Sizin röportajlarınızı okuyarak büyüyen bir nesil var. Biz sizi bir gazeteci olarak tanıdık. Henüz yeni çıkardığınız “Ben daha yaşamadım” kitabıyla okurlarınızı bu sefer muhteşem bir eserle buluşturdunuz. Kitabın hazırlık süreci nasıl geçti?

Zor ve sancılıydı, ama kolay olan şeylerin tadı bu kadar haz vermez. Ben zoru seviyorum. Bir şeyler için çok emek ve mücadele verince “kıymet” denilen o özel kelime daha da büyülü hale geliyor.

“Ben daha yaşamadım” kitabın ismi henüz içine bakmadan okura bir tokat gibi çarpıyor? Kitabın isminin sizdeki özel anlamı nedir?

Hayatı herkes yaşıyor ama gerçek anlamda acaba ne kadar yaşıyoruz? Kitap bunu sorguluyor. Aslında “mış” gibi yapıyor çoğunluk… O sosyal medyadaki filtrelere siz yine de çok inanmayın. Çoğu büyük, koca bir yalan…

Kitaptaki karakterlerinin hepsinin gerçek olduğunu söylediniz. Bir yazar olarak tanıdık birini yazmakta zorlandınız mı?

Aksine daha işim daha kolaylaştı. Daha bir içine girdim hikayenin, daha sıkı sarıldım hepsine

Romanda isimlerine göre ayrılmış bölümler var. Neden özellikle isimlere göre ayırmayı seçtiniz?

Ben çok iyi bir kitap okuru olduğum için bazı kitapların insanları nasıl baydığını ve başlanılan bazı kitapların daha ikinci sayfada bırakıldığını biliyorum. O nedenle insanların işini kolaylaştırmak ve sonuna kadar okumalarını sağlamayı istedim. Çünkü ben bu halkı çok iyi tanıyorum. Neyi okur? Neyi izler, neyi izlemez neyi reddeder çok farkındayım. Kolay, akıcı ve sevilen bir tarz oldu. Yoksa çok karmaşık olabilirdi çünkü kitapta çok fazla karakter var.

Yazarken kaleminizi titreten, içinizin farklı bir aktığı isim hangisi oldu?

Ben İkbal’e çok üzüldüm. Tabii Nene de çok özeldi. İkisi diyebilir miyim? İki kişilik bir hak kullanmak isterim.

Naif bir aşk, hayatın sorgulanması, hırslar, öfkeler… Kitap bize birçok duyguyu aynı anda yaşatabildi. Sizin bu kitabı yazarken okuyucuya aktarmak istediği öznel duygu neydi?

Yaşasınlar hayatı… Ama gerçekten yaşasınlar. Aşkı da ayrılığı da sevgiyi de açlığı da tokluğu da bilsinler ama yeter ki yaşasınlar. Aslında ruhu ölmüşken birinin YAŞAMASININ çok önemi kalmıyor.

“Seçme şansı olsaydı, hayata gelmek ister miydi acaba insanoğlu? Ya da seçme şansı olsaydı anne babasını değiştirir miydi?” düşündüğümde asla doğru cevabı bulamadığım, kafamın içinde bir labirente düştüğüm bir soru… Alev olarak düşündüğünüzde sizce bu sorunun bir doğru cevabı var mı?

Var tabii ki? Kim daha iyisini seçmezdi ki? Seçmiyoruz ki! Ben sana sorayım sen de istemez miydin en iyisini?

Ben de seçmek isterdim. Yazan, araştıran, eğer sorulacak bir soru varsa onu ben sorarım diyen taraftasınız. Kendi hayatınız için de bu böyle midir? Sorgular mısınız?

Sürekli. Hem de her şeyi. Bu dışarıdan iyi gibi görünse de aslında hiç iyi değil. Bir süre sonra insanlara asla güvenemeyen, gerçekleri bile sorgulayan bir insan haline geliyorsunuz. Çok sorgulamak da yoruyor insanı.

Ben Daha Yaşamadım kitabını yazmak için elinize kalemi aldırtan sebep neydi?

Yaşanmışlıklar. Ve artık ben roman yazarı olma vaktim de gelmişti. Bu iş için çok çalıştım ve uzun yıllar bekledim. Dedim ki “ Her şeyin bir sırası var”

Arenadaki o adam (Uğur Dündar) olma hayaliyle gazetecilik serüveniniz başlamış. Zor, ama bir o kadar güzel bir mesleğimiz var. Gazetecilik bugünkü Alev’i nasıl bir karaktere büründürdü?

Yorgun, çok yorgun… Sonra; Sorgulayan, iyi dinleyen yargılamayan ve empati yapmasını bilen… Ve sevilmesi gereken şeyleri çok seven, sevmeyince hemen mesafe koyan, duvarları olan biri haline getirdi. Artık herkese çok hızlı güvenmemeyi…

Nasıl bir çocukluktan geçtiniz?

Güzel diyeceğim ama tam olarak güzel mi bilmiyorum. Çok sevdiğim amcam ve babaannem geldi gözlerimin önüne… Onlar sayesinde çok güzeldi. Babaanneme de amcama da aşıktım. İki rol modelimdi onlar. Babamdan ziyade amcamla iletişimim çok daha iyiydi. İyi de bir annem var. İyi ki benim annem. Onu hiç değiştirmek istemezdim. Seçme şansım olsa bile! Ama onun seçme şansının olmasını çok isterdim! Çünkü annemin çocukluğu çok daha zor geçmiş!

Röportaj yapmaya giderken hala o çocuk heyecanını içinde taşıyor musunuz?

Hem de ne biçim… Sabahlara kadar uyku tutmaz. Hele de iyi tartışılacak bir röportaj ise daha heyecan basar!

Ailenize “Ben gazeteci olmak istiyorum” dediğinizde sizi desteklediler mi?

Demedim, danışmadım. Yoksa pek olumlu bakmazlardı! Neden mi? Zor bir meslek gibi geliyor kulağa. Fakat kolay olan ne ki bu hayatta? Ama gerçekten çok zormuş!

Cesaret ve korku, belki de bu işi yaparken en çok rastlaştığımız duygulardan biri… Bu iki duygu arasında kalıp, sonuna kadar gittiğiniz anlar oldu mu?

Hiç korkmam. Cesarete bayılırım. Cesur olmayan esir olur… Vallahi ilk mesleğe başladığımda beni bir morga götürdüler. Ve morgda yanlışlıkla kilitli kaldım. Bir tek o gün korktum diye hatırlıyorum. Uzun bir hikaye, anlatsam koparsınız. Savcı Bey’i aşıp fotoğraf çekeyim diye kendimi yerken morgda kilitli kalıp, kafayı yemekle baş başa kalmak arasında ince bir çizgiydi. Hiç unutmam ünlü bir işadamı intihar etmişti ve kimliğe ulaşmak şarttı. Devamı mı, evet kimlikten fotoğrafı çektim, ama 3 gün konuşamadım. Çünkü morgdan çok korkmuştum.

Gazeteciliğin birçok türü var. Siz bugüne kadar binlerce röportaj yaptınız. Röportaj yazarı olmayı siz mi seçtiniz?

Evet, ben seçtim. Çünkü soru sormaya, sorgulamaya bayılıyorum. Bu iş için doğmuşum bence! Sizce de öyledir inşallah…

Yıllarca soru soran tarataydınız şimdi size sorular soruluyor. Karşı tarafa geçmek nasıl bir duygu?

Vallahi insanın kendini anlatması çok zor…

“Ben Daha Yaşamadım” kitabı sizin için bir milat oldu. Yeni romanlar, yeni karakterler gelecek mi?

Yeni romana başladım bile. Artık beni roman yazarı olarak çok fazla raflarda göreceksiniz diyebilirim.

Bir gün kendi hayatınızı romanlaştırsanız, kitabın adını ne koyardınız?

Ceylanlar Yaralı Doğar...

*Yeni Çağrı Gazetesi’nden alıntıdır.