“ O civarlarda. Nihayet diğer köylerden arabalar da geldi. Yol kenarına dizildiler. Tanımadığım insanlar, çocuklar, hatta köpekler, kediler arabadan indiler, ‘Hadi hazır mısınız, vatana göçüyoruz, gidelim’ dediler. Babadağ’da oturan ve imamlık yapan uzaktan akrabamız Salim Hoca, tam hareket edilecekken, ‘Durun!’ dedi. O zaman ilk defa tarihle göçün, acının kaynaştığını gördüm. Salim Hoca’nın geçmişinin ne olduğunu, bilgisinin nereden geldiğini bilmiyorum, fakat orada çok etkileyici bir nutuk çekti: ‘Biz bu topraklara gelmişiz, burada herkesle kardeş gibi yaşamışız. Dedelerimiz, büyük dedelerimiz yüzlerce yıl burada yaşamış, hepsi burada gömülü. Bu topraklar bizim kanımıza işlemiş ve şimdi biz kurbanız. Gidiyoruz, vatanımıza dönüyoruz. Bir rüya varmış bir zaman, rüya bitti, dönüyoruz vatana. Buraları terk ediyoruz. Mağlup olarak dönüyoruz!’ Heyecanlanarak devam etti: ‘Gerçi yenildik ama yok olmadık. Şimdi yeni bir geleceğe doğru gidiyorsunuz. Ve siz geleceğin kahramanları, hadi çıkarın kalpaklarınızı!’ Rumenler, Bulgarlar toplanmış seyrediyorlar; ‘Hadi kalpaklarınızı çıkarıp bu adamlara selam verin’ diye bitirdi. Kalpak çıkarmak orada hürmet ifadesidir, herkes kalpağını çıkardı ve sonra tekrar taktı. Salim Hoca, ‘Hadi yürüyün artık’ dedi ve arabalar yavaş yavaş yola koyuldu. Yola koyuldular ama yavaş yavaş, yolda biraz bayır yukarı ya, atlar sanki gitmek istemiyorlarmış, sanki o toprakları terk etmek niyetinde değillermiş gibi adımlar ağır ağır, gönülsüzce atılıyor. Ve kafile yavaş yavaş köyümüzden çıkmaya başladı; köpekler havlıyor, gitmek istemiyorlardı…Yurdundan ayrılmak ne kadar acıymış!... Kim olursa olsun, Allah korusun… Zorla kopar gibi, arabalar gıcırdayarak, atlar istemeyerek, kadınlar ağlayarak, çocuklar sızlayarak, erkekler başı öne eğik arkaya bakmamaya gayret ederek Köstence’nin yolunu tuttular. Ormana giden yol, mezarlığın yanından geçiyordu. Sanki emir verilmişçesine bütün arabalar mezarlıkta durdu. Herkes arabadan indi, çoluk çocuk mezarlığa doğru avuçlarını açarak dua ettiler. O manzara hiçbir zaman gözümün önünden silinmez. Yurduna, her şeyine veda edip giden bir sürü insan durmuş, dua ediyor… Sonra kervan tekrar yola koyuldu ve yavaş yavaş tozlar içerisinde eridi gitti. Nereye? Anadolu’ya. Sonra akşam hayat dolu o evler kapkaranlık, bomboş kaldı. Baykuşlar geldi hemen, sanki oradan ölü çıkmış gibi acı acı bağırdılar. Bir süre göçmenleri takip eden köpekler bir yerde durup, sılaya, terk ettikleri yere dönüp havlayarak sahiplerini aradılar. Sahipleri ise çoktan Anadolu yolunu tutmuşlardı. Havladılar, havladılar… Kimse onlara kapı açmadı, yemek vermedi. Etraf bomboştu. Ondan sonra geldikleri yola dönerek, giden arabalara ulaşmaya çalıştılar. Bazıları ulaştı, bazıları yolda ölüp kaldı. Yani köpek dahi doğduğu yeri terk etmek istemiyordu.” (Emin Tanrıyar (Söyleşiyi yapan), Dağı Delen Irmak: H.Kemal Karpat Kitabı, s.44, Ekim 2008, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları.)