Arif Tan: Kitabı yazarken karakterle beraber yaşadım

RÖPORTAJ: AYŞENUR MAMA

Makine Mühendisi Arif Tan ile mesleki kariyerine, yazarlık serüvenine ve yakın zamanda okurlarla buluşturacağı yeni eserine dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz sizlerle… 

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Arif Tan kimdir?

 Merhaba, 19 Ekim 1987 tarihinde Antalya’da doğdum. Çocukluğumun ve erken gençlik dönemimin geçtiği yer de Antalya ve bu sebeple kendimi hep şanslı hissettim. Hiç şüphesiz ülkemizin her köşesi cennet; ama Antalya’mızın yeri apayrı. Antalya’nın Kuzey girişindeki yamaçta Atatürk’ün şu sözü yazar: “Hiç şüphesiz ki Antalya, dünyanın en güzel yeridir.” Atamız böyle diyorsa vardır bir bildiği, değil mi? 

Lise son sınıfa kadar Antalya’da yaşadım. İlkokul dönemlerimde pek parlak bir öğrenci değildim, hatta oldukça haylazdım. Açıkçası okulu pek sevmezdim; ama minik öykü kitaplarına bayılırdım. Hatırlıyorum da okul harçlıklarımın tamamına kitap alırdım. Çoğu zaman benden yaşça büyük kuzenlerim de öykü kitaplarına olan ilgimi bilir ve hediye olarak kitap alırlardı.  Neyse, lafı uzatmayayım. Liseden sonra lisans eğitimimi Dokuz Eylül Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nde tamamladım. Ardından bir süre İtalya’da bulunduktan sonra Türkiye’ye döndüm ve taze mühendis olarak işe başladım. Okurken mezun olunca bütün kapıların size açılıp kırmızı halılarla karşılayacaklarını düşünüyorsunuz; ama maalesef öyle olmuyor. Pişmek, olgunlaşmak gerekiyor. İş hayatının başındaki tecrübesiz her mühendisin, hatta her meslek erbabının başladığı gibi ben de düşük denebilecek bir ücretle iş hayatına başladım. Sonrasında askerlik falan derken yıllar geçti ve tecrübe kazandım. Akabinde İstanbul’da Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimimi tamamladım. Zamanla yol alıyorsunuz, elde ettiğiniz tecrübelerle ister istemez daha fazla kapı aralıyorsunuz veya zaten siz yeterince donanımlıysanız o kapılar, kendiliğinden aralanıyor. 

Ben; bireylerin sürekli kendilerini geliştirmeleri, mevcudun üstüne hep daha fazla koymaları gerektiğini düşünüyorum. Bu sebepten olsa gerek; halen Zürih Üniversitesi Ekonomi Doktora programına devam ediyorum. 

Meslekte şimdiye değin hangi zorluklarla karşılaştınız?

Meslekteki zorluklar, aslında üniversite dönemlerinde başlıyor. Ülkemizde herkes, bir şekilde üniversite mezunu olmak istiyor; ama sanırım, istediği bölümü okuyabilenlerin sayısı oldukça azdır. Kimisi, aile veya toplum baskısıyla; kimisi ise iş garantisi var, diye alakasız bölümlere giriyor. Ben, bu konuda da kendimi şanslı görüyorum; çünkü istediğim bölümü okudum, üstelik de istediğim şehirde. Lafı şuraya bağlayacağım; şans eseri istemediği bölümlere giren öğrenciler, mesleğin inceliklerini öğrenmek yerine ders ve sınıf geçmek odaklı çalışıyorlar. Bu da elbette acımasız reel sektörde yeterli olmuyor; çünkü piyasada işletmelerin esasında baktığı temel tek bir nokta var: Bu adam veya kadın; bana, benim işletmeme ne katar? Ne kadar katma değer sağlar? Daha da yalın haliyle; bana ne kadar kazandırır?

Meslek hayatıma başladığım ilk günden bu yana ciddi anlamda bir zorlukla karşılaşmadım. Yani her çalışanın yaşadığı türden basit problemler elbette oldu; ama sadece o kadar. 

Çeşitli iş dergilerinde yazılarınızı görüyoruz. Yazılarınız, genellikle hangi konulara dair?

Ortaokulda çok güzel kompozisyonlar yazardım. Antalya çapında derece aldığım kompozisyonlarım vardı. O zamanlar tabii ki daha çok edebi konularda yazıyordum. İlk profesyonel yazılarımı ise üniversitede okurken yazmaya başladım. Makine Mühendisleri Odası’na bağlı Sigma Dergisi’nde editörlük ve yazarlık yaptım. Şimdilerde ise bazı sektör dergilerinde yazarlık yapıyorum. Bu dergilerden birinde ekonomi ve dış ticaret ağırlıklı yazılarım yayınlanıyor; diğerinde ise daha geniş konu seçimim var. Kültür-sanat yazılarından biyografi ve inceleme türündeki yazılarıma kadar hepsi, bu dergide yayınlanıyor. Yazılarımın konularını belirlerken güncel konulara paralellik göstermesine de özen gösteriyorum. Bu şekilde okunurluğu ve akılda kalıcılığı artıyor. Sizin dikkatinizi sektör dergilerindeki yazılarım çekmiş; ama aslında bunun öncesinde birçok öyküm var; bunlardan bir kısmı çeşitli edebiyat dergisi ve mecralarında yayınlandı ve yayınlanacak olanlar var. Okumanızı tavsiye ederim. 

Yazılarınıza dergi okurlarından gelen yorumlara dair neler söylersiniz?

Sanırım, yazmanın en keyifli tarafı bu olsa gerek; yazdıklarınızın karşılık bulması. Çoğu zaman tek başınıza bir odaya kapanıp saatlerce yazacağınız konuya odaklanmanız gerekiyor. Bazı zamanlar yazdığınız konuyla alakalı araştırmalar yapmanız gerekebiliyor ve bu da yazma sürenizi daha da uzatıyor. Özetle; yazmak, meşakkatli bir iş; ama eğer nitelikli ve özgün içerikler üretiyorsanız bu muhakkak okunuyor ve Meksika Dalgası etkisiyle yayılıyor. Okurlarım, yeni yayınlanan bir yazımı ilk olarak sosyal medyada görüyor, sonrasında ise ya dergiyi satın alıp okuyorlar ya da online yayın ise internet sitesinden okuyorlar. Okudukları yazılarımla alakalı çok fazla mesaj alıyorum. Bazen aylık baskısı yapılan dergilerden mail adresimi görüp, mail atanlar da oluyor; ama genellikle sosyal medyadan mesaj atıyorlar. Mesajların neredeyse tamamına yakını beğeni ve tebrik mesajı oluyor; fakat nadir de olsa yapıcı eleştiri ve öneri sunan okurlarda oluyor. Bu eleştirileri ciddiyetle okuyup değerlendiriyorum. Yapıcı eleştiriler, her zaman bir sonraki yazımın daha iyi olmasını sağlıyor. Genel olarak gelen tepkilerden ve geri dönüşlerden oldukça memnunum, diyebilirim.

Yazılarınızı bir okur gözünden nasıl değerlendirirsiniz?

Açıkçası dışarıdan bir göz gibi kendinizi değerlendirmeniz zor; fakat ben, şöyle bir yöntem izliyorum: Yazılarımı yazdıktan bir gün sonra sakin kafayla tekrar okuyorum. Bu şekilde anlatım bozukluklarını veya kopuklukları daha iyi görebiliyorum. Düzeltmelerimi yaptıktan sonra en son halini editöre gönderiyorum. Bazen yayınlanan ilk yazılarıma bakıyorum, şu an ise en son yazdıklarıma. Arada doğal olarak bariz derecede fark var. Bana sorarsanız doğrusu da bu; çünkü yazar hangi alanda yazarsa yazsın, her gün kendini yenilemelidir, geliştirmelidir. Bazen yazdığım yazıları sonradan beğenmediğim oluyor; ama bu, daha çok öykü türünde oluyor. “Ne kadar keskin geçişlerim olmuş…” veya “Ne kadar duygusal ve öznel yazmışım…” diyorum; ama çoğunlukla yazılarımın beğenilmesi, motivasyonumu artırıyor ve “Nasıl daha fazla ve daha güzel yazılar üretirim?” diye düşünüyorum. 

Yakın zamanda okurlarla buluşacak olan kitabınızdan bahseder misiniz?

Memnuniyetle… Aslında bu kitabın üzerinde uzunca süredir çalışıyorum. Okurlar için kısaca bahsedeyim. Kitabın ana karakteri, İtalya’da doğup büyüyen genç bir kadın. Adı Maria. Bu genç kadınla beraber onun hayatına kalıcı dokunuşlar yapan iki farklı kadın daha var. 3 kadının İtalya’daki birbirinden farklı hayat hikâyeleri, acıları, mutlulukları ve umutları var. Bu üç kadının hayatları, yıllar sonra birbirinden bağımsız olarak Türkiye’de kesişiyor. İşte dananın kuyruğu da bundan sonra kopuyor. Derin aşklar, ihanetler ve trajediler... Hayatın kendisi kadar gerçek bir roman. Okurlar; bu üç kadınla beraber sokak sokak İtalya’da gezecek, zaman zaman gülecek, zaman zaman ağlayacak, bazen de düşüncelere dalıp gidecekler. Okur; her paragrafta kendinden bir şeyler bulacak, belki de kendi yaşantısını sorgulayacak. Okur; romanda toplumsal, sosyolojik yapıları ve yaşam gayesini tekrar gözden geçirecek.

Eserinizi ne zaman raflarda göreceğiz? Kitabın yayın tarihi belli mi?

Kitabın yazım süreci devam ediyor. Bu süreçte desteğini aldığım birçok kitabı yayınlanmış yazar ve editör arkadaş var. Şu anda kitabın son bölümünü tamamlamaya çalışıyorum. Elbette her yazar gibi roman biter bitmez romanı raflarda görmeyi arzu ediyorum; fakat bu konu doğrudan yayınevlerinin baskı programlarıyla alakalı olduğu için açıkçası net bir şey söylemek zor; ama bu yılın ilk yarısında yayınlanacağını tahmin ediyorum. Sizde bilirsiniz ki kitap yayınlanma sürecinde aceleci olmamak gerekiyor. Olası hataların önüne geçebilmek için defalarca tekrar okuma ve okutma yaptırmak gerekiyor. 

Sizce kitap, okurlarca nasıl karşılanacak?

Şüphesiz her kitap, her insanda farklı etki bırakır. Bir başka deyişle herkesin bam teli farklıdır. Ben, yazarken en önemli şeyin samimiyet olduğunu düşünüyorum. Bir eseri yazarken o kurguyu ne kadar yaşar ve hissederseniz bu duygu, okura da o denli geçer. Bazen bir romanı okurken öyle cümleler gözüme çarpıyor ki “Bu kurgu olamaz, yazar bunu kesinlikle yaşamış olmalı.” diyorum. İşte bunu yapabiliyorsanız okuyucuda karşılık bulursunuz. Benim de kaleme aldığım eserde hassas noktam bu oldu. Kitabı yazarken karakterle beraber yaşadım. Yeri geldi Maria oldum, yeri geldi Andrea, yeri geldi Vita. “Yaşadıkları acıları ben yaşasam nasıl tepki verirdim?” diye düşündüm veya sevinçleri, mutlulukları… Böyle imkânsız aşklar yaşasam ne yapardım? Tüm cesaretimle aşkıma sahip mi çıkardım, yoksa sosyokültürel yapının esiri olup, hayatımın aşkından ümidi keser miydim? Netice olarak okuyucuların beğenisini kazanacağını düşünüyorum. Kendi yaşamlarına tutulan bir ayna misali hayatı sorgulamaya hazır olsunlar.

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Öncelikle sizin vasıtanızla gazetenize teşekkürlerimi sunuyorum. Güzel bir sohbet oldu. Sizin kurduğunuz köprüyle kitap çalışmamı ilk olarak buradan duyurmuş oldum. Gazetenizi düzenli olarak okuyorum ve ciddi bir okuyucu kitleniz olduğunu biliyorum. Bu bağlamda tüm okuyucuları saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Daha güzel yarınlar için okuyalım. Gazete okuyalım, dergi okuyalım, kitap okuyalım ve okutalım. Aydınlanmayı ancak bu şekilde yaratabiliriz. Katma değeri yüksek toplumlar; ancak ve ancak okuyarak, araştırarak inşa edilir. Tüm okurlara teşekkür ederken cümlelerimi Horace’nin şu sözleriyle bitireyim: “Mümkün olsaydı her karış toprağa buğday eker gibi kitap ekerdim.”