Tanzimattan (1839) beri resmen yaptıklarımızda değişen birşey yok. O zamandan beri muasır/çağdaş medeniyet seviye ve düzeyine erişmek için etmediğimiz fedakârlık/özveri, girmediğimiz boya kalmadı.  

Şekilden şekile girdik. Binbir boyaya boyandık. Kendimizden başka herşey olduk. Bir kendimiz olamadık. Özümüzü rüşvet verdik! Bari kalıbımızı kurtarsaydık ya... Ne gezer? Hayır onu da kurtaramadık! Onu da bir şeye benzetemedik.  

Hani tavuk; tavus kuşunu taklit edeyim; onun gibi yürüyeyim derken kendi yürüyüşünü de unutur ya! İşte onun gibi birşey...  

Taklit etmediğimiz devlet kalmadı! Peşinden koşmadığımız millet kalmadı! Yine de, eski tas eski hamam!.. Değişen birşey olmadığını hep beraber gördük. Bu kadar uğraş ve didinmelerden sonra, geriye dönüp bir de baktık ki, bir arpa boyu yol alamamışız!..  

Peki öyleyse nerde hata yaptık dersiniz? Çinlilere ait şu sözde gereken cevabı buluyor; mes'elenin de, bam teline basmış oluyoruz. Denmek istenir ki o sözde:  

En iyi kanunları koy. O kanunları tatbik edecek/uygulayacak olanlar iyi insanlar değilse, hiç yararı yok. En kötü kanunları koy. O kanunları uygulayacak olanlar iyi kimselerse fayda çok, mes'ele yok.  

Tabii hem kanunların yerli yerinde olması, hem de onu tatbik edecek olanların iyi insanlar olması nur alâ nur... Ama nerde böylesi? Öyleyse asıl olan; kanundan ziyade insan unsurudur. İnsanın iyi olması; iyi ve doğru nitelikler taşımasıdır.  

Zaten böyle insanların yapacağı kanunlar; iyi niyetle konmuş kanunlardır. Şayet eksiklikleri varsa da tatbik edenler, bunları telâfi eder, giderirler, insan her iyi şeyi; iyi insan değilse menfî şekilde/olumsuz olarak yorumlayarak kötüye kullanabilir.  

Öyleyse biraz önce dediğimiz gibi, öncelik insan unsuruna verilmeli. İnsanın yetiştirilmesi asıl olmalı.  

Diyojen, elinde fenerle güpe gündüz, insanlar arasında boşuna insan aramıyordu!.. Çünkü her zaman sûreta/görünüşte insan çoktur. Fakat gerçek insan her zaman azdır. Ara ki bulasın!..  

Bunun için büyük zâtlar/ulu kişiler; herşeyden evvel insan yetiştirmeye bakmışlar. Çünkü herşey gerçek insanla güzel oluyor, güzellik kazanıyor.  

İşte Tanzimat'tan beri, bu vatanı bayındır ve mâmur hâle sokmak için az uğraşmadık!.. Bu milleti asrın düzeyine eriştirmek için az çırpınmadık!.. Ama nâfile, hepsi boşa çıktı.  

Çünkü asıl olan unsuru unuttuk. İhmal ettik. Yani insanı. İnsanın mânasını düşünemedik. İnsanın mânevî yanını hep bir kenara ittik. Hep kabukta kaldık. Özü ihmal ettik.  

Bugün yaptıklarımız, o günlerdeki yaptıklarımızdan sanki çok mu farklı? Ne gezer? Hâlen, hep kışırla, hep kabukla, hep dışla meşgulüz! Hep şekil değiştirmekle yetiniyor; boyadan boyaya girmekle avunuyoruz.  

Oysa, isim değiştirmekle, şekilden şekle girmekle özde, esasta, asılda ve ruhda köklü bir değişme mümkün değildi. Olamazdı da. Çünkü işe göre adam yetiştirmiyor, hazırlamıyor; adama göre iş arıyoruz!  

Hiç böyle gecenin hayır umulur mu seherinde a dostlar?  

*  

Türkiye'de son zamanlarda -resmen- öyle  şeyler, öyle değişiklikler yapılıyor, yapılmak isteniyor ki, şaşmamak ne kelime, irkilmemek elde değil!  

Asıl eksiklik giderilmeye çalışılmıyor. Yine Başka bir şekle girmekle problem ve sorunların düzeleceğini sanıyoruz.  

Yine aldanıyor. Yine halkı aldatıyoruz.  

Çünkü devlet, âdeta bindiği dalı kesiyor! Devlet; devlet olduğunu unutuyor!  

Devlet; devlet ağacında olması gereken dal ve budakları buduyor! Bu da yetmezmiş gibi, devlet ağacı; köklerinden mahrum ve yoksun bırakılıyor; bırakılmak isteniyor!  

*  

Bazı hususlar vardır ki, değerli okur; emniyet/güvenlik, sağlık, eğitim, denetim ve yönetim gibi, mutlaka/bizzat devletin elinde ve uhdesinde kalması gerekir. Bunlar paylaşılmaz. Başka, gayri resmî kurumlara verilmez ve aktarılmaz.  

Öyle mes'eleler vardır ki, Ankara asla devreden çıkarılamaz. Kat'a bir kenara itilemez. Zinhar, o karışmasın denilemez!  

İşte bugün, üzülerek görüyoruz ki, devleti ayakta tutan bâzı direklere el atılıyor. Devletin bunlara ihtiyacı yok sanılıyor. Velhasıl kantarın topu kaçırılıyor beyler!..  

Oysa "Herşeye el atan, herşeyden olur!" Bugün yerli yersiz, zamanlı zamansız herşeye el atılıyor. Herşeyden olunmaya doğru; daha doğrusu meçhûle/bilinmeze doğru yol alıyoruz desek, yalan söylemiş olmayız! Sanki bindik bir alâmete gidiyoruz kıyamete!..  

Elbette gelecekten umutsuz değiliz. Gelecek hakkında şüphesiz karamsar da değiliz. Ama geç kalıyoruz beyler!...  

Geç bırakılıyoruz efendiler!..  

Hâlâ kabukta kalarak kışırla uğraşmaktan kendimizi alamıyoruz!..  

Bir an evvel bu çıkmazdan vazgeçip; öze doğru, özde değişime doğru, pupa yelken yol almalıyız. Çıkış ve kurtuluş rotamız bu olmalı be dostlar!