Son zamanlarda televizyon kanalları arasında moda olan bir akımdan bahsetmek istiyorum. Bu aralar Türk Edebiyat tarihinin önemli eserleri televizyon dizisi olarak karşımıza çıkıyor. Oldukça rayting alan bu dizilerin senaryo açısından aslına uymadığını düşünüyorum. Yani bir insan üzerine kendisine ait olmayan bir ceket giydiğinde nasıl belli oluyorsa; bu önemli yapıtların da TV dizisi olduğunda tıpkı emanet ceket misali ekrandan sarktığını düşünüyorum. Reşat Nuri Güntekin, Halit Ziya Uşaklıgil gibi Türk Edebiyatı’nın büyük ustalarının önemli eserlerinin televizyon dizisi olup, yazıldığı dönemin şartlarından uzakta sırf bölüm uzatmak için yeni karakterler ekleyerek hikayede bir takım oynamalar yapmak pek doğru değil. Hem zaten bir roman okumak ile okuduğunuz romanı dizi film veya sinema filmi olarak izlemenin de aynı tadı veremeyeceğini düşünenlerdenim. Bir kere okuduğumuz zaman zihinsel gücümüz artarak hayal dünyamız genişliyor. Okuyucunun romanı okurken düşlerinde canlandırdığı karakterleri bir TV dizisinde görmesi insanı hayal kırıklığına uğratabilir. Mesela herkesin hayalinde farklı bir Ferhunde vardır. Yaprak Dökümünü roman olarak okuduğumuzda Necla’nın başına gelenler ile TV dizisinde karşılaştıklarımız arasında çok fark var. Örneğin; Necla, zengin sandığı Arap Şeyhi ile evlenip onunla birlikte gitmeliydi. Sonra adamın aslında zengin olmadığını kendisinden başka eşlerinin de olduğunu görünce geri dönmek için babasına bir yardım mektubu göndermeliydi. Dizide böyle bir olay yok tabii ki. Yani aslına uygun değil. Ayrıca kitap okurken reklam arası veremezsiniz . Şimdi biz ne yapıyoruz? Hikaye karakterlerinin başına gelen talihsiz olaylar karşısında ağlıyor, reklam arası geldiğinde farklı şeylerle uğraşıyor ve dizi tekrar başladığında biz de ağlamaya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Peki bunlar bizim başımıza niçin geliyor? Elbette okumadığımız için… Kitap okurken düşünürüz, televizyon izlerken ise beynimiz stop etmiş arabaya benzer. İşten eve geldiğimiz zaman televizyonu açmak bizi rahatlatmak yerine beynimizi donduruyor. Yani tıpkı depresyon ilaçları gibi. Sorunu çözmek yerine erteliyor. Kim ne derse desin ben bir romanın görselleştiği zaman aynı tadı vermeyeceğini düşünüyorum. Her okuyucunun beyninde farklı hayaller olması işe zenginlik katıyor. Fakat okumayı sevmeyen ve her fırsatta rahatımızı arayan bir Millet olarak bu dizilere olan yoğun ilgi de şaşırtıcı değil. Bir kere bu romanlardaki kadar güzel konular yazılamıyor. Yazarlara değer vermediğimiz için şimdilik bu ölümsüz eserleri dizi film haline getirerek işi kurtarıyoruz. Peki ya sonra ne olacak? TV kanalları ne izletecek merak ediyorum…