12 Eylül, yani Türkiye'ye sürülen kara lekenin hafızalara kazınan tarihi.

12 Eylül 1980;

650 bin kişinin gözaltına alındığı, 230 bin kişinin cunta mahkemesinde yargılandığı, 299 kişinin, cezaevlerinde ve 171 kişinin cunta mahkemesinde yargılandığı, 299 kişinin cezaevlerinde ve 171 kişinin işkencelerle öldürüldüğü, 14 kişinin açlık grevinde ölmesine göz yumulan, 50 kişiyi darağacında sallandıran, 375 kişiyi intihar etti denilerek katleden 12 Eylül cuntası yani.

Yaşandı ve bitti. Bu kadar basit değil mi?

Evet yaşandı ama bıraktığı izler silinmedi, silinmeyecek.

12 Eylül faşizminin yarattığı toplumsal yaralar hala kanıyor.
Sürgünde kalanların, işini gücünü kaybedenlerin, ruh sağlığı düzelmeyen, asla da düzelmeyecek olanların, yaşamı boyunca taşıyacağı hastalık ve izlere sahip olanların, tecavüze uğrayan kadınların acıları sonsuza dek devam edecek.

12 Eylül Darbesi ve öncesinde gelişen olayların üzerinden tam 38 yıl geçmesine rağmen o günleri yaşayan tanıklar hala yaşadıklarını unutmuş değil.

—————————————————————————

İşte onlardan bir tanesiyle tanıştırmak istiyorum sizi bugün.

Zeynep H Kıllı.

Zeynep hanım hoş geldiniz. Öncelikle sizi tanıyalım. Zeynep H Kıllı kimdir?

Çok teşekkür ederım. Hoş bulduk. 

Malatya-Kürecik'te doğdum, sevgi ve ilgi ortamında büyüdüm. Yapı olarak humanist, duygusal, yaptığım işlerde başarılı olan herşeyin olumlu yönünü ilk etapta gören, içinde yaşadığı toplumun mutluluğunu, refahını, özgürlüğünü, hak ve eşitliğini isteyen bunun için yaşamı boyunca kendi çapında çabalayan, önemli oranda başaran biriyim.

Dusuncelerimden dolayı " ulkem" de akil almaz işkencelere tabi tutuldum. Ayni dusuncelerimi şuan yaşadığım Hollanda'da yaşama gecirdigim icin Kraliyet nisani aldim.

12 Eylül döneminin abartılarak anlatıldığını, bunun bir şehir efsanesinden ibaret olduğunu düşünenler için tarihe ışık tutmak adına, kısaca o dönemi anlatır mısınız?

1981 eylül ayında hemşire olarak çalıştığım Mardin-Kızıltepe Senyurtta ki evimden alındım. Karakolda gözlerim bağlanıp üzerimede bir askeri parka giydirip, bir askeri cemseye bindirdiler. Yarım saat sonra cemseden indirilip taksiye, üç sivil kişinin eşliğinde Diyarbakı'a sorgulamaya götürdüler.

Yakalandığımda 23 yaşındaydım. Evli 9 aylık bir bebeğim vardı, ayrıca bir aylık hamileydim.

Ne kadar süre ceza evinde kaldınız?

Polis sorgulamasinda 6 ay kaldim. Toplam 4 seneden fazla kaldim cezaevinde ve beraat ettigimi geçen sene öğrendim. Bu dört yıllık süre zarfında bebeğimi orada doğurmak zorunda kaldım. Demir parmaklıklar arasında dünyaya gelen oğlum, benimle birlikte kaldı.

Diyarbakır 5 Noluda kadın olmak. Düşüncesi bile insanın kanını dondurmaya yetiyor.

Alacağım cevaplardan korkuyorum. Ama yine de sormak istiyorum. Neler yapıldı size orada? Ve Erkeklere yapılan işkencelerle, kadınlara yapılan işkencelerin arasında fark varmıydı. Hamile oluşunuz size avantaj sağladı mı?

Evet demeyi çok isterdim, lakin orası bir cehennem yeriydi ve işkenceciler birer zebaniydi. Vicdan, merhamet hak getire.

"Yapilan her turlu işkencenin yaninda hamileliğim, anne oluşum da işkence malzemesi olarak kullanıldı'

Kadın olduğunuzda size uygulanan muamelenin farklı olması kaçınılmazdı.

"Kadınsınız. Bedeninizde sizi en fazla acıtacak neyse o", son derece sistemli, hesaplı bir şekilde uygulanıyor. Küçücük karanlık hücrelerde, elektiriği, falakası, askısı, hücresi, küfrü, tacizi, tecavüze yeltenilmesi vs her türlü işkenceyi gördük.

Onurumuzu kırarak, aşağılamaya dönük davranılıyordu.

Sonra başka bir aşama, örneğin "soyun" diyorlar. Karşı koyduğunuzda üstünüz, iç çamaşırlarınıza kadar yırtılıyor.

Hasta olur, doktor isterdik, vermezlerdi. Pamuk isteriz özellkle vermezlerdi.

Sorgulamada olduğum günlerde defalarca kanama geçirdim. Bir defasında her tarafım kanlar içinde kaldı. Bunu fark eden işkenceciler, kolumdan tutup erkek arkadaşların kaldığı koğuşa doğru sürüklediler. "Bacınız piç doğuruyor hanginizin piçi" deyip herkesi kalaslarla dayaktan geçirdiler.

Böylesi korkunç günler yaşandı.Bugün arkanıza baktığınızda, her şey geride kaldı diyebiliyor musunuz?

Ben hayatta kalmayı başarmış, şanslı insanlardan bir tanesiyim. Ama yine de,

bugün arkama baktığımda hiç bir şekilde kapanmayan yaralar görüyorum. Bugün aramızda olmayan insanların ahlarını işitiyorum. İzninizle bunlardan bir kaçının isimlerini anmak istiyorum.

Ali Sarıbal; Cezaevinde işkence sonucu yaşamını yitiren ilk cinayetlerden biridir.

Cahide Karataş; Cezaevinde işkence ve tecavüze uğramasının ardından girdiği bunalım sonunda tahliye olduktan sonra kendini asarak intihar etti.

Sefer Bilgeç; Tahliye olduktan sonra intihar etti.

Hıdır Durmuş; Eylül 2010 sonunda intihar etti. Ve daha birçok insan benzer şekilde hayatını kaybetti. Hepsini saygıyla anıyorum.

—————————————————————————

O zorlu dönemi bir de tanıklarından olan Abdullah Delibalta'dan dinleyelim.

Bize kendinizden bahseder misiniz?

1958 Şanlı Urfa Siverek doğumluyum. İkamet yerim İstanbul.

Ne ile suçlanıyordunuz? ve ne kadar süre ceza evinde kaldınız?

Örgüt kurup sevk ve idare etmekten, toplam on yıl ceza aldım.

İki defa Diyarbakır sonra Selimiye, Sağmalcılar ve tekrar Metris derken cezamı infaz ettim.

İlk yakalandığımda henüz darbe olmamıştı. Sıkıyönetim vardı. Gözaltinda bilmediğim bir kaç yerde işkenceyle çözmeye çalıştılar. Ama tabi ki bu işkenceler darbe sonrası çok daha şiddetli idi.

12 Eylül darbesi denilince akıllara ilk gelen Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi oluyor. Okurlarımıza orayı anlatır mısınız?

Anlamak için yaşamak gerekir; gibi gereksiz bir cümle kurmayacağım. Düşmanım dahi olsa oralara yolunun düşmesini asla istemem. Her cezaevinin kendine özgü anıları vardır. Ancak hiç biri 5 nolu kadar vahşet yaşatmadı. Diyarbakır 5 No’lu cezaevi Türkiye'nin karanlık belgesidir. Sonu belli olmayan sınırsız vahşet koridorudur.

Oraya adımını atan bir insan için yarın yoktur. Doğacak güneşin hiç bir anlamı yoktur. Umudun, hayatta sağ kalma ihtimalinin karartıldığı dipsiz bir kuyudur. Diyarbakır Cezaevi adını, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yaşanan korkunç işkencelerle duyurduğu aşikar. Adeta bir "işkence okulu" idi. Öyle ki, The Times gazetesi tarafından 29 Nisan 2008'de “Dünyanın en kötü 10 cezaevi” içerisinde gösterildi.

Cehennem, dediğiniz 5 No’lu zindanda, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

30 kişilik koğuşta 100’e yakın kişi kalıyorduk. Her yatakta 2-3 kişi yatıyordu. Geriye kalanlar ise beton üzerine bir karton sererek üzerine de bir battaniye alarak yatıyordu. Çoğu da ranzaların altında zar zor uyumaya çalışıyordu. Bu süre içerisinde her türlü işkenceye maruz kaldık. İşkencelerimiz ilk olarak falaka ile başladı.

Falaka yaygın ve sürekli uygulandı, ayak tabanı, ellerin içi gibi vücudun kaslı bölümlerine kalas, cop, zincir vb, vurularak gerçekleştirilirdi. Bu yöntem, ayak tabanlarını ve el ayalarını patlatır, kaba yerleri ezer, morartır, tırnakları sökerdi. El ayak gibi herhangi bir yeri kırar, sakat bırakırdı.

Daha sonra Filistin usulü askı denilen bir işkence türüyle tanışıtık. Filistin usulü işkence şu şekilde oluyordu. Eller arkadan kelepçeleniyor, kol pazılarından iple tavana asılıyordu. Bu işkence suçlamaları kabul edene kadar sürüyordu.

Günlerce mahkumlara hassas yerlerinden elektrik verildi. Mahkumlara köpeklerin saldırması sağlanırdı. "Ölmesini istedikleri mahkumlara kum işkencesi yapıyorlardı" Kum torbası işkencesi yapılan mahkumlar serbest bırakılıyordu. Zaten iç organları parçalanmış olan mahkumlar, altı ay sonra ölüyordu. Ve daha bunun gibi onlarca akla zarar işkence teknikleri. 

O günleri düşündüğünüzde ne hissediyorsunuz?

Bugün dönüp geriye baktığımda o dönemde yaşadıklarıma inanmakta güçlük çekiyorum. O günleri gerçekte yaşamış mıydım? Evet yaşamıştım. Ve bu benim değişmeyecek olan gerçeğimdi. Her ne kadar zaman zaman yaşadıklarımı unutmaya çalışsam da, hayatı elinden alınanlarımızın çığlık sesleri yankılanır kulaklarımda. Ne unutmaya yürek dayanır, ne de unutturmaya vicdan!.

Bizi kırmayarak o zorlu dönem de yaşadıklarını bizimle paylaşan Zeynep H. Kıllı'ya ve Abdullah Delibalta'ya teşekkür ediyorum. Ayrıca  12 Eylül darbesinde hayatını kaybeden vatandaşlarımızı saygıyla anıyorum.