Bugün yaptıklarımız; 

     O günlerdeki yaptıklarımızdan sanki çok mu farklı?

     Ne gezer! Hâlen, hep kışırla, hep kabukla, hep dışla meşgulüz!

     Hep şekil değiştirmekle yetiniyor; 

     Boyadan boyaya girmekle avunuyoruz.

     Oysa isim değiştirmekle, şekilden şekle girmekle özde, esasta, asılda ve ruhta

     Köklü bir değişme mümkün değildi.

     Olamazdı da. 

     Çünkü işe göre adam yetiştirmiyor, hazırlamıyor;

     Adama göre iş arıyoruz!

     Hiç böyle gecenin; 

     Hayır umulur mu seherinde a dostlar?

     Türkiye’de son zamanlarda -resmen- öyle şeyler, öyle değişiklikler yapılıyor,

     Yapılmak isteniyor ki, şaşmamak ne kelime, irkilmemek elde değil!

     Asıl eksiklik giderilmeye çalışılmıyor. 

     Yine başka bir şekle girmekle problem ve sorunların düzeleceğini sanıyoruz!

     Yine aldanıyor, yine halkı aldatıyoruz!

     Çünkü devlet, âdeta bindiği dalı kesiyor! 

     Devlet, devlet olduğunu unutuyor!

     Devlet; devlet ağacında olması gereken dal ve budakları buduyor!

     Bu da yetmezmiş gibi, devlet ağacı;

     Köklerinden mahrum ve yoksun bırakılıyor; bırakılmak isteniyor!

     Bazı hususlar vardır ki, değerli okur!

     Emniyet / güvenlik, sağlık, eğitim, denetim ve yönetim gibi, 

     Mutlaka / bizzat devletin elinde ve uhdesinde kalması gerekir. 

     Bunlar paylaşılmaz. 

     Başka, gayri resmi kurumlara verilmez ve aktarılmaz.

     Öyle meseleler vardır ki, 

     Ankara asla devreden çıkarılamaz.

     Kat’a bir kenara itilemez.

     Zinhar, o karışmasın denilemez!

     İşte bugün, üzülerek görüyoruz ki,

     Devleti ayakta tutan bazı direklere el atılıyor.

     Devletin bunlara ihtiyacı yok sanılıyor.

     Velhasıl kantarın topu kaçırılıyor beyler!

     Oysa “Her şeye el atan, her şeyden olur.”

     Bugün yerli yersiz, zamanlı zamansız her şeye el atılıyor!

     Her şeyden olunmaya doğru; daha doğrusu meçhule / bilinmeze doğru yol alıyoruz desek,

     Yalan söylemiş olmayız. Sanki bindik bir alâmete gidiyoruz kıyamete!

     Elbette gelecekten umutsuz değiliz.

     Gelecek hakkında şüphesiz karamsar da değiliz. 

     Ama geç kalıyoruz beyler!

     Geç bırakılıyoruz efendiler!

     Hâlâ kabukta kalarak kışırla uğraşmaktan kendimizi alamıyoruz!

     Bir an evvel bu çıkmazdan vazgeçip;

     Öze doğru, özde değişime doğru, 

     Pupa yelken yol almalıyız.

     Çıkış ve kurtuluş rotamız bu olmalı, be dostlar!