Eski İstanbul da ramazan söz konusu odlumu pek çoğumuzun aklına o meşhur DİREKLERARASI gelir. Orta oyuncuları, hayaliler, semai kahveleri ve renkli simaların saatlerce devam eden hoş sohbetleri bahse konu olur.
Musıkî bunları en vazgeçilmezlerindendir. Ancak burada sanatı sade bir eğlence vasıtası olarak düşünmemelidir.
Türk sanatı esas itibariyle bir mektep mesabesindedir, eğlendirirken dahi öğretme gayesi güder.
Maalesef bir kenara itilmiş, unutulmuş, unutturulmuş olan geleneksel tiyatromuz bu bakımdan fevkalade ehemmiyet arzeder.
Birkaç makaleye sığmayacak kadar uzun her biri esaslı birer kitap konusudur.
Eğlenceli tarafları, üslubu, öğrettikleri, hikmetli taraflarıyla ihtiyacımız olan esaslardır da.
Bunlardan sadece bir örnek anlatmakla iktifa edeceğim bu gün.
Vaktiyle bir tamburi ramazan yaklaşırken işsiz kalmış olması münasebetiyle ramazan nevalesini tedarik derdine düşer, bir türlü başaramaz. Kimseye de durumunu çaktırmamaya gayret eder.
Fakat zaman hızla geçer ve ramazan gelir kapıya dayanır. Ramazan arifesi olmuştur.
Tamburi çoluk çocuğuna güzel bir ramazan yaşatmak isteğine nail olamamıştır.
Ama hala bir çare ümidiyle düşünür taşınır hafızasını yoklar.
Nihayet aklına gelen fikri uygulamak üzere harekete geçer.
Boğazın karşı yakasında bir paşazade vardır. 
-Musıkîye meraklı, dinlemeyi pek sever, ona gidip huzurunda biraz meşk edersem bir miktar bahşiş verir, onunla da birkaç gün yetecek nevale alırım, sonrası Allah kerim.
Deyip yola çıkar cebindeki son kuruşla sandala binip paşazadenin yalısının önünden geçip iskeleye varır.
Ne olup biteceğini pek kestiremediği için tedirgin ve telaşlıdır ama yapabileceği başka çarede yoktur.
Ve huzura varıp meşk etmek istediğini usulünce arzeder. Paşazade adını,  nerede oturduğunu, çoluk çocuğunu sorup sual ettikten sonra, meşke başlamasını söyler. Gayet güzel eserler geçer ve bir zaman sonra bitirip destur ister. Fakat paşazade gitmesine izin vermez. Tamburiye bir oda hazırlatıp o gece misafir eder. Tamburi evinin ihtiyacı dolayısıyla rahatsız olmakla beraber ertesi günde meşk ederse daha fazla bahşiş umuduyla sesini çıkarmaz. 
Ertesi gün yine meşk eder, destur ister ama nafile, paşazade memnuniyetini ifade ederek gitmesine izin vermez. Hâsılı bu böyle günlerce devam eder. Tamburi durumdan ziyadesiyle rahatsızdır, çünkü çoluk çocuğunun perişan oldukları duygusu aklında gitmez… Nihayet ramazan biter. Arife günü yine destur ister ama paşazade izin vermez. Bayram namazı, yemek, yemekten sonra meşk ve izin çıkar.
Hazırlanıp bir temenna ile paşaya yönelir ama paşa elinin tersiyle adeta ‘bas git’ der. Belki kâhya filan verecektir ümidiyle dışarı çıkar. Onlarda vermez. Güç bela yol parası alıp uzaklaşır.
Perişan bir halde sandala biner, sandal yalının önünden geçerken balkonda görünen paşazadeye son bir ümitle temenna ederek selam verir. Paşazade sırıtarak nanik yapar ve  bu defa ‘yürüüü..’ der. Tamburi artık zıvanadan çıkar küfürler savurarak, tamburunu sağa sola çarparak kırar.
Ramazan nevalesi alamadığı gibi bayramlıkta mümkün değil, ‘Yüzlerine nasıl bakarım’ endişesiyle evine gelir. Fakat ortada bir gariplik vardır. Giderken bıraktığı yıkık dökük evi yok olmuş. Yerine yepyeni bir evcik. Kapıyı çalar, eşi ve çocukları üzerlerinde pırıl pırıl yepyeni bayramlık elbiseleri yüzlerinde sevinçle karşılanır. Eşi teşekkür eder ve bir kese uzatır.
-Sayende güzel bir ramazan geçirdik, gördüğün gibi her şey yenilendi. Bu da ustalara verdiğin paranın üstü.