim kuaförde Ali Yatkın keşfetti diyebilirim. ve daha 17 yaşında iken Avrupa Güzellik yarışmasında Avrupa 2.cisi oldum.  Rahmetli Özcan Sandıkçıoğlu bana çok güvendiği için 3 yarışmaya  birden sokmuştu. Türkiye’ den çıkabilmem için annemden izin aldılar. Akdeniz Kraliçesi seçildim aynı sene. Ondan sonra ‘Miss InternatIonal’ geldi. O sene birkaç tane taç toplamıştık. Türkiye’ yi tanıtmanın sevinci gurur veriyordu, hala da öyle. Ben yurtdışında Türk olduğumu severek söylerim.

-Peki  daha sonra Başak Gürsoy Mankenlik Ajansı’na başladın?

-Evet ancak Türkiye’de pek değilde yurtdışından gelen teklifleri değerlendiriyordum.  Üniversite son yılımda yurtdışına çıktım, 1992 yılıydı. Mimar Sinan’ daki hocalarımla benim çok seyahat etmemden dolayı  ters düştüm. Mantık çatışmasıydı bu . Bir hocam bana inat, projeyi alamıyim diye derste bıraktı. Yani modernlikle tozlaşmış beyin arasında kaldım. Paris’e defileye gittik mesela ünlü olduk. Kendisi ne kadar mobile dizaynı yapsa da antika kalmış biriydi.  Ben de yenilikçi bir ruha sahiptim. Bu hoca ile zıtlaşmam beni okuldan uzaklaştırdı. Bir keresinde sulu fırçayı üzerime fırlatmıştı. Okuldan soğudum.  Sonrasında modelliğe yurtdışında devam ettim.

-Peki oraya gittiğinizde her şey hazır mıydı? Hangi ajanslarda çalıştınız?

Her şeye sıfırdan başladım diyebilirim. Oraya gidince yeniden mankenlik ajanslarına başvurdum. O konuda şanslıydım çünkü Avrupa’nın en elit, en iyi ajansları ile çalışma şansı buldum. O dönemlerde vize işleri çok sıkı olduğu için Rusya’daki ya da diğer ülkelerdeki mankenler çok kolaylıkla Avrupa’da çalışamıyorlardı. Mesela Türkiye’deki mankenler Avrupa’ya Milli Manken olarak özel hizmet pasaportlarıyla gidiyorlardı. Bu nedenle moda sektöründe çalışan küçük bir camia vardı. Bende kendi çapımda Avrupa’da ki bu küçük mankenler ailesinde kendime bir yer buldum. Çalıştığım ajanslara gelince Milano’da Riccardo, Gay ve Fashion Modeling’le çalıştım. Londra’da da Select Model ile çalışıyordum. Ama hiçbir zaman Türkiye’ ye gelip bunlarla çalışıyorum diye reklam yapmadım. Ünlü fotoğrafçılarla da çalıştım.

-Oralarda unutamadığın anıların var mı?

Ben şimdi espirili bir anı olarak hatırlıyorum ama tabi aslında kariyerim için ciddi bir kilometre taşıydı. Bir hafta sonu tatile gitmiştim. Sahilde şezlongta dinleniyordum. Benim bulunduğum şezlongun 2 şezlong yanında Helmut Newton oturuyormuş. Alberta Ferretti’nin parfüm reklamı çekimi için orada bulunuyormuş. Yanlarında da İngiltere’den gelmiş olan Kanadalı sarışın manken bir kız vardı. Helmut Newton beni görünce “Ben reklamı bu kızla çekmek istiyorum” demiş. Benim model olduğumdan haberi yok. Asistanı gelip durumu bana anlattı. Ben model olduğumu, bunun için ajansımla konuşmaları gerektiğini söyledim. Sonra ajansımla iletişime geçitiler ve işi ben çektim.

-Peki Kanadalı mankene ne oldu?

Çalışmamalarına rağmen kızın çekim ücretini ödeyip ilk uçakla geri yolladılar. Açıkçası beni döveceğini düşünmüştüm (Gülüşmeler) çünkü kız setten ağlayarak ayrılmıştı. Helmut Newton gibi büyük bir isimle çalışmak bir ayrıcalıktı tabi. Benim için de Harward Nilton’ la çalışma deneyimim Kendimi en şanslı hissettiğim durumdur. Noray Halen,  Naomı Campbell, Carlo Bruno  ile aynı katalogda bulundum .

-Teknoloji bu kadar gelişmeden önce işler konusunda nasıl organize oluyordunuz?

Milano’da modellik yaparken mankenler kategori olarak ayrılırlardı. Mesela ben iç çamaşırı çekmediğim için farklı bir gruptaydım. Türkiye’de tam bir karşılığı yok sanırım ya da ben tam Türkçesini bilmiyorum Booker dediğimiz kişiler vardı. Hepimiz saat 9’da ajansta buluşurduk. Bookerlar bize randevularımızı dağıtırlardı. İşte saat 11’te burada olacaksın, 16’da şuraya gideceksin gibi. Randevular dağıtıldıktan sonra herkes dağılırdı. Bunun dışında evdeki telesekreterlere “Yarın bu fotoğrafçı seni elbise provası için saat 9’da ajansta bekliyor” gibi notlar bırakılırdı. Devamlı bu şekilde notlaşarak organize olurduk.

  



-Hem yurt dışında, hem de Türkiye’de mankenlik yapmış biri olarak bize ikisi arasındaki farklardan biraz bahseder misin?

Ben 1988 - 1990 seneleri arasında Türkiye’de çalıştım. O yıllarda Türkiye’de çok fazla model yoktu. Sayımız az olduğu için büyük bir aile gibiydik. Herkes birbirine saygı duyardı ve Türkiye’nin tanıtımı için değerli projeler hazırlanırdı. Avrupa’ya gittiğim senelerde daha Schengen antlaşması yapılmamıştı. Orada da aile gibiydik. Elde edilen kazanç verilen emeğe değiyordu. Tabi ki İtalya’da ki ödemeler Türkiye’ye göre daha fazlaydı. Daha sonra vizesiz seyahatlerin başlamasıyla tıpkı Türkiye’de ki gibi bazı ūlkelerden gelen genç, bilinçsiz model adayları hem fiyatları, hem de kaliteyi düşürdü. Booker’ım Pierro Piazzi “usa getta” yeni kullan at modeller derdi. Ona da buradan sevgilerimi yolluyorum. CIAO PIERO

​​​​​​​



-Son yıllarda Türkiye’de mankenlik mesleği pek tercih edilmiyor. Bunun en önemli nedenide moda sektörü içinde olduğu sıkıntı. Fransa’da yaşayan biri olarak yurt dışındaki durumunu nasıl değerlendiriyorsun?

Bizim nasıl bir Lale Devrimiz olduysa Avrupa’da da durum aynı şekildeydi. 95 yılı itibarıyla Schengen’nin yürürlüğe girmesi ve Rusya’nın politikalarının değişmesiyle beraber işlerde değişmeye başladı. Fiyat olsun, iş anlaşmaları olsun çok fazla seçenek ortaya çıktı. Çin’den, Litvanya’dan, Moldovya’dan gelen birçok seçenek var artık. Özellikle Çin’in ortaya çıkması modayı da biraz söndürdü. Ne yazık ki saygı duyulan birçok meslek daha fazla para kazanmak adına yok oldu. Modanın da eski tadı kalmadı diyorum ben. Avrupa’nın da Lale Devri bitti artık. Ne yazık ki dünya çok büyüdü ama insanlar küçüldü.

 

-Türkiye’ yi ne kadar özlüyorsun? Fransa nasıl gidiyor?

-Fransa’nın güneyinde emlak alım satım, dekorasyon işi yapıyoruz eşimle. Küçük bir oğlum olduğu için tüm enerjimizi alıyor. Çocuğumuzun okulu, konservatuarı, piyanosu derken onlarla uğraşınca vakit kalmıyor. Tabi İstanbulu ve ailemi çok özlüyorum.

​​​​​​​

-Eşinle aynı işi yapmak güzel bir şey mi? Hem işte hem evde  beraber yaşamanın zorluğu oluyor mu?

-Herkes bunu bana sorar, şimdiye kadar hiçbir zararını görmedim, hatta demek anlaşıyoruz ki, beraber yemek yemediğimizde özlüyoruz birbirimizi.

-Türkiye’de annen, kardeşin, yeğenlerin var. Türkiye’yi ne kadar özlüyorsun, ne kadar zamanda bir geliyorsun? Senin gözünde Türkiye ne durumda?

-Türkiye’ ye geldiğimde Fransızca konuşmadığım için çok rahatlıyorum. İnsanın kendi dilinde olması, derdini anlatabilmesi onun rahattlığı başka tabi. Onun dışında beni en çok üzen ailemin uzakta olması, gurbetlik. Altın da verseler, herşeyin de olsa çözülmeyecek bir anahtar. Avrupa’ daki sistemi seviyorum  ancak aileme özlemimden dolayı Türkiye’de de iş kurma planlarımız var.

-İşle ilgili tio veriyor musunuz? Sektör ne olacak?

-Sektör yazılım olacak , bunun da müjdesini vermiş olalım.

​​​​​​​  

​​​​​​​  

-Eşiniz Alberto Guglielmi Türkiye’ ye geldiğinde mutlu oluyor mu?

-Oluyor tabi işten uzaklaştığı için başını dinliyor.

-En çok neyi seviyor İstanbul’da?

- O daha çok bizim gitmediğimiz, tanımadığımız yerleri keşfetmeyi seviyor . Elektronik ürünleri, 2. El satan yerleri. Eminönü, Balat, Karaköy, Sultanahmet  de dolaşıyor. Eski İstanbul sokaklarında kaybolmayı, araştırma yapmayı seviyor.

​​​​​​​

-Beraber gezerken İstanbul sokakları nasıl geliyor size?

Geçen sene onu Kapadokya’ya götürdüm, çok beğendi. İstanbul’ da el ele gezmeyi seviyoruz. Karışık olsa bile romantik çok köşesi var, aşıklar şehri gibi. Her pencerede ayrı bir romantizm var. Böyle bakıyoruz bu güzel şehire.